Emin Pazarcı bugünkü yazısında Suriye'de ve İdlib'te yaşananlara dikkat çekti. Pazarcı, İdlib'te şehri terk eden 40 bin kişiyi hatırlattı ve "Bu insanlara ne olacak?" diye sordu.
İŞTE EMİN PAZARCI'NIN YAZISI
Eskiden sömürünün de bir adabı vardı. Emperyalistler, züccaciye dükkânına giren fil gibi davranmazlardı. Amaçları ne olursa olsun, maskelemeyi, perdelemeyi bilirlerdi.
Şimdilerde durum çok değişti. Amerika, artık açıktan “Benim menfaatlerim” diyor. Paldır küldür her yere dalıyor. Diğerlerinin de hedefleri farklı değil. Ancak onlar ABD kadar kaba ve pervasız davranışlar sergilemiyor.
Bir süredir burnumuzun dibinde İdlib'te önemli gelişmeler yaşanıyor…
Rejim güçlerinin Rus destekli saldırıları sonucu yaklaşık 40 bin kişi şehri terk etti. Birleşmiş Milletlerin yaptığı açıklamalara göre, kapsamlı bir kara harekâtı başlaması durumunda bu sayı 900 bini bulacak.
Nereye gidecek bu insanlar?
Bize doğru yönelecek. Türkiye sınırına doğru harekete geçecek. Zaten şu ana kadar kaçanlar, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtları ile temizlediğimiz bölgeler ile Türkiye Sınırına yığıldılar. Türkiye'yi ve etkili olduğumuz bölgeleri sığınacak en güvenli liman olarak görüyorlar.
O yüzden fatura yine büyük ölçüde bize çıkacak.
Avrupa da muhtemel bir mülteci akınından dolayı tedirgin. Çünkü, bu defa faturaya onların da ortak olma ihtimali yüksek. Önceki gün, İstanbul'da Türkiye, Rusya, Fransa ve Almanya liderlerinin özel temsilcileri bir araya geldi. Türkiye'yi Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın'ın temsil ettiği toplantıda İdlib konuşuldu. Müzakereler yarın da devam edecek.
Bu toplantılar, Erdoğan, Putin, Merkel ve Macron'un bir araya geleceği Dörtlü Liderler Zirvesi'ne hazırlık amacı taşıyor. O zirveye Ruhani'nin de davet edilme ihtimali var. İdlib'teki gelişmeler, çok ciddi sonuçlar doğurmaya gebe!
Türkiye, hem bölgede yaşanacak bir insanlık dramını önlemeye, hem de doğal olarak yaşanabilecek olumsuz gelişmelerden kendini korumaya çalışıyor. Başkan Erdoğan etkili bir diplomasi yürütüyor. Önce Rusya Devlet Başkanı Putin'le görüşecek. Daha sonra BM Genel Kurulu'nda yapacağı konuşmada İdlib'teki gelişmeleri değerlendirecek.
Ardından Dörtlü Liderler Zirvesi var.
Erdoğan'ın BM Genel Kurulu'nda yapacağı konuşma önemli. Muhtemelen orada ABD'nin iyi yüzlü politikalarını ve Suriye'de yaptığı terörle işbirliğini de dile getirecek.
***
Suriye'de hem bölge, hem de Türkiye için en büyük tehdit YPG. Çünkü, hem terörist, hem de bölücü bir güç. Arkasında ise ABD var.
Amerika, Avrupa gibi PKK'yı “terörist bir örgüt” olarak tanımlayan bir ülke. Ancak, Suriye'de PKK'nın uzantısı olan YPG ile iş tutuyor. Bütün hesaplarını da “müttefik” olarak gördüğü bu örgüt üzerinden yürütüyor.
İkiyüzlü bir tavır sergiliyor.
Şu anda Suriye'nin yüzde 30'u YPG'nun elinde. Ancak, bu yüzde 30'luk bölüm, Suriye'nin enerji kaynaklarının yüzde 70'i demek. Bütün doğal gaz ve petrol kaynakları, YPG'nin elindeki bölgelerde yoğunlaşmış durumda.
ABD taşeron olarak kullandığı bu örgütü, durup dururken oralara yerleştirmedi. O toprakları Suriye'den ayırarak elinde tutmak istiyor. En azından YPG güçlerine özerklik kopararak, emperyalist amaçlarını gerçekleştirme düşüncesi içinde.
YPG-PKK ise zaten taşeron bir örgüt. Zaman zaman Şam Rejimi ile zaman zaman da bölgedeki aşiretlerle işbirliği içine giriyor. Suriye'nin enerji kaynaklarından nemalanmaya çalışıyor.
Demem o ki…
Suriye'de yaşanan insanlık dramının da, dünyayı endişeye boğan mülteci krizinin arkasında da Amerika'nın emperyalist planları var. Durup dururken Suriye'de konuşlanmadı. YPG'yi kullanarak, Suriye'nin enerji kaynaklarını kontrolü altına almak ve ardından da çok uluslu şirketlerine peşkeş çekme hesapları yapıyor.
Bu amaç uğruna terör örgütlerine destek verip, insani bütün değerleri ayaklarının altına alabiliyor. Bunu da açıktan ve pervasızca yapıyor. Çünkü, DEAŞ gibi bahaneler artık inandırıcılığını yitirmiş durumda. ABD, Suriye'deki politikaları ile çirkin yüzünü artık maskeleyemiyor.
***
Amerika'nın bölgede hayata geçirmeye çalıştığı planların önündeki en önemli engellerden biri Türkiye. Eskiden olsaydı işi kolaydı. Ama artık karşısında eski Türkiye yok. Ankara “Senin menfaatlerin varsa, benim de menfaatlerim var” diyor. Ülkesinin bekasını ABD'nin menfaatlerinin üzerinde tutuyor. Bunu da insani değerleri zedelemeden yapıyor.
Bu yüzden patinaj yapan ve emperyalist amaçlarını gerçekleştiremeyen ABD uyguladığı politikalarla bizi cezalandırmaya çalışıyor. Bugün yaşadıklarımızın özeti budur!