Avrupa, uluslararası ilişkilerde II. Dünya Savaşı sonrası kurulan ve 1991 yılında Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla yeni bir evreye geçen uluslararası sistemin en sıkıntılı döneminden geçiyor.
Ukrayna'ya zamansız bir şekilde sunulan NATO ve AB üyelik perspektifleri, Rusya ile yaşanan krizi çok kısa bir sürede Avrupa'nın tek başına içinden çıkamayacağı bir düzeye getirdi. Rusya-Ukrayna sınır bölgelerinde yaşanan etnik bir sorunun diplomatik yollarla çözülmesini istemeyen Transatlantik koalisyon, Ukrayna'yı, kaybedecek olanı başından belli bir savaşa iterek kıtada öyle veya böyle, 80 yıldır süren bir barış ve istikrar döneminin sona ermesine sebep oldu.
Bugün, Soğuk Savaş döneminin Sovyet tehdidine benzer şekilde canlı tutulmak istenen potansiyel bir Rusya tehdidi, Avrupa halklarını yaşadıkları kıtanın güvenlik mimarisinin artık değişmek zorunda olduğuna ve daha önemlisi, ABD'siz bir güvenlik ve savunma girişiminin artık hayata geçirilmesi gerektiğine ikna etmek için kullanılıyor.
Öte yandan, Donald Trump'ın ikinci döneminde radikal bir şekilde değişen ABD dış politikasının yarattığı şaşkınlık ve çaresizlik, Avrupalı devletlerin güvenlik ve savunma gibi yüksek politika alanlarına öncelik vereceklerinin habercisi gibi algılanıyor. Rusya'nın Ukrayna savaşı nedeniyle güç kaybetmesiyle bozulan uluslararası güç dengesi, “daha güçlü”nün egemen olduğu yeni bir (real) politik düzleme geçişi de beraberinde getirecek gibi görünüyor.
Almanya hazırlıksızdı
Avrupa'da bu yeni karmaşık döneme en hazırlıksız yakalanan ülkelerin başında da hiç kuşkusuz Almanya geliyor. Zira, ülkenin, hem 23 Şubat tarihinde yapılmış olan genel seçimlerin politikada yarattığı eksen kayması ile başa çıkması hem de savunma ve güvenlik politikalarını yeni dünya düzenine uygun bir şekilde yeniden yapılandırması gerekiyor.
Alman Hıristiyan Demokrat Birliği (CDU) partisinin resmî internet sitesinde, diğer partilerle yürüttüğü koalisyon görüşmeleri ile ilgili olarak paylaştığı bilgilendirme notunda, Rusya'nın Ukrayna'ya karşı başlattığı saldırı savaşı ve ABD'nin yeni öncelikleri sonucunda Avrupa'daki güvenlik durumunun önemli ölçüde değiştiği vurgulanıyor. Özellikle, Beyaz Saray'da Trump ve Başkan Yardımcısı Vance'in Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelensky ile yaptığı görüşmede yaşanan benzersiz diplomatik skandalın yarattığı şaşkınlık da içinde bulunulan bu dönemin ne kadar kırılgan ve hassas olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor.
Almanya özelinde baktığımızda, önümüzdeki yıllarda, kendi güvenlik ve savunmaları için yaptıkları harcamaları önemli ölçüde arttırmaları gerektiğinin çok daha iyi anlaşıldığı söylenebilir. Almanya'nın, NATO şemsiyesi altında 1955 yılından bu yana tasarruf ettiği askerî harcamalar sayesinde yarattığı sosyal refah ve sağladığı ekonomik kalkınma düzeyinin sürdürülebilir olmadığı ve bazı makroekonomik tercihlerin artık değişmesi gerektiği gerçeği ortaya çıktı.
Savunma ve güvenlik alanının ne kadar ihmal edilmiş bir alan olduğu, Almanya'nın ilk Ulusal Güvenlik Strateji belgesini 2023 yılında ortaya koymuş olmasından da anlaşılabilir.[1]
Dünyanın en güçlü 14. ordusu neden silahlanmada geri kaldı?
Dünyanın en güçlü orduları sıralamasını yapan Global Firepower'ın Şubat 2025'te yayınladığı veriye göre, Almanya dünyanın en güçlü 14. ordusuna sahip. Aslında iki dünya savaşı çıkarmış ve üçüncüsünü de çıkarma potansiyeline sahip Almanya'nın bugün kendisini konumlandırdığı bu pasif konum aldatıcı olabilir.
Dünyanın en modern ve etkili silahlarını üretme kapasitesine sahip olmasına karşın Almanya'nın anlamlı bir envanter oluşturmaktan kaçınmasının en önemli nedeni, yaşattığı bir dönemin tarihsel sorumluluğunun verdiği geri duruş ve NATO savunma doktrinin sağladığı konfor alanı.
ABD'nin, bu doktrinin kurallarını değiştirmesi veya yeni koşulları zorlaması Almanya ve daha geniş bağlamda Avrupa'nın ABD'den bağımsız hareket edebilen, stratejik ve taktik kabiliyetlerini geliştirmesini gerektiriyor.
Avrupa savunma harcamaları ne kadar arttı?
Ancak bugün için, Trump yönetiminin NATO'nun koruyucu şemsiyesinin Avrupa'nın üzerinde açık kalması için karşılanmasını istediği koşul, Avrupalı ortaklarının savunma harcamalarını taahhüt ettikleri en az %2'lik orandan daha fazla arttırmaları. ABD'nin bu baskısı etkisini tam olarak göstermeden Rusya'nın uluslararası hukuku ihlal ederek Ukrayna'yı işgal etmesi Avrupalı devletlerin savunma harcamalarında kayda değer bir artışa gitmelerine neden oldu.
Military Balance 2025'in güncel baskısında yer alan verilere göre, 2024 yılında Avrupa savunma harcamaları reel olarak %11,7 oranında arttı. Almanya ilk kez Fransa ve İngiltere'nin önünde, dünyanın en fazla savunma harcaması yapan dördüncü ülkesi durumuna geldi. Bu da nominal olarak %23,2'lik bir büyümeye ya da Almanya'nın gayrisafi yurtiçi hasılasının (GSYH) %1,83'üne karşılık geliyor.
Bununla da yetinmeyeceğini ifade eden Alman hükümeti %2'lik hedefe ulaşmak istediğini belirtti. Buna ek olarak, Avrupa savunma harcamalarının yatırım payı on yıl içinde iki katına çıkarak %15'ten %30'a yükseldi. Bütün bu gelişmeler, uzun dönemde kalıcı bir Avrupa ordusunun kurulabileceğinin önemli ipuçlarını oluşturuyor.
Almanya neden temkinliydi?
Almanya savunma harcamaları konusunda bugüne kadar son derece temkinli davrandı. Bu çekingen tutumun ardında, 1945'ten bu yana süregelen tarihsel nedenlerin yanı sıra 2009'daki küresel borç krizinin de etkileri olduğu açık. Almanya, 2008 krizi sonrasında yaptığı Anayasal düzenlemeyle yürürlüğe koyduğu “borç freni” olarak adlandırılan dengeli bütçe değişikliği, birinci Merkel hükümeti tarafından 2009 yılında yürürlüğe koyulan önemli bir mali kural. Buna göre, Federal Hükümet her yıl GSYİH'sının en fazla %0,35'i kadar yeni borç alabiliyor. Bu anayasal yükümlülüğün değiştirilebilmesi için Federal Meclis'te bir oylama yapılması kararlaştırılmıştı. Bu oylama savunma ve güvenlik harcamaları için anayasada belirlenen üst sınırın kaldırılmasını değil aynı zamanda önemli bir kısmı borç freninden muaf tutulacak olan 500 milyar Euro'luk bir kaynağın Federal Hükümet ile birlikte eyaletlerin kullanımına ayrılmasını da öngörülüyor. Almanya'nın hayli eskimiş altyapısının yenilenmesi için kullanılacak olan bu altyapı bütçesinin köprü ve yol yapımının yanı sıra Yeşil Parti'nin ısrarcı olduğu iklim değişikliği önlemleri için de kullanılması planlanıyor.
Düzenlemenin yolu, Alman Federal Meclisi'nde 18 Mart tarihinde yapılan oylamada 2/3 çoğunluk sağlanarak açıldı. Ekonomistlere göre bu fonlardan ilkinin Rusya Devlet Başkanı Putin'e karşı güçlü bir sinyal göndermesi amaçlanırken; ikincisinin ise, planlandığı gibi, Almanya'nın acilen ihtiyaç duyduğu karayolları, demiryolları ve okulların yenilenmesinde kullanılması hedefleniyor.
Öte yandan, Almanya'da uzun süren büyük koalisyonların AfD gibi aşırı veya marjinal partilerin her seçimde oy oranlarının artışına yol açtığı ortadayken, AfD'yi iktidardan uzak tutmanın yolunu yine büyük koalisyon kurmakta arayan ülke, sağ popülizmin yükselişini önleyecek alternatif bir yol bulmakta zorlanıyor. Konjonktürel gelişmeler ve buna bağlı olarak artan sağ popülist söylem ve politikalar aşırı sağın önlenemeyen yükselişine katkı sağlıyor.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu'nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 26 Mart 2025'te yayımlanmıştır.