Bazıları Amerika'nın Afganistan'dan çekilmesinin bir komplo ve tiyatro olduğunda ısrar etmektedir. Bazılarının mantığı ABD'nin asla yenilmeyeceği doğrultusundadır. Diğer bir kesim de bunun özellikle Rusya, Çin ve İran için bir yıpratma odağı olması için Afganistan'da ani bir boşluk ve kaos yaratan Amerika planıyla ilgili olduğunu söylemektedir. Bu kategoride olan üçüncü bir akım da Taliban harekâtının bu planda Amerikalılarla suç ortağı, araç veya vekil olduğunu veyahut harekâtın bunun için tasarlandığını savunuyor. Gerçek, bu görüşü benimseyenlerle Amerika'nın ileri bir çürüme aşamasına girdiğini benimseyenler arasında kaybolmaktaydı.
Açık konuşalım, Amerika Birleşik Devletleri muazzam bir olanağa, kapasiteye ve güce sahip bir ülkedir, küresel düzeyde bir dengi yoktur. Ancak bu büyüklüğüne rağmen o Allah değildir. Kendisi yaşlılık belirtilerinden mustariptir ve acele edip hal yolunu bulmazsa daha da kötüleşecektir. Tüm dünyevi güçler gibi kudreti ne kadar büyük olursa olsun sınırlıdır ve insan olgusu gibi ne kadar imkana sahip olursa olsun bir noktada zayıf düşer. Yine de bu, somut bağlamda onun en büyük güç olmaya devam ettiğini inkâr etmez. Bazılarının sorunu ise konuya objektif yaklaşamayarak abartmaya ve hafife almaya mahkûm olmalarıdır.
Amerika Birleşik Devletleri hızlı bir şekilde hal yolunu bulmazsa daha da kötüleşecek olan yaşlanma belirtilerinden mustariptir. “Maliyet Risk Analizi (Cost Risk Analysis)” kriterini baz alırsak ABD'nin Afganistan'dan çekilmekten ya da gücünün tükenmeye devam etmesi, askerinin kanını, halkının moralini ve ekonomisini riske atmaktan başka seçeneği yoktu. Washington 2005'ten beri Afganistan'daki savaşı kaybettiğini biliyordu, ancak birbirini izleyen ABD yönetimleri bunu alenen kabul etmeye cesaret edemedi. 2019'da Washington Post bu şok edici gerçeği savunma bakanlığından elde ettiği “Afgan Belgeleri” başlığıyla açıkladı. Amerika'nın asla mağlup olmayacağını düşünen bazılarının sorunun kaynağı Amerika'nın ezici yıkıcı yükü ile sahada doğrudan işgali sürdürme kabiliyetini birbirine karıştırmasıdır. 2001'de Amerika Birleşik Devletleri birkaç hafta içinde “Taliban” yönetimini devirdi, ancak sonraki yirmi yıl boyunca onu söküp atmayı başaramadı. Aynı şey 2003 yılında Irak'ta da oldu ABD birkaç hafta içinde merhum lider Saddam Hüseyin rejimini devirdi, ancak bundan sonraki safhada ayaklarının bataklığa saplandığını ve gücünün günden güne kaybolduğunu gördü.
Daha öncesinde de aynısı Vietnam'da olmuştu. Amerika Birleşik Devletleri 1965'de başkan Lyndon Johnson'ın savaş birlikleri göndermeye karar vermesinden önce, komünist Kuzey kesimle sadık dostu Güney taraf arasındaki kanlı çatışmalara dolaylı olarak dahil olmuştu. Başlangıçta gönderilen asker sayısı 82.000 idi ve aynı yılın sonunda bu rakam 175.000'e yükseldi, 1967'de Vietnam'daki Amerikan kuvvetlerinin sayısı 500.000'e yaklaşırken bunların 15.000'den fazlası ölmüş, yaralılar da yüz binleri aşmıştı. Bu savaşta iki milyondan fazla Vietnamlı öldürülmüş, üç milyondan fazla kişi yaralanmış ve on iki milyon insan yerinden edilmişti. Amerika Birleşik Devletleri milyonlarca ton yıkıcı ve yakıcı bomba kullanmış olmasına rağmen Güney Vietnam'ı mahut kaderine terk ederek 1973'te Kuzey Vietnam ile barış imzalamak zorunda kalmıştı. Nitekim kuzey kuvvetleri güneyin başkenti Saygon'u ele geçirmiş ve ülkeyi komünist yönetim altında birleştirmişti.
O zamanki muazzam Amerikan üstünlüğü ve iki taraf arasındaki insani ve maddi kayıplardaki farka rağmen ilk çığlığı atıp arkasına bakmadan koşarak çıkıp giden Amerika Birleşik Devletleri olmuştu. Nasıl olmasın, sekiz yılık doğrudan müdahalede yüz binlerce yaralının yanı sıra 58.000'den fazla askerini kaybetmişti. Aynı zamanda savaş o zamanlar 120 milyar dolardan fazla bir maliyet oluşturmuştu ki günümüz standartlarında bu meblağ altı trilyon doları aşmaktadır. Bundan daha tehlikelisi Vietnam savaşının Amerikan ordusunun ve askere alınmaya uygun gençlerin morali üzerinde bıraktığı psikolojik etkileridir, öyle ki yarım milyondan fazlası askerlik hizmetinden kaçmıştır. Hepimiz biliyoruz ki “Vietnam Düğümü” hala Amerikan bilincindedir ve edebiyatında kendini göstermektedir. 1971'deki “Pentagon Belgeleri” (2019 “Afganistan Belgeleri” ile karşılaştırın) ortaya koyduğu gibi askeri kurum komutanları kaybettiklerini bile bile savaşı sürdürmeye baskı yapmaya devam etseler de ABD'nin Vietnam'daki askeri müdahalesine karşı halk protestolarının genişlemesiyle başkan Richard Nixon savaşı sona erdirmek zorunda kalmıştı.
Amerika Birleşik Devletleri kudreti ne kadar büyük ve muazzam olsa da insan gücünün sınırlarıyla sınırlı kaldığını fark ediyor.
Vietnam, Irak ve ardından Afganistan tarafının kayıpları Amerikan tarafının kayıplarından çok daha yüksekti. Ayrıca gücü o kadar eziciydi ki ona güç yetiremiyor veya onu def edemiyorlardı. Ancak Amerikan askerleri araziye inip doğrudan çarpıştığında denklemler değişiyor. Amerikan askeri üstünlüğü denkleminin olduğu gibi kaldığı doğrudur, ancak moral, kar ve zarar denklemi değişmektedir. Basit ve düz mantıkla Amerikan askerini topraklarından ve halkından binlerce mil uzakta ölmeye iten şey nedir? Ülkesi yakın bir tehlike veya yabancı istilası tehdidi altında değilken neden savaşıyor? Amerikan vatandaşı doğrudan getirisi olmayan ve bir ufuk vadetmeyen beyhude savaşlarla neden trilyonlarca dolar zarar ve borcu üstleniyor. Bazıları bunların ABD askeri –sanayi konseyinin istediği savaşlar olduğunu söyleyecektir. Doğru, ancak bir noktada bu konsey maceralarında kesin zaferler elde edemediği, Amerikan kanının ve parasının heder olmasını durduramadığı zaman kamuoyu buna isyan eder ve seçilmiş politikacıları onurlu veya onu kırıcı bir şekilde savaştan çıkış yolu bulmak zorunda kalır.
Yukarıda zikredilenlerin tümü maliyet riskleri analizidir; bu ABD'yi ve diğer küresel güçleri geçmişte ve bugün kar ve zarar dengesine itmiştir ve gelecekte de daha birçoğunu buna itecektir. İşgal altındaki toprakların insanlarına gelince onların dimdik durmak ve savaşmaktan başka seçenekleri yoktur. Bu, üstlenmiş oldukları yüksek maliyetlerin gerekçesidir ve kaçınılmazdır. Dolayısıyla maneviyat ve moralleri yüksektir. Burada bazılarının zannettiği gibi direniş savaşçıların dini veya ait oldukları ideolojileri çok önemli değildir. Önemli olan bir davaya inanan ve bunun için canını vermeye hazır kişilerin olmasıdır. Afganistan'da olan budur ve ABD başkanı Joe Biden'ın kabul ettiği de budur. ABD sahadaki gerçeği değiştiremez ve Taliban'ı ezemez. Eğer ABD orada kalmaya devam etseydi kendini tüketir, Afganistan'ın İngiltere ve Sovyetler Birliği gibi sonunu getirdiği imparatorluklar kulübüne katılabilir ve sonunun gelmesini hızlandırabilirdi. Afganistan Biden'ın da dediği gibi imparatorlukların mezarlığıdır.
Amerika Birleşik Devletleri 2001'de birkaç hafta içinde “Taliban” yönetimini devirdi, ancak sonraki yirmi yıl boyunca onu söküp atmayı başaramadı.
Bu, ABD-Taliban mutabakatı olmadığı anlamına mı geliyor? Hayır, bilakis mutabakat vardır. Geçen yıl Doha'da Afganistan'ın kontrolünün Taliban'a geçeceğini zımnen kabul eden bir anlaşma imzaladıklarını biliyoruz. Mayıs 2021'in başlarında kapsamlı bir Amerikan çekilmesini sağlayan bu anlaşmayı imzalayan Biden yönetimi değil, daha ziyade kendisinin ve müttefiklerinin güvenliğini tehdit eden “El Kaide” gibi grupların güvenli bir sığınak haline gelmemesini şart koşan Donald Trump yönetimiydi. Biden geldi ve çok açık konuştu: Afganistan ve Irak'ta kalmamız ve gereksiz savaşlarda gücümüzün sürekli tükenmesi özellikle Çin'in ekonomik, teknolojik ve askeri olarak bizi geçmesini sağlayacaktır. Öyleyse ABD kudreti ne kadar büyük ve muazzam olursa olsun insan gücünün sınırlarıyla kayıtlı olduğunu fark etmiştir.
Bu, Washigton'un müstakbel girişimleri bağlamında Afganistan'ı Rusya, Çin ve İran için bir yıpratma odağı haline getirmeye çalışabileceğini reddetmiyor. Biden yönetiminin “Taliban” ile ortak çıkarlar temelinde bir anlaşmaya varmaya çalışabileceğini de inkar etmiyor, ancak bu garanti değildir. Özetle yaşananlar ne bir komplo, ne bir yanılma ne de bir aldatmacadır. İddia edilen komployu gerçekleştirmek için Kabil'den kaotik geri çekilme yöntemi neticesinde Amerikan başkanının, savunma ve dışişleri bakanlarının, ulusal güvenlik danışmanının, istihbarat yetkililerinin ve askeri teşkilat komutanlarının Amerikan ve uluslararası tüm bu hakaretlere ve başarısızlık suçlamalarına kendilerini maruz etmeleri akla ve mantığa uygun mu? Demokrat partinin böyle bir skandalı kabul etmesi mantıklı mı? Bütün bu insanların kendilerini ve siyasi geleceklerini feda etmelerinin nedeni nedir? Bu bize Corona pandemisinin bir Amerikan komplosu olduğunu söyleyenleri hatırlatmıyor mu? Peki sağlık, ekonomik ve jeopolitik olarak en çok ABD'nin etkilenmesini nasıl açıklayabiliriz? Yoksa Amerika kendisine ve itibarına karşı komplo mu kurdu? Bazıları onlardan sanki bizim gibi düşünüp hisseden insan değillermiş gibi bahsediyor. Onlar tanrı değiller, şeytan veya cin türünden bir varlıklar da değiller. Şer tarafları birçoğunda baskın olsa da onlar da bizim gibi insanlar. Sonuç olarak durum olanaklar, kararlılık, kar ve zararlar arasında bir dengedir. Gücün küstahlığı ve kötü planlama pek çok şey yapabilir.