ANALİZ: Hayaller ve gerçekler arasında Avrupa ordusu
İngiltere Leeds Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünden Muhammed Çağrı Bilir, uzun süredir Avrupa ülkeleri arasından gündem olan “Avrupa Ordusu” meselesini değerlendirdi

Oluşturma Tarihi: 2021-10-01 19:03:20

Güncelleme Tarihi: 2021-10-01 19:03:20

Bilir'in “Hayaller ve gerçekler arasında Avrupa ordusu” başlıklı analizinden önemli bir bölüm;

Belirlenen hedefler kapasiteyle uyumlu değil

Böyle bir projenin hayata geçmesi için üye ülkelerin mutlak bir konsensüs ile konuya yaklaşması ilk şart olarak gözüküyor. AB dış politikasının kurumsal olarak savunma ve askeriye alanlarında belkemiği olarak nitelendirilebilecek Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası (OGSP), son halini aldığı Lizbon Antlaşması'nda bir kez daha net bir şekilde belirtildiği gibi kararların oy birliği prensibine göre alındığı bir platform. Dolayısıyla kurum içinde karar verme süreçleri diğer alanların aksine savunma ve güvenlik hususunda tamamen üye devletlerin inisiyatifinde gerçekleşiyor. Yani üye ülkeler açısından bir egemenlik devri söz konusu değil. Yine de 1992 yılında “Petersburg Tasks” olarak bilinen ortak güvenlik hedeflerinin deklare edilmesinden bu yana birçok kez benzer projeler kâğıt üzerinde bütün üyelerin hemfikir olmasıyla kabul edildi. İlk somut adım olarak, 1998 yılında Saint Malo Deklarasyonu olarak bilinen İngiliz-Fransız ortak bildirisi AB ülkelerinin ABD'den bağımsız otonom savunma yeteneği kazanması gerekliliğini vurgulayarak bunun için geçerli adımları atmaya öncülük edileceğini duyurmuştu. Balkanlarda yaşanan kötü tecrübenin bu atılan adımın temel sebebi olduğu değerlendirilir.

Bunu takiben 1999 yılında yapılan Helsinki Zirvesi'nde 2003 yılına kadar 60 gün içinde sahaya konuşlandırılabilecek 60 bin kişilik bir kuvvet oluşturma fikri üye devletlerce onaylandı ve OGSP'nin ilk versiyonu Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP) oluşturuldu. 2003'e gelindiğinde ise AB yayınladığı strateji belgesinde ortak güvenlik hususunun çerçevesini çizdi. Buna göre terör, kitle imha silahlarının yayılması, bölgesel çatışmalar, başarısız devletler ve organize suç global olarak istikrarsızlığın en önemli sebepleri olarak tanımlanırken, belirtilen tehditlere karşı Birleşmiş Milletler (BM), NATO veya Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) gibi uluslararası örgütler aracılığıyla etkili çok taraflılığın, kriz bölgelerinde demokrasinin teşvikinin ve bunları yaparken askeri ve sivil araçların kullanılmasının gerekliliği vurgulandı. Fakat bütün bunların nasıl operasyonel hale getirileceğine yönelik belge esasen hiçbir şey söylemiyor.

Yine de tanımladığı tehditler ve araçlara bakıldığında AB'nin küresel bir aktör olarak rol alma hedefine sahip olduğu gayet açık. Bu doğrultuda kriz bölgelerine daha hızlı müdahaleyi mümkün kılabilecek bir mekanizma kurabilmek için 2004 yılında 60 bin kişi olarak tanımlanan kuvvet projeksiyonu daha küçük ve iki hafta içinde krize angaje olabilecek muharebe gruplarıyla yer değiştirdi. Çünkü kısa sürede anlaşıldı ki, AB ülkelerinin orduları bu denli büyük bir kuvveti ortak olarak sahaya sürecek kadar ne birbirine entegreler ne de birçok ülkenin buna dahil olabilecek bir kapasitesi var. Dolayısıyla maliyetler İngiltere ve Fransa gibi ülkelerin sırtına bineceği için projenin kapsamı daraltıldı. Güç projeksiyonundaki olumsuz değişimlerin yanı sıra, kriz yönetimi ve savunma sanayiinin gelişimi konusunda üye ülkelere yardımcı olmak amacıyla 2004 yılında Avrupa Savunma Ajansı'nın kurulması gibi kurumsal gelişmeler de yaşandı. 2009 yılında Lizbon Antlaşması'nın onaylanması ile Saint-Malo bildirgesinde arzu edilen hükümetler arası karar alma mekanizması korundu ve OGSP'nin kurumsal yapısı son şeklini aldı.

2003 ve 2009 yılları arası aslında AB ordusu hedefleri açısından altın çağ olarak nitelendirilebilir. Çünkü bu periyotta AB 20 kadar askeri ve sivil misyonla üç kıtada varlık gösterebildi. Her ne kadar bu operasyonların neredeyse hepsi küçük çaplı barış koruma, gözetleme, askeri eğitim veya sınır kontrolü gibi misyonlar olsa da yeni doğmuş bir fikrin sahada karşılık bulduğu düşüncesiyle başarı olarak değerlendirildi. Ancak bu durum geçtiğimiz on yılda AB'nin komşuluk politikası dahilinde en kritik bölgelerden biri olarak tanımladığı Orta Doğu ve Doğu Avrupa'da başlayan iç savaşlarla beraber tamamen terse döndü. Başta Libya, Ukrayna ve Suriye İç Savaşları olmak üzere, başarısız devlet statüsü, giderek artan şiddet, terör, sivil kayıplar ve bunun sonucunda başta Avrupa olmak üzere yakın coğrafyalara yayılan göç dalgası bölgede istikrar üzerinde yıkıcı etkiler yarattı. Her bir kriz AB strateji belgesinde belirlenen yeni tehditlere ev sahipliği yaparken, AB'nin ilgi çekici bir şekilde devreye girmemiş olması, OGSP'nin işlevinin sorgulanmasına yol açtı. Bu olayların devamında ise bugün AB ordusu tartışmasının işlendiği her platformda görülen AB'nin Stratejik Otonomisi kavramı AB tarafından yeni bir başlangıç noktası olarak 2016 yılında ortaya atıldı. Ancak buradaki otonomi kavramını AB'nin nasıl tanımladığı halen net değil. Elbette diğer ülkelere bağımlılığını azaltarak güvenliğini ilgilendiren konularda manevra yapabilecek araçlara sahip olabilme fikri bu kavramın altında bir hedef olarak öne sürülüyor. Bir AB ordusunun yanı sıra ortak savunma sanayisi projeleri, Ar-Ge yatırımları veya ortak komuta merkezi oluşturmak gibi gündem maddeleri bu araçlardan bazıları olarak dikkat çekiyor.

Savunma alanında egemenlik devri şart

İlk bakışta bunca yıllık ekonomik entegrasyonun geldiği noktayı baz alarak böyle bir projenin ne kadar mantıklı olduğu düşünülebilir. Hatta AB çevrelerinde bu fikirlere gerçekten inanan onlarca akademisyen veya siyasi elitle karşılaşmak mümkün. Öyle ki üye ülkelerin kullandığı retorikte genelde bu projenin hayata geçmesinin ne kadar önemli olduğu sürekli vurgulanıyor. Öte yandan yukarıda bahsedilen her yeni adımda üye ülkelerin konsensüs sağlaması kâğıt üstünde bir hedef birliğini bile işaret ediyor. Ancak yine de AB ordusu fikri desteklenmesine rağmen tüm şartların oluştuğu bir durumda dahi NATO yerine OGSP'nin sahneye çıkarılmaması, AB ordusunun somutlaşmaktan uzak bir hayal olduğu görüşüne ağırlık kazandırıyor.

Son yıllarda bu tartışmaya yönelik ortaya atılan en yaygın görüş, üye ülkelerin ekonomik olarak sağladıkları görece refah düzeninin devamlılığı için gereken halk desteğini Avrupalılaşmak fikri temelinde diri tutmak ve bu doğrultuda siyasi risklerin az olduğu kriz bölgelerinde küçük çaplı başarılar elde ederek Avrupalılık fikrinin yeniden Brexit gibi bir durumla karşılaşmasına engel olmak olduğu söylenebilir. Yani güvenlik ve savunma açısından sadece bir şeyler yapıyor görünmek gibi bir amaç olduğu bu yüzden Libya veya Suriye gibi riskli alanlarda OGSP üzerinden bir hamle yapmadıkları söyleniyor. Yine son dönemde ortaya atılan bir görüş de bu tarz bir oluşumun AB'ye güvensizlikten ziyade AB'nin ABD'ye güvenlik konusunda üstüne düşeni yaptığını göstererek NATO'ya bir alternatif değil destekleyici bir platform oluşturma çabası içinde olduğu yönünde. Dolayısıyla ABD'nin varlık göstermediği ciddi bir kriz bölgesinde AB'nin olmaması açıklanabilir.

Son olarak OGSP'nin karar alma prensibinin oy birliği esasıyla olmasının bu gibi süreçleri tıkadığı söyleniyor. Üye ülkelerin OGSP çatısı altında bir AB ordusu veya bir çeşit krizlere müdahale etme kapasitesine sahip bir kuvvet oluşturmakta hemfikir olması, bahsi geçen kriz bölgelerinde her bir üye devletin birbirleriyle çakışan materyal çıkarları veya çıkarlarını oluşturduğu iddia edilen farklı kültürlerinin olmadığı anlamına gelmiyor. Diğer bir deyişle, daha çok ikincil düzeyde önemsenen bölgeler ve olaylara karşı ortak bir tutum izlerken jeopolitik açıdan kritik alanlarda OGSP'nin işlevsel olmaması açıklanabiliyor. Bu yaklaşımların ortak yanı AB'nin çeşitli sebeplerle riskten kaçındığı argümanıdır. Dolayısıyla AB ordusu üzerinde bugün anlaşılsa bile yarın yine yakın bir coğrafyada ortaya çıkacak bir krizde bu mekanizmanın kullanılma ihtimali görünmüyor.

Görüldüğü gibi hâkim yaklaşımlar tutarlı açıklamalar ortaya koyuyor ve farklı yollarla aslında aynı sonuca çıkıyorlar. Aynı anda hepsinin birden haklı olabilme ihtimali de oldukça yüksek. Çünkü denir ki devletler egemenliklerinden feragat etmek istemezler dolayısıyla kendilerinden bağımsız karar verme süreçleri olabilecek yapılara sıcak bakmazlar. Ancak ve ancak egemenliklerinden verecekleri küçük tavizlerle aslında otonomilerini artıracak daha büyük bir getiri imkânı varsa bu yola başvurabilirler. Üye ülkelerin AB regülasyonlarına özellikle ekonomi açısından harfi harfine uymaları buna örnek olarak gösterilir. Ancak güvenlik ve savunma gibi, bir devletin otonomisini derinden etkileyebilecek bir alanda egemenlik devri AB çatısı altında bile gerçekçi bir hedef değil. Bu sebeple AB, OGSP çatısı altında bir AB ordusu projesiyle AB'nin otonomisini artırmayı hedeflese de bu tarz bir ordunun kalıcı komuta merkezinin olması, ortak teçhizat kullanımı ve bunun gerektirdiği entegrasyon veya karar alma süreçlerini hızlandırmak için yapılacak bir nitelikli çoğunlukla karar alma değişikliği AB otonomisini artıracak gibi gözükürken her bir üye ülkenin aslında otonomisinde azalmayı olası hale getiriyor. Bu da AB ordusu fikrinin neden yakın gelecekte mümkün olmadığını gösteriyor.

AA