Almanya'da 26 Eylül'de yapılacak ve Merkel sonrası dönemin istikametini belirleyecek olan seçimler, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere birçok ülke tarafından yakından takip ediliyor.
Eylül ayının yaklaşmasıyla birlikte Almanya iyice seçim atmosferine girmiş bulunuyor. 26 Eylül'de yapılacak seçimler hem 16 yıllık Merkel dönemini sonlandıracak hem de son yıllarda “marjinal” parti olmaktan “kitle” partisi olmaya doğru önemli adımlar atan Yeşiller'in Almanya'da ilk defa bir federal başbakan çıkarıp çıkaramayacağını belirleyecek. Ayrıca aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisinin Alman siyasetinde yükseliş, “eski” kitle partisi Sosyal Demokrat Parti'nin (SPD) ise düşüş trendinin son bulup bulmayacağı da merak edilen konuların başında geliyor.
Federal başbakanlığın en güçlü iki adayı Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi (CDU) Başkanı Armin Laschet ile Yeşiller Eşbaşkanı Annalena Baerbock bu yılın Nisan ayında parti içi rekabette rakiplerini geride bırakarak seçimlerde başbakan adayı olmaya hak kazandılar. Baerbock, diğer eşbaşkan Robert Habeck'e karşı öne çıkıp partisi Yeşiller'in ilk federal başbakan adayı olurken, Laschet, federal seçimlere sürekli birlikte girdikleri kardeş Hıristiyan Sosyal Birliği (CSU) güçlü başkanı Markus Söder'e karşı zorlu bir yarışın ardından CDU/CSU'nun federal başbakan adayı olarak kabul edildi.
Her iki siyasetçi de aday gösterilmelerinin ardından hızlı başladıkları seçim sürecinde kendilerini yıpratacak ciddi sorunlarla karşılaştılar. Her ikisi de yayınladıkları kitaplarında intihal yaptıkları suçlamalarına maruz kalırken, Armin Laschet başbakan olduğu Kuzey Ren Vestfalya eyaletinde meydana gelen büyük sel felaketinden zarar gören bölgeleri ziyareti sırasında objektiflere gülerken yakalanınca sosyal medyada ağır bir şekilde eleştirildi. Annalena Baerbock'un adaylığının açıklanması sonrasında yıpratıldığı bir başka alan ise milletvekili geliri dışındaki ek gelirlerini bildirmemesi konusu oldu. Bu şekilde yıpratılan Laschet ve Baerbock bu hafta yayınlanan anketlerde “Federal başbakan olarak kimi seçerdiniz?” sorusunda SPD'nin adayı Olaf Scholz'un gerisine düştüler. Ancak kamuoyu yoklamalarında SPD'nin parti olarak CDU/CSU ve Yeşiller'in gerisinde kalması, bu anketlere rağmen Scholz'un başbakanlık şansının çok düşük olduğunu gösteriyor.
Parti bazında son yapılan anketler iktidar mücadelesinin CDU/CSU ile Yeşiller arasında geçeceğini gösteriyor. Farklı kuruluşların Temmuz sonu ve Ağustos başını kapsayan anketlerine göre CDU/CSU'nun oy oranının yüzde 26-30, Yeşiller'in ise yüzde 18-20 aralığında olduğu görülüyor. Bu rakamlar Hıristiyan Birlik Partilerinin Yeşiller'den gelen meydan okumayı büyük ölçüde savuşturdukları şeklinde okunabilecek olsa da Haziran 2019 ve Mayıs 2021'deki anketlerde Yeşiller'in, CDU/CSU'yu geçecek oy oranlarına ulaşması Alman siyasetinde ciddi dalgalanmaların olabileceğini gösteriyor. Seçimlere daha yedi hafta süre olması Yeşiller'in bu süre içinde yeniden atağa geçip Mayıs'taki gibi öne geçebileceği ihtimaline işaret ediyor. Almanya gibi Avrupa ve dünya politikasında büyük önemi olan bir ülkenin siyasetine Rusya ve ABD gibi ülkelerden gelecek manipülatif müdahaleler de seçim sonuçlarına dair ortaya şu safhada net bir tablo koyma şansını azaltıyor.
Kamuoyu yoklamalarında SPD'nin yüzde 15-17'lik banda sıkışıp kalması CDU/CSU'nun asıl geleneksel rakibi olan bu partinin artık giderek kitle partisi olma özelliğini kaybettiğini gösteriyor. Son yıllarda yaşanan krizler (dünya ekonomik krizi, mülteci krizi ve Kovid-19 salgını) aşırı sağ ve soldan marjinal partileri ve toplumsal hareketleri Avrupa siyasetinin merkezine taşırken geleneksel merkez kitle partilerini periferiye sürükledi. Bu şekilde Almanya'da da SPD ve CDU/CSU siyasal sistemdeki baskın pozisyonlarını kaybederken Yeşiller ve AfD gibi “marjinal” partiler oylarını ve siyasal ağırlıklarını artırdılar. Ancak kamuoyu yoklamaları aşırı sağcı AfD'nin mülteci kriziyle başlayan yükseliş trendinin büyük ölçüde son bulduğunu ve bu partinin yüzde 10-12 bandına oturduğunu gösteriyor. Bunda pandemi döneminde Alman halkının geleneksel partileri krizle mücadele konusunda daha yetkin görmesi ve “maceracı” arayışlardan uzak durma eğiliminin belirleyici olduğu söylenebilir. 2021 yılı içerisinde Almanya'daki eyaletlerde şimdiye kadar yapılan üç seçimin her birinde CDU/CSU, Yeşiller ve SPD'nin kazanan partiler olarak öne çıktığı görüldü. Baden-Württemberg'de Yeşiller yüzde 30,2 oyla birinci parti olurken, Rheinland Pfalz'da SPD yüzde 36,2 ile ve Sachsen-Anhalt'ta CDU yüzde 29 ile seçimleri önde bitirdi. Aşırı sağcı AfD'nin söz konusu eyaletlerdeki oy oranı ise sırasıyla yüzde 15, yüzde 12,6 ve yüzde 24,2 oldu.
Bu sonuçlar ve yapılan kamuoyu yoklamaları, çok olağandışı bir gelişme olmazsa Almanya'da 26 Eylül'de yapılacak federal parlamento seçimlerinde CDU/CSU ile Yeşiller adaylarının federal başbakanlık için yarışacaklarını, SPD'nin seçimden muhtemelen üçüncü parti olarak çıkacağını, daha çok “işverenlerin partisi” olarak bilinen Hür Demokrat Parti'nin (FDP) SPD'den üçüncü sırayı kapmak için mücadele edeceğini ve uzun bir aradan sonra koalisyon ortağı olacak bir sonuç elde etme çabası içinde olduğunu, aşırı sağcı AfD'nin Alman siyasal sistemindeki yerini sağlamlaştıracak şekilde yüzde 10 civarında oy alacağını ama kendisi olmadan bir hükümet kurulmasını engelleme hedefinden uzak kalacağını ve son dönemde krizlerden kurtulamayan aşırı solcu Die Linke'nin (Sol Parti) yüzde 5 barajını aşmak için mücadele edeceğini gösteriyor. Almanya seçimleri neden önemli?
Almanya'da Merkel sonrası dönemi belirleyecek olan seçimlerin başta Avrupa ülkeleri olmak üzere birçok ülke tarafından yakından takip edildiğini söylemek yanlış olmaz. Zira Almanya'nın Fransa ile birlikte Avrupa Birliği (AB) siyasetine yön veren iki en önemli aktörden biri olduğu biliniyor. Hatta Almanya'nın Avrupa'nın en büyük ekonomik gücü ve AB bütçesine en fazla katkıda bulunan ülke olduğu düşünüldüğünde Berlin'in Paris'ten daha etkili olduğunu ifade etmek gerekir. Bu nedenle, başta AB'nin ekonomik desteğine daha fazla ihtiyaç duyanlar olmak üzere bütün AB ülkeleri Almanya'da kurulacak yeni hükümetin başına Laschet'in mi yoksa Baerbock'un mu geçeceğini, koalisyonun hangi partiler arasında yapılacağını ve Almanya'nın bundan sonraki AB politikasının nasıl olacağını merak ediyorlar. Hükümetin CDU/CSU önderliğinde kurulması ve Laschet'in yeni federal başbakan olması durumunda, koalisyon ortağı ya da ortakları kim olursa olsun Berlin'in AB politikasında çok önemli değişiklikler beklenmiyor. Yeşiller'in başbakan çıkarması ya da hükümete ortak olması durumunda çevre ve iklimin korunmasına yönelik radikal düzenlemelerin hem AB düzeyinde hem de Almanya'da gündeme gelmesi söz konusu olabilir.
Almanya seçimlerinin ABD ve Rusya açısından önemine gelince, her iki ülkenin de Berlin'de iktidarın kimin elinde olduğunu çok önemsediğini ve bu konuda etkide bulunmak için de çaba sarf ettiğini ifade etmek gerekir. ABD açısından bakıldığında, Almanya Soğuk Savaş döneminden beri önemli ve kaybedilmemesi gerekli bir müttefiktir. Özellikle de Çin ve Rusya'ya karşı küresel rekabetin yoğunlaştığı dönemde Washington için geleneksel müttefikleriyle bağları sıkı tutmak önem arz etmekte. Almanya, ABD'nin küresel liderliğini kabul etmekte ve Çin'e karşı mücadelede Washington'ın safında yer almaktadır. Ancak Berlin'in özellikle Rusya ve bazen de Çin konusunda kendi ekonomik çıkarlarını öncelemesi ve ABD'nin bu ülkelere karşı yaptırım politikasına ayak uydurmaktan imtina etmesi Washington'da rahatsızlıklara yol açıyor. Bu nedenle ABD, Almanya seçimlerinde Washington'la yakın ilişkilere sahip Yeşiller ya da CDU'nun Atlantikçi kanadının başarılı olmasını arzu ediyor. Dış politikada genellikle ABD ile uyumlu bir çizgiye sahip Yeşiller'in federal başbakanlığı kazanması Washington açısından ideal sonuç olacaktır. Buna karşılık Rusya, Atlantik ötesine daha eleştirel yaklaşan Sol Parti ve SPD'nin seçimlerde başarılı olmasını arzu ediyor. SPD'nin son federal Başbakanı Gerhard Schröder zamanında Almanya'nın Washington'la daha mesafeli ve Moskova ile daha yakın ilişkilere yönelmiş olması Rusya'nın bu eğilimini açıklayan iyi bir örnek. Ancak Moskova'nın bütün yumurtaları aynı sepete koymadığını, seçimlerde başarı şansı daha yüksek olan Hıristiyan Birlik Partileri'nin özellikle CSU kanadıyla da yakın ilişki arayışı içerisinde olduğunu da ifade etmek gerek. Bunun yanında Rusya'nın aşırı sağcı AfD'ye destek vermek suretiyle de Alman siyaseti üzerinde etkili olmaya çalıştığına dair eleştiriler söz konusu. Gerek ABD gerekse Rusya, Almanya'da etkili oldukları klasik ve sosyal medya üzerinden Almanya'daki seçimler üzerinde etkili olmaya çalışıyorlar.
Son olarak Almanya seçimlerinin Türkiye açısından önemine bakmak gerekirse, iki ülke arasındaki ekonomik, kültürel ve siyasal bağların yoğunluğu düşünüldüğünde Berlin'de Merkel sonrasında kimin başbakan olacağının Ankara açısından hayli önemli olduğunu vurgulamak gerekiyor. CDU'nun koalisyonun büyük ortağı olarak kalması, yani Armin Laschet'in federal başbakan olması Almanya'nın Türkiye politikasında büyük değişiklikler olmayacağı anlamına gelir. Yeşiller'in bu koalisyona küçük ortak olarak girmesi, bu partideki Türkiye karşıtı siyasetçilerin varlığı düşünüldüğünde Türk-Alman ilişkileri açısından bazı olumsuz etkilere yol açabilir ancak büyük ortak CDU'nun Merkel'in “rasyonel” çizgisini sürdürmekte ısrar edeceği söylenebilir. Yeşiller'in koalisyona büyük ortak olarak girecek olması ise Türk-Alman ilişkilerinde ciddi kırılmalara yol açabilir. Zira içişlerine karışma konusunda ABD ile benzer bir çizgiye sahip bu partinin Türkiye ile ilişkilerde, Ankara'nın hassasiyetle üzerinde durduğu “egemenliğe saygılı eşit ilişki” ilkesine riayet etmeyeceği ve içindeki Türkiye kökenli siyasetçilerin negatif ajandasıyla hareket edeceği kuvvetle muhtemel. Türk-Alman ilişkileri açısından en kötü senaryo ise Yeşiller ve Sol Parti'nin birlikte dahil olacakları bir koalisyon olacaktır. Fakat şu anki görünüm CDU/CSU liderliğinde bir koalisyon hükümetinin kurulma ihtimalinin güçlü olduğu yönünde.
AA