İç savaşlar, yaygın şiddet, neoliberalizm…
Garcia Marquez'in 100 Yıllık Yalnızlık romanından, Kolombiya'yı “bitmez-tükenmez iç savaşların ülkesi” olarak tanımıştık. Romanın yayımlandığı 1967'de ülke, yeni bir silahlı kalkışmanın (FARC gerillalarının ve uzantılarının) ilk yıllarını yaşamaktaydı.
O yılların Kolombiya'sı, şiddetin yaygınlaştığı bir ülkedir. Amerikan filmlerinden biliyoruz ki Latin Amerika'daki uyuşturucu üretiminde ve (öncelikle ABD ile) pazarlanmasında önde gelmektedir. Ülke, bugünlerde Sedat Peker sayesinde Türkiye'de de güncelleşti.
Siyasal iktidar genellikle tutucu (uzun yıllar Liberal ve Muhafazakâr) partiler arasında paylaşılmıştır. Bu sayede neoliberal modelin yerleşmesi için askeri darbeler gerekmemiştir. Öte yandan, uyuşturucu mafyası, gerilla hareketleri ve tutucu iktidarların bileşkesi, ülkeyi kronik bir şiddet ortamına mahkûm etmiştir.
Son gerilla hareketi, yarım yüzyılı aşkın bir süre boyunca kırları, kent varoşlarını sarstı; 2016'da Kolombiya hükümeti ile FARC arasında imzalanan bir barış anlaşması ile son buldu. Gerillalar sivil hayata döndü; bazıları siyasete girdi. Barış anlaşmasında önemli rol oynayan Başkan Manuel Santos'a 2016'da Nobel Barış Ödülü verildi.
Ne var ki, Santos'un öncesindeki Başkan Alvaro Uribe ve bugünkü Başkan Ivan Duque bu anlaşma ile barışık değildir. Gerillaya karşı mücadeleyi üstlenen özel kuvvetler dağıtılmamıştır. Barış anlaşmasından bu yana 1000'i aşkın solcu ve toplumsal örgüt aktivisti öldürülmüştür.
“Kolombiya ayaklanıyor…”
Ara-başlıktaki ifade, Kolombiya'dan iki iktisatçıya (Maria Fernandes Lalde ve Kristina Birke'ye) aittir ve Mayıs 2021'de ülkelerindeki durumu değerlendiren bir yazının (NACLA, 8 Mayıs 2021) başlığıdır.
Neoliberal malî disiplinin korona salgınında uygulanışını Medellin Üniversitesi'nden Forrest Hylton açıklıyor: “Dünyanın en uzun ve sıkı kapanma dönemlerinden biri, herhangi bir gelir desteği uygulanmadan yürütüldü; nüfusun en yoksul yüzde 50'si tamamen dibe vurdu. Orta sınıflar da salgından sert etkilendi” (JACOBIN, 17 Mayıs).
“Korona şoku” yetmiyormuş gibi, 28 Nisan'da hükümet, neoliberal kemer sıkmayı ağırlaştıran bir vergi reformu ilan etti. Ücretlilerin vergi oranları yukarı çekildi; tüm temel tüketim mallarına uygulanan KDV oranları da %19'a yükseltildi.
Başkan Duque'nin beklemediği bir kitle tepkisi patlak verdi. İşçi Sendikaları Merkezi genel grev ilan etti ve öğrencilerin, kadınların, memurların, tüm toplumsal örgütlerin de katıldığı bir Ulusal Grev Komitesi oluşturuldu. Grevin etkili olduğu; kamyon sürücülerinin katılımı sonunda kentlerde temel ihtiyaç maddelerinde ciddi sıkıntıların oluştuğu anlaşılıyor (Counterpunch, 7 Mayıs).
Bir önceki başkan Uribe, 30 Nisan'da bir tweet ile “polisin göstericilere karşı ateşli silah kullanmasını” önerdi. Geceleri “eylemci avı”na çıkan güvenlik güçleri ve özel kuvvetler kan döktü. ABD kaynakları dahi polisi 41 ölü, yüzlerce kayıp ve çok sayıda cinsel tacizle suçlamaktadır. 55 Kongre üyesi Biden yönetimine, Kolombiya'ya askerî yardım ve silah satışına son verme çağırısı yapmıştır (Foreign Policy, 19 Mayıs).
“Neoliberalizme karşı ulusal bir isyan…”
Devlet şiddetinin kalkışmaları durduramadığı; tam aksine kamçıladığı anlaşılıyor. Polis karakollarının basıldığı, bazılarının ateşe verildiği haberleştiriliyor. Ülkenin üçüncü büyük kenti Cali, devlet güçlerinin denetiminden çıkmıştır.
Kolombiyalı siyaset bilimci Hylton yukarıda değindiğim yazısında, ayaklanmanın gelişimini şöyle betimliyor ve yorumluyor:
“Herhangi bir örgüte üye olan herkes ve gençlerin çoğu sokaklardadır. Sayısal olarak öğrenci hareketi en baştadır. Zira, neoliberal reformlar yüksek eğitimi metalaştırmış; çok sayıda öğrenciyi borçlandırmış ve üniversite öğrencilerinin sayısını artırmıştır.”
Üniversite öğrencilerine ilişkin Kolombiya betimlemesi ile bugünün Türkiye'si arasındaki benzerlik belki de eksik kalıyor. Özellikle Türkiye'deki diplomalı ve genç işsizliği verileri dikkate alınırsa… Gösterilere futbol taraftar topluluklarının da katıldığı haberleştiriliyor (BBC News, 14 Mayıs). Gezi günlerindeki Çarşı grubu gibi…
“Kolombiya'ya özgü neoliberalizm ile güvenlikçi uygulamaların zehirli bileşimi sonunda mülksüzleşen insanlar, ulusal bir isyanda birleştiler. Şimdilik temsilî bir örgüt yoktur. Son otuz-kırk yılda yerleşen otoriter, oligarşik, neoliberal, güvenlikçi devlete ve topluma başkaldıran yurttaşların demokratik bir devrimi söz konusudur.”
Hylton, yaşadığı ortamın etkisi altında “devrim” kavramını kullanmıştır; devrimci bir hareket nitelemesi yeğlenebilirdi.
Siyasal sonuçlar, uzantılar
Kalkışmalar yoğunlaşınca Başkan Duque vergi reformunu geri çekti; Maliye Bakanı istifa etti.
Vergi reformu, kalkışmaların nedeni değil, tetikleyicisiydi. Nitekim Grev Komitesi, neoliberal uygulamaları da hedefleyen on sekiz maddelik bir talep listesi getirdi. Başkan, görüşmelere başlamak için ulaşım sektörü grevinin son bulmasını; büyük kentlere girişlerin açılmasını istedi. Komite, bu talebi reddetti; öncelikle polis şiddetinin durdurulmasında ısrar etti. Müzakereler için bir ön-anlaşmanın gerçekleştiği; ancak Duque'nin zaman kazanmaya çalıştığı haberleri var (Reuters, 24 Mayıs, Telesur 26 Mayıs ).
Kolombiya Mayıs 2022'de Başkanlık seçimlerine gidecek; Duque aday olmayacaktır. 2016 Barışı sonrasında yasal siyasete geçen eski gerillalardan senatör Gustavo Petro kamuoyu yoklamalarında olası adaylar arasında açık-ara öndedir. Petro, 2018'deki Başkanlık seçiminin ikinci turunda yüzde 42 oy almış; seçimden önce de bir suikast teşebbüsünü atlatmıştı (Columbia Reports, 26 Nisan).
Kolombiya, suikast kurbanı muhalif siyasetçilerin sayısı bakımından benzersiz bir ülkedir. Kurbanlar içinde üç başkanlık adayı da yer alıyor.
Seçime daha bir yıl var; Kolombiya açısından çok uzun bir süre… Anketler bugünden ciddiye alınamaz. Önce 2021 ayaklanmasının sonucunu beklemek gerekiyor. Sonra da Mayıs 2022 seçimine sağ-salim ulaşabilmek…
Sol.org