Tutar'ın “ŞİÖ'nün İran hamlesi” başlıklı yazısı
Post-korona sonrası döneme doğru ilerlediğimiz bir süreçte yeni küresel güç haritalarının silueti de yavaş yavaş belirmeye başladı. Özellikle Eylül ayının ikinci haftasında tarihi iki gelişmeye tanıklık ettik. İlki 16 Eylül'de ABD, İngiltere ve Avustralya arasında imzalanan AUKUS Paktı anlaşmasıydı.
İkincisi de 17 Eylül'de Tacikistan'ın başkenti Duşanbe'deki zirvede İran'ın Şanghay İşbirliği Örgütü'ne (ŞİÖ) tam üye olmasıydı.
"Rusya ve Çin'e odaklanmak için Afganistan'dan çekildik" diyen ABD'nin Hint- Pasifik'teki yeni stratejisini simgeleyen AUKUS Paktı Atlantik'teki çatlağı derinleştirirken Pekin ve Moskova'nın ŞİÖ'deki İran hamlesi ise Avrasya ittifakını daha da güçlendirdi.
Bu bağlamda Çin ve Rusya, 13 yıldır üyelik için bekleyen İran'ı ŞİÖ'ye alarak ABD'nin henüz filizlenme aşamasındaki yeni Hint-Pasifik stratejisine de ağır bir darbe indirdi.
Bu yeni aşamada ABD ile düşmanları arasındaki mücadeleden daha şimdiden en kârlı çıkan aktör kuşkusuz ŞİÖ üyeliğini kapan İran oldu. Böylece Ortadoğu, Körfez, Kafkaslar, Orta ve Güney Asya güç denklemlerinde olduğu kadar Hindistan, Japonya ve Güney Kore gibi ABD'nin yakın müttefiklerine petrol ve gaz ihraç ettiği için Hint-Pasifik denkleminde de önemli bir aktör olan İran'ın küresel güç haritalarındaki ağırlığı önümüzdeki süreçte daha da artacaktır.
Haliyle İran'ı sadece Rusya ve Çin'e bağımlı bir ülke olarak görmemek lazım. Tahran yönetimi, Yeni Delhi, Tokyo ve Seul başta olmak üzere Asya- Pasifik'in en güçlü aktörleriyle enerji jeo-politiğinden kaynaklanan özerk ve derin bir tarihsel ilişki dinamiğine de sahiptir.
ABD ve Avrupa'nın yoğun ambargo siyaseti bile Asya-Pasifik ülkelerinin İran ile kurduğu bu ayrıcalıklı ilişkileri baltalayamadı.
ABD'nin AUKUS ile Avustralya ve İngiltere'yi sahaya sürmesine karşı Çin ve Rusya da ŞİÖ üyesi yaptıkları İran ile güç tazelediler. AUKUS anlaşmasında ABD'nin Avustralya'ya nükleer denizaltı teknolojisi transfer etmesi Moskova ve Pekin'in de İran'ın nükleer programına verdikleri desteği daha da artırmasına yol açacaktır.
Unutmayalım ki küresel güç cephesindeki yeni gelişmeler olmasaydı 2008'den bu yana ŞİÖ kapısında bekletilen İran üyelik hedefine ulaşamazdı. Zira 2008'de üyeliğe başvuran İran, Tacikistan'ın karşı çıkması nedeniyle üye yapılmadı. Gerekçe olarak da "ŞİÖ'ye tam üye olacak ülkelere yönelik BMGK'nin aldığı herhangi bir yaptırım kararının bulunmaması" şartıydı.
Oysa ABD'nin İran ile 2015'te imzaladığı nükleer anlaşmadan sonra BM ambargosu kalkmıştı. Buna rağmen İran tam 6 yıldır yine Tacikistan'ın itirazı bahane gösterilerek bekletildi. Ama ironiye bakın ki İran, üyeliğine karşı çıkan Tacikistan'ın başkenti Duşanbe'deki zirvede ŞİÖ'ye tam üye oldu.
İran'ın üyeliği Avrasya cephesine her açıdan büyük avantajlar sağlayacaktır. Çünkü İran sadece Asya-Pasifik cephesinde değil ŞİÖ'nün yakın dönemdeki en büyük stratejisi olan Afganistan'da istikrarın sağlanmasında da hayati bir rol oynama potansiyeline sahip.
Hint-Pasifik'teki yeni cepheleşme, ŞİÖ üyeliğiyle jeo-politik değeri daha da artan komşumuz İran başta olmak üzere Rusya ve Çin ile başlattığımız Avrasya açılımında yeni bir aşamaya da işaret ediyor.
Tarihsel bir imkâna dönüştürebileceğimiz bu yeni aşama hem bölgemizde hem de küresel denklemlerde Atlantik'e karşı manevra kabiliyetimizi daha da artıracaktır.
Sabah