Geçen hafta boyunca Taliban'ın haritada Afganistan'ın kuzeyini silip süpürmesini ABD destekli savaşın başladığı 2001'de ilk kez ziyaret ettiğim yerleri ele geçirmesini izledim. Taliban savaşçıları, Ceyhun Nehri üzerindeki Tacikistan'a giden ana köprüyü kontrol altına aldı. Ben de o nehirden 2001'deki çatışmalar başladıktan birkaç ay sonra derme çatma bir sandalla geçmiştim.
Kabil'in kuzeyinde bir zamanlar ülkedeki 100 bin Amerikan askerinin karargahı olan devasa Bagram Hava Üssü'nün son ABD'li komutanı, temmuzun ilk hafta sonu gecenin bir yarısında, Afgan halefine (bu kişi nihai ABD tahliyesinden iki saat sonrasına kadar tahliyeden haberdar olmadığını söyledi) bilgi vermeden ayrıldı.
Afgan hükümet güçlerinin yaşadığı afallamanın en temel nedeni, Başkan Biden'ın 14 Nisan'da yaptığı ve son ABD birliklerinin ülkeyi 11 Eylül'e kadar terk edeceğini söylediği açıklamaydı. Ne var ki ABD'li ve Britanyalı generallerin bütün bunların Afgan güvenlik güçlerini tek başına ayakta durmaya hazırlayamadan çok hızlı gerçekleştiği yönündeki şikayetleri abes çünkü tam da bunu beceremedikleri 20 sene harcadılar.
Batı'nın askeri müdahalesi sona ererken bu küçük düşürücü bozgunun sebeplerinin neler olduğunu sormakta fayda var. Hükümet askerleri kaçarken veya teslim olurken neden bu kadar çok Taliban savaşçısı davaları için ölmeye istekli? Kabil'deki Afgan hükümeti neden bu kadar yozlaşmış ve işlevsiz? ABD'nin halen acınacak bir yoksulluk içinde yaşayan bu ülkede savaş kazanmaya çalışıp başarısız olurken harcadığı 2,3 trilyon dolara (yaklaşık 20 trilyon TL) nereye gitti?
Daha genel olarak, 20 yıl önce ABD destekli Taliban karşıtı güçler tarafından kesin bir zafer olarak sunulan şey neden şu anki hezimete dönüştü?
Cevaplardan biri, Afganistan'ın (Lübnan, Suriye ve Irak gibi) herhangi bir askeri zafer veya yenilgi hakkında “kesin” kelimesinin hiçbir şekilde kullanılmaması gereken bir ülke olması. Kazananlar ve kaybedenler çıkmaz çünkü ülke içinde ve dışında kaybetmeyi ya da bir düşmanın kazandığını görmeyi göze alamayacak çok fazla oyuncu var.
1975'in Vietnamı ile kurulan kısır görüşlü anolojiler yanıltıcıdır. Taliban, Kuzey Vietnam ordusunun askeri gücüne yaklaşamaz bile. Dahası Afganistan, Kabil hükümetine ne olursa olsun, Taliban'ın yönetmekte zorlanacağı bir etnik topluluklar, kabileler ve bölgeler mozaiğidir.
Afgan ordusunun ve güvenlik güçlerinin dağılması, çoğu zaman çok az direnişle karşılaşan Taliban'ın taaruzunu hızlandırdı ve olağanüstü toprak kazanımları elde etmesine olanak sağladı. Afganistan'da savaş alanında gerçekleşen bu tip talih dönüşleri geleneksel olarak hızla kazanan tarafa geçen bireyler ve topluluklarca körüklenir. Aileler genç erkeklerini bir tür sigorta olarak hem hükümet hem de Taliban için savaşmaya gönderir. Şehirler ve mahalleler misillemeden kaçınmak için hızla teslim olur, gereğinden uzun süren direnişlerse katliamla sonuçlanır.
2001'de de benzer bir örüntü vardı. Washington ve Kuzey İttifakı'ndaki yerel müttefikleri Taliban'a karşı kolay zaferlerini ilan ederken, Taliban'ın savaşçıları sağ salim köylerine dönüyor ya da daha iyi günleri beklemek için sınırı geçerek Pakistan'a kayıyordu. Bunlar 4 ya da 5 yıl sonra, Afgan hükümeti kendini gözden düşürmek için yeterince şey yaptığında geri döndü.
Taliban'ın büyük gücü, güçlü bir ordusu, 216 milyonluk nüfusu ve Afganistan'la yaklaşık 2 bin 600 km. uzunluğunda sınırı olan, nükleer silahlara sahip Pakistan'ın desteğini her daim almış olmasından geliyor. ABD ve Birleşik Krallık, Pakistan'la yüzleşmeye hazır olmadıkları sürece savaşı kazanamayacaklarını hiçbir zaman yeterince kabullenmedi.
Taliban'ın diğer güçlü yönleri arasında Afgan nüfusunun yüzde 40'ını oluşturan Peştun topluluğundan gelen fanatik, deneyimli komutan ve savaşçılardan oluşan bir çekirdek kadro var. Afganistan sınırının hemen ötesinde düzensiz Peştun birliklerine komuta eden Pakistanlı bir albay bir keresinde bana Peştun nüfusun yoğun olduğu güney Afganistan'daki Amerikan ve Britanyalıların “kalpleri ve zihinleri kazanma” yönündeki çabalarını sormuştu. Tecrübelerine dayanarak Peştun kültürünün temel bir özelliğinin “yabancılardan gerçekten nefret etmeleri” olduğunu öğrendiği için, başarı şanslarının düşük olduğunu düşünüyordu.
Afganistan ve Irak'taki yabancı işgalcilerin “ulus inşasıyla” ilgili propagandası her zaman gerçek dışı ve tepeden bakan tarzdaydı. Ulusal kendi kaderini tayin hakkı, sözümona iyi niyetleri ne olursa olsun, yabancı güçlerin sağlayabileceği bir şey değildir. Hiç şaşmaz biçimde önce ve sonra kendi çıkarlarını düşünürler ve Afgan hükümetinin yabancı güçlere dayanması, Afganların gözünde hükümetin meşruiyetini ortadan kaldırarak onu Afgan toplumu içindeki köklerinden yoksun bıraktı.
ABD harcamalarıyla gelen yüksek miktarda para kleptokrat bir seçkinler sınıfı üretti. ABD kalkınma ve yeniden yapılanma için 144 milyar dolar (yaklaşık 1,25 trilyon TL) harcadı fakat Afganların yaklaşık yüzde 54'ü yoksulluk sınırının altında, günde 1,90 dolardan (yaklaşık 15 TL) az kazançla yaşıyor.
Eskiden Amerika Birleşik Devletleri Uluslararası Kalkınma Ajansı'nda çalışmış olan bir Afgan arkadaşım bana yolsuzluğun nasıl yayıldığına dair bazı süreçleri anlatmıştı. Kabil'deki Amerikan yardım yetkililerinin fon sağladıkları projeleri şahsen ziyaret etmenin kendileri için çok tehlikeli olduğunu düşündüklerini söylemişti. Bunun yerine sıkı güvenliğe sahip ofislerinde kalıp ödeme yaptıkları projelerin katettiği yolu takip etmek için fotoğraflara ve videolara güvendiler.
Ara sıra sahada neler olduğunu görmesi için tıpkı arkadaşım gibi bir Afgan çalışanı gönderirlerdi. Bir sebze paketleme fabrikasının inşasını gözlemlemek için Kandahar'a yaptığı bir ziyaret sırasında yerel bir şirketin, tıpkı bir film stüdyosu gibi bir ücret karşılığında devam eden çalışmaların ikna edici fotoğraflarını çekebileceğini keşfetti. Figüranlar ve uygun bir arkaplan kullanarak böyle bir tesis olmamasına rağmen çalışanları bir barakada havuç ve patates ayıklarken tasvir etmeyi başarmışlardı.
Başka bir sefer Afgan yardım yetkilisi başka bir dolandırıcılık kanıtı keşfetmişti fakat bu sefer gizlemek için pek uğraşılmamıştı. Celalabad yakınlarında iyi fon sağlanan fakat var olmayan bir tavuk çiftliğini boş yere aradıktan sonra nihayet mülk sahipleriyle bir araya geldiğinde kendisine Kabil'e dönüş yolunun uzun olduğu söylenmişti. Bunu ifşa etmesi halinde öldürüleceğine dair bir tehdit olarak yorumlayarak sessiz kalmış ve kısa süre sonra işinden istifa etmişti.
Dış yardımla gerçek okul ve klinikler inşa edildi fakat yolsuzluk tüm devlet kurumlarını aşındırdı. Askeri cephede bu “hayalet” askerler ve yeterli yiyecek ve mühimmattan mahrum kalan tehdit altındaki karakol garnizonları anlamına gelir.
Bunların hiçbiri yeni değil. Yıllar boyunca Kabil'i ve diğer şehirleri ziyaret ettiğimde Taliban'a verilen desteğin sınırlı olduğunu fakat herkesin hükümet yetkililerini atlatılması veya rüşvet verilmesi gereken parazitler olarak gördüğünü hissetmeye başlamıştım. Kabil'de müreffeh bir emlakçı, ki normalde radikal değişime sempati duyan bir meslek değildir, bana yolsuzlukla dolup taşan bir sistemin “devrim olmadan devam etmesinin” imkansız olduğunu söylemişti.
Bunun yerine, hükümetin başarısızlığı Taliban'ın bir yıl içinde iktidara geri dönebileceğine inanmasını sağladı. Böyle bir ihtimal birçok insanı korkutuyor. Örneğin Şii mezhebinden ve İran'a yakın olan 4 milyonluk nüfusa sahip Hazara azınlığının tepkisi ne olacak? Bu yılın başlarında Kabil'de patlayan bombalar, okuldan çıkan 85 Hazaralı kız çocuğunun ve öğretmenin canına mal olmuştu. 2001'de olduğu gibi, Afganistan'daki bitmez savaşın sonuna hala çok var.
Bu makalede yer alan görüşler yazarına aittir. Timetürk'ün editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Kaynak: independent.co.uk/