Geçtiğimiz günlerde, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Avusturalya (Avusturalia-United Kingdom-United States) hükümetlerinin ortak güvenlik ve savunma işbirliği anlaşmasını imzaladıklarını duyurdular. Bununla eş zamanlı olarak Avusturalya hükümeti, daha önce Fransa ile satın alma anlaşmasını imzaladığı nükleer enerji ile çalışan denizaltıların alımından vaz geçtiğini duyurdu.
Bu iki ani eş zamanlı olay bir anda Fransa ile Çin'in üzerine karabulutların dolaşmasına sebep oldu. Özellikle Fransız hükumeti bu anlaşmaya olan tepkilerini büyük bir diplomatik acemilik sergileyerek. Refleksif tepki gösterdi. Doğrusunu isterseniz Fransa Cumhurbaşkanı Emanuel Macron'un bu “ergen kırılgan kız” tavrı hiç de şaşırtmadı. Kendisinden beklenilen bir hareketti. Lakin bu “ergen refleks”ler, Fransa'nın uluslararası düzeydeki imajına oldukça büyük darbe vuruyor.
Anlaşmaya taraf olan üç ülkenin İngilizce adlarının baş harfleri ile kısaca AUKUS diye adlandırılan bu anlaşmaya sadece Fransa değil, Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu, Hindistan ve peykleri farklı tonlarda ters tepki gösterdiler. Çin, anlaşmanın kabul edilemez olduğunu belirtirken, Rusya, daha karşıt ama daha temkinli bir dil kullanmayı tercih etti. Hindistan ise, “bu karmaşada ne koparırım”ın peşindeydi. Hindistan'ın faşist ve ırkçı lideri Modi ise anlaşmaya tepki gösterir gibi yapıp ABD'den ekonomik tavizler koparma çabası içerisinde girdi
Bu anlaşma ile ilgili tarihsel bir geleneğe sahip olan 6, 7 devletten Türkiye Cumhuriyeti, İspanya Krallığı, Portekiz Krallığı ile Federal Almanya Cumhuriyeti nötr kalarak renklerini belli etmediler. Almanya'yı ayırarak, diğer köklü bir geçmişe sahip olan ve her şeye rağmen dünya siyasetinde belirgin rol alan bu ülkelerin tavrının nötr olmasına bir mim koymak lazım.
Almanya'yı ayırıyoruz, çünkü II. Dünya Savaşı'ndın sonra yeniden kurulan Almanya Cumhuriyeti, bütün dünyayı ilgilendiren dış politika konularında bağımsız bir ülke değildir. Almanya, Willy Brandt, veya doğum adıyla Herbert Ernst Karl Frahm'ın iktidarına kadar hem kıta Avrupası, hem de dünya siyasetini ilgilendiren dış politikasını kendisi belirlemiyordu. Alman Dışişleri ve İstihbarat servisi tamamen Amerika Birleşik Devletleri'ne bağlı ve bağımlıydı. Brandt iktidara geldiğinde bunu değiştirmeye çabaladı ancak bedelini siyasi hayatıyla ödedi. Brandt'ın bu siyasi girişiminden sonra ABD, Almanya'nın komşuları ve çevresi ile ilişkilerinde kısmi bir özgürlük tanıdı.
Bu gerçekleri göz önünde bulundurarak Almanya'nın AUKUS'a karşı sessiz kalması, sözünü ettiğimiz diğer ülkelerden farklı bir tutum olarak değerlendirmek gerekir.
AUKUS'tan önce de dünyada farklı ortak savunma paktları kuruldu. Bu paktlardan önce ciddi iki dünya savaşı yaşandı. Bu savaşlara baktığımızda, ikisinin de sermayenin çıkardığı bir savaş olduğunu çok net görüyoruz.
Birinci Dünya Savaşı, Sanayi Devrimi sonrası oluşan sermaye birikiminin re-organize olarak dünyayı paylaşım mücadelesinden başka bir şey değildi.
Aynı şekilde II. Dünya Savaşı da yine sermayenin kışkırttığı, çıkardığı ve sonucunu belirlediği bir savaştır. Bu savaştan sonra Yalta Konferansı ile dünya yeniden sermaye arasında paylaşılarak yeni bir düzen kurulmuştur.
Benim Yalta Düzeni olarak tanımladığım Soğuk Savaş dönemi, Türkiye'de 24 Ocak Kararları şeklinde tezahür eden, dünyanın yeni ekonomik düzeni “ara rejim”e artık sığamaz hale gelmiş ve yeni bir ekonomik paylaşımı zaruri olarak görmüştür. Fakat bu seferki paylaşım hareketini her iki dünya savaşında yaptığı gibi değil, “Savaş Öncesi Önleyici Savaş” yöntemini denemektedir. Bu yöntem istedikleri gibi sonuç vermezse, artık klasikleşmiş, “Sıcak Temas” yani “Cephe Savaşı” kartını masaya sürecekler.
AUKUS, bu hamlenin ilk adımı olduğu gün gibi ortada. Şöyle ki:
Mevcut sermaye her ne kadar sınır tanımazsa, bütün sermayelerin bir merkezi, sırtını dayadığı bir devlet ve bir silahlı gücü vardır. Kapitalizmin silahlı gücü olmazsa bir gün dahi kitleler üzerinde egemeniğini kurması mümkün değildir.
Global sermayenin Amerika'da üslenen bölümü ve onun silahlı kanadı olan ABD, kendisinin de mucidi ve silah zoru ile uygulayıcısı olduğu “1980 ara rejimi”nin ağır faturası ile karşı karşıya kalmış durumda.
ABD, vergi ile ayakta duran bir devlettir ve Vergi toplamayan/toplayamayan bir ABD'nin ayakta durması imkansızdır. ABD'nin koruduğu, büyüttüğü ve globalleşmesini sağladığı sermaye, imalat ve pazarlama merkezlerini bu ülkeden çekip Çin ve birkaç pasifik ülkesine taşıdı. Bu sermayeler, ABD'nin gücünü ve imkanlarını kullanırken, İmalathane ve pazarlama merkezlerini ülke dışına çıkardıklarından dolayı ülke çok büyük bir ekonomik kriz yaşamaktadır. Ülkenin silahlı kuvvetlerinin bölgeyi silah oru ile kontrol altında tutma çabaları da istenen sonucu vermemiş ve bütçe açığı hiçbir şekilde taşınmaz hale gelmiştir.
Bu yüzdendir ABD, Afganistan ve Ortadoğu'dan adım adım çekilmeye başlamıştır. Çünkü burada elde edilecek ekonomik gelir, mevcut silahlı gücün finansmanına yetmiyor. Ayrıca Ortadoğu'daki fosil yakıt kökenli VERİLMİ enerji kaynağının da ömrü 20 yıl civarında olduğu biliniyor. Ve ABD'nin silahlı gücü olduğu global sermaye önümüzdeki yüzyıl için yeni pozisyon geliştirmek zorunda kalmıştır. AUKUS bu ihtiyacın sonucudur. Yaşanan bu süreçte Çin Halk Cumhuriyeti'nin adım adım Birleşik Krallık'ın (İngiltere) kontrolünden çıkmaya çalıştığını da çok rahat görebiliyoruz.
Global Sermaye “1980 Ara Rejim” uygulamasının sonuna geldiğini görerek 21. Yüzyıl pozisyonunu sağlamlaştırmaya çalışıyor. Bu yüzden kontrolden çıkmaya çalışan Çin Halk Cumhuriyetin çembere alma ve kontrol altında tutma operasyonunun adıdır AUKUS.
Daha da net bir ifade ile açıkça söylemek gerekir ki AUKUS, Çin ve uzantılarına karşı yürütülen yeni bir “Soğuk Savaş”tır. Çünkü, AUKUS kurulur kurulmaz yaptığı ilk açıklama, Çin'in yüz yıldır üzerinde hak iddiasında bulunduğu Tayvan'ın yanında yer aldıklarını deklare etmeleridir.
Diğer yandan bu güne kadar neredeyse “protokol görevi” icra eden Avusturalya Ordusu'nun Pasifik'te Nükleer silah ve denizaltılar kullanacağını ve bu gücü Güney Çin Denizi'nde konuşlandıracağını açıklaması da bu “soğuk savaş”ın ilanından başka bir şey değildir.
ABD-İngiltere merkezli sermayenin bu davranışı, üretim ve pazarlama merkezlerini Çin ve havalisine taşıyan Batılı ve global sermayenin kendi ana vatanlarına dönmesi konusunda ciddi oranda etken olacaklardır. Buna uymayan sermaye grubunun 21. Yüzyıl ekonomi modeli içerisinde etkin olması beklenemez. Çünkü biliyoruz ki global sermayenin ana vatanı İngiltere ve onun silahlı gücü Amerika Birleşik Devletleri'dir.
Bu kanıya nereden mi varıyoruz?
AUKUS'un açıklanmasının hemen akabinde Çinin kurduğu Şangay İşbirliği Örgütü(ŞİÖ)'nün hükümet başkanları toplantısında Çin Devlet Başkanı Xi Jinping üye ülkelere çağrıda bulunarak açık açık “kana kan, dişe diş” mesajı verdi.
Video bağlantısı aracılığıyla Tacikistan'daki Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) devlet başkanları toplantısında konuşan Jinping, grup üyelerini "bölgemizdeki ülkelere herhangi bir bahaneyle müdahale etmek için dış güçlere kesinlikle direnmeye ve beklemeye” çağırarak meydan okumasını şu kararlılıkla tamamladı: “Ülkelerimizin kalkınmasının ve ilerlemesinin geleceği sıkıca kendi ellerimizde.”
İngiltere'nin peyki olmaktan çıkmaya çabalayan Çin Halk Cumhuriyeti menşeli sermaye de aslında 21. Yüzyılda hegemonik güç olmak için çaba sarfetmişti. Çin, kritik deniz yolları üzerindeki deniz egemenlik çabaları yanısıra aynı denizlerde askeri ileri karakollarını inşa etmesi AUKUS'Un kurulma sürecini hızlandırdı. O yüzden Hindiçini'de menfaatleri ve ekonomik ilişkileri bulunan Fransa bu bölgeden diskalifiye edilerek, Avusturalya hükümetinin imzaladığı 98 milyar dolarlık denizaltı alımı anlaşması çöpe atıldı. Çünkü Fransa, bu bölgedeki çıkarları uğruna Çin ve uzantıları ile ortak hareket etmek durumundadır. Bunu bilen İngiltere ve ABD, AUKUS ile birlikte, Fransa'nın ekonomisine ağır darbe vuran anlaşmayı iptal ettirdiler.
AUKUS'un bir diğer kuruluş amacı da yukarıda çok özetle belirttiğimiz gibi Ortadoğu'da verimliliği 20 yıl sonra tükenecek olan Petrol ‘ün işlevsiz hale gelmesindir.
Asya Pasifik hattı, dünya deniz ticaretinin yüzde 85'nin üzerindedir. Bu hattı kontrol edecek olan güç veya sermaye konsorsiyumu, 21. Yüzyılın kaderini de tayin edecektir. Ve Çin'in kritik deniz yolları üzerindeki deniz iddialarını bastırırken askeri ileri karakollarını inşa etmesi ve ABD ve müttefiklerinin Çin'in kendi topraklarının bir parçası olduğunu iddia ettiği Tayvan'a verdikleri desteği daha yüksek sesle artırmasıyla, altta yatan meseleler değişmedi. Hint-Pasifik'te askeri işbirliğini derinleştirmek.