ANALİZ: Benzin krizi ve İsrail roketleri arasında Hizbullah’ın taktikleri
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde öğretim üyesi olan Dr. Tuba Yıldız, ekonomik ve siyasi kriz içinde bulunan Lübnan’daki son gelişmeleri bölgedeki iki güç olan Hizbullah ve İsrail üzerinden değerlendirdi

Oluşturma Tarihi: 2021-08-21 00:44:48

Güncelleme Tarihi: 2021-08-21 00:44:48

Lübnan'da geçtiğimiz Mart ayında kötüleşmeye başlayan benzin krizi uzun kuyruklara ve polis müdahalesini gerektiren eylemlere yol açarken, protestolardan sonra benzinin litre fiyatının 20 bin Lübnan lirasından (LBP) 70 bin LBP'ye çıkması, Ağustos ayı itibarıyla ise devlet sübvansiyonunun kaldırılacağına dair haberlerin yayılmasıyla 300 bin LBP'yi bulması ülkede huzursuzluğun artmasına sebep oldu.

15 Ağustos'ta Akkar'da bir akaryakıt deposunda gerçekleşen ve 20'den fazla kişinin ölümüyle sonuçlanan patlama ise benzin meselesindeki kaçakçılık ve stokçuluğun tehlikelerini gün yüzüne çıkardı. Akkar patlamasının ardından Lübnan ordusunun, peş peşe yaptığı baskınlarla kapalı tutulan akaryakıt istasyonlarındaki benzin ve mazota el koyması, stokçuların mahallelere saldırmalarının ve büyük çatışmaların önüne geçme hedefini taşıyordu. Bununla birlikte Akkar'daki göstericilere karşı şiddet kullanılması ve önde gelen aktivistlerin tutuklanması ordu-halk arasındaki gerilimin daha da tırmanmasına neden oldu.

Ülkedeki benzin krizinin siyasi yansımaları en az sosyal tarafı kadar derin. Bu noktada Lübnan'daki ekonomik krizi şu ana kadar kurduğu sosyal destek fonlarıyla bir şekilde yöneten Hizbullah öne çıkıyor. Her ne kadar Merkez Bankası başkanı Riyad Selame, Hizbullah'ın ihtiyaç sahiplerine maddi destek sağladığı “Karz-ı Hasen” kurumunun gayriresmi olduğunu ve soruşturma açıldığını iddia etse de Hizbullah, Karz-ı Hasen sayesinde önemli sosyal girişimlerde bulunmayı başardı. Lübnan lirasının dolar karşısında yaşadığı hızlı düşüş nedeniyle yaşanan ekonomik bunalım karşısında İran'dan Lübnan lirasıyla ülkeye benzin getirileceği açıklamasıyla dikkati çeken Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, önemli bir manevra daha yaparak toplumsal hegemonyasını artırma hedefini ortaya koydu.

Nasrallah'ın açıklamalarına Lübnan ve İran penceresinden bakmakta fayda var. Nasrallah, Lübnan'a İran'dan ilaç ve benzin getirileceğine dair ilk açıklamaları Haziran ayında yaptı ancak hükümetin buna cesaret edemeyeceğini vurguladı. Esasen İran'la uzun zaman önce anlaşmaya varıldığını ve krizin devamı halinde -herhangi bir yetki beklemeden- Beyrut limanına İran tankerlerinin geleceğini söyleyen Nasrallah, Akkar patlamasından hemen sonra ise artık devletin çözümünü beklemeden kendilerinin İran'la beraber akaryakıt problemine kesin bir şekilde son vereceklerini söyledi. Lübnan Enerji Bakanlığının İran'dan herhangi bir şekilde yakıt alma girişiminin olmadığı beyanatına rağmen Nasrallah, benzini karadan veya denizden, üstelik gece de değil, gündüz getireceklerini söyleyerek “devlet dışı aktör” pozisyonunu da öne çıkarmış oldu.

Hasan Nasrallah'ın açıklamalarına Lübnan'da herhangi bir siyasi otoriteden karşı tepki gelmemesi Hizbullah'ın iç siyasi krizden nasıl yararlanabildiğini görebilmek açısından önemli. Bir diğer ifadeyle, sağlık ve gıda sektörü başta olmak üzere her alanı etkileyen akaryakıt krizinin taraflar arasında nasıl ele alındığına bakıldığında fark öne çıkıyor. Bu hususta Hizbullah'a daha fazla meşruiyet kazandıran durum aslında meselenin stratejik açıdan ele alınma biçimi.

Örneğin,13 Ağustos'ta geçici hükümetin başındaki Hassan Diyab, konuyu görüşmek üzere Cumhurbaşkanı Mişel Avn tarafından Baabda Sarayı'na yapılan daveti geçici kabinenin anayasal yetkisi dışında olduğu gerekçesiyle reddederken, 15 Ağustos'ta Nasrallah İran'la çoktan görüşülüp anlaşıldığını vurguladı. Aynı bağlamda 26 Temmuz'da hükümeti kurma görevini devralan Necip Mikati henüz bir kabine listesi veya reform paketi dahi belirlemeden ülkenin çöküşe gidebileceğini ifade ederken, Nasrallah “Lübnan çökmedi” diyerek başbakan adayına tepkisini yine kendi varlığı üzerinden gösterdi. Riyad Selame'nin Hizbullah'ın sosyal destek fonunun gayriresmi olduğuna yönelik ifadeleri ise Hizbullah'ın Selame'nin tek başına sübvansiyon kararı alamayacağı tepkisiyle karşılık buldu ve asıl Selame'nin resmiliğinin sorgulanması gerektiği mesajını verdi.

Diğer taraftan Nasrallah'ın benzin krizine dair yaptığı açıklamalar Suudi Arabistan ve Körfez'e yönelik de bir zemin buldu. Suudi Arabistan'dan şu ana kadar bir çözüm önerisi gelmediğini, İran'ın ise ambargoya rağmen Lübnan'ı kurtaracak güçte olduğunu ifade eden Nasrallah, böylece bir anlamda Suudi Arabistan'a da meydan okumuş oldu. İran'dan Lübnan'a gelecek olan yardımla ilgili yapılan açıklamalar karşısında Suud tarafının sessiz kalması ise hem hükümeti kuramayan Hariri'yi biraz daha köşeye sıkıştırdı hem de dengeleri Hizbullah lehine bozdu.

Bununla birlikte Hizbullah tarafından Lübnan'ın tümü için kurtuluş haritasının rotası İran'dan çizilirken ülke içinde Şii yoğunluklu bölgelere dahi tam bir destek sağlanamadığı gözlemleniyor. Beyrut'un güneyindeki Dahiye'de yaşayan Şiiler diğer banliyölere kıyasla en yoksul kesimi oluşturuyorlar. Su tankerleri Dahiye'ye haftada bir uğrayabiliyor, jeneratör yetersizliği nedeniyle de elektrik kesintisi yirmi saati geçebiliyor. Fakat yine de dikkat çeken motivasyon konuşmalarında akaryakıtın kendisi gelmese de isminin geçmesi siyasi liderler kadar Hizbullah'ın da halk desteğini kaybetmemeye çalıştığı gerçeğini açığa çıkarıyor.

İran tarafında da Haziran'daki seçimleri kazanarak cumhurbaşkanı olan İbrahim Reisi'nin İran'ın Lübnan'a yönelik dış politikasında herhangi bir değişikliğe gitmeyeceği biliniyor. Dolayısıyla İran siyasi ajandasında Lübnan önemini korumaya devam edecek. Gerçekleşmesi halinde Lübnan'a yapılacak benzin ve mazot yardımının düşük ücretle yapılacak olması ise İran için ciddi bir ekonomik zarar olarak gözükmüyor. Aksine Suudi Arabistan'ın yeni politikaları bağlamında geriden takip ettiği Lübnan için İran, “Lübnan'dayım” mesajı vererek, pozisyonunu korumaya devam ediyor.

İsrail'le yükselen tansiyon, Halde'de mezhep çatışması

Hizbullah'ı benzin meselesi dışında gündeme oturtan diğer konu ise Ağustos ayında güneyde İsrail'le yaşanan gerilim oldu. 4 Ağustos'ta İsrail'e yapılan saldırılara bir gün sonra karşılık verilmiş, 6 Ağustos'ta da Hizbullah gün ortasında misillemede bulunmuştu. Nasrallah İsrail'in bozmak istediği angajman kurallarını koruduklarını söyleyerek Lübnan'da yaşanan iç sorunlar nedeniyle “direnişin” zayıfladığının düşünülmemesi uyarısında bulundu.

Hasan Nasrallah'ın misilleme saldırılarıyla İsrail nezdinde Lübnan'a da verdiği “Hâlâ güçlüyüz” mesajının benzin meselesiyle aynı zamana denk gelmesi stratejik açıdan özel bir duruma da işaret ediyor. Geçtiğimiz Mayıs ayında Lübnan'ın güneyinden yine İsrail'e fırlatılan roketlere İsrail'in topçu atışıyla karşılık vermesi hakkında Hizbullah tarafından bir misilleme veya açıklama gelmedi. Ancak 6 Ağustos'ta yapılan konuşmada İsrail'in yakın bir savaşta yok edileceğine özellikle vurgu yapılması kendi destekçileri arasında büyük bir yankı buldu. Öte yandan bazı analizlerde 4 Ağustos roket saldırısının patlamanın birinci yıl dönümünün anıldığı güne denk gelmesi, “dikkatleri başka yöne çevirme girişimi olabilir” şeklinde okundu. Lakin Hizbullah İsrail'le yaşanması muhtemel herhangi bir tansiyon için patlamayı kullanmaya ihtiyaç duymadığı gibi, patlama yıl dönümü için toplanan kalabalık da Lübnan krizinin yalnızca Hizbullah merkezli ele alınmadığını göstermiş oldu. Dolayısıyla gerek Lübnan içinde gerekse sınırlarında Hizbullah'ın zamansal taktiğini Hizbullah'ın kendi iç dengeleri açısından ele almak gerekiyor.

Tüm bu yaklaşımlar göz önünde bulundurulduğunda, derinleşen ekonomik kriz ve siyasi kaos nedeniyle öfkeli olan Lübnanlılara devlet zafiyeti karşısında Hizbullah'ın sunduğu seçenekler kadar söylemin gücü de ortada. Hükümetin kurulamadığı, dolayısıyla da reformların uygulanmadığı ve devlet acziyetinin ülkenin hemen her kurumunda hissedildiği bir dönemde hâkim söylemi de iyi okumak gerekiyor. Bu konudaki en iyi örneklerden birini ise ülke koşullarını dikkatli bir şekilde tahlil eden Hizbullah veriyor.

AA