Geçtiğimiz haftalarda İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif'in bir ses kaydı basına sızdı. Söz konusu kayıt Ruhani hükümetinin 8 yıllık karnesini hükümet mensuplarının kendi ağızlarından dile getirdikleri tecrübelerle kayıt altına almayı amaçlayan bir projenin parçasıydı. Bu proje doğrultusunda Zarif, muhalif kimliğiyle bilinen reformist akademisyen Said Leylaz ile bir söyleşi gerçekleştirmişti. Yayınlanmadan arşive kaldırılması planlanan bu 7 saatlik söyleşinin 3 saatlik kısmı Suudi Arabistan'ın fonladığı Iran International kanalı tarafından yayımlandı.
Ses kaydında birkaç nokta öne çıkıyor. Bunlardan biri Zarif'in ve temsil ettiği Dışişleri Bakanlığının Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) komutanları karşısındaki güçsüz pozisyonu. Söyleşide Zarif, geçen yıl ABD tarafından öldürülen DMO Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'ye dair epey tartışmalı iddialar ortaya atıyor. Buna göre Süleymani, Zarif ve Dışişleri Bakanlığının diplomatik çabalarının altını oyan birisiydi. İran'ın bölgesel siyasetini Dışişleri Bakanlığı yerine Süleymani başta olmak üzere DMO komutanları belirliyordu. Zarif ve Dışişleri Bakanlığının söyleyecek sözü sınırlıydı. Ayrıca DMO komutanları, 8 Ocak 2020'de düşen Ukrayna yolcu uçağının füzeyle vurulduğunu bilmelerine rağmen olayın üzerini kapatmaya çalışmışlar ve gerçekleri açıklamak isteyen Zarif'i de “Sen git Tweet at” diyerek aşağılamışlardı (!).
Zarif'in ses kaydındaki iddialar, aslında İran siyasal sistemini bilenler ve güncel gelişmeleri takip edenler açısından şaşırtıcı değil. İran'daki anayasal ve fiili sistem, velayet-i fakih doktrinine dayanan dini liderlik makamının cumhurbaşkanlığı, hükümet ve meclis gibi demokratik unsurlar başta olmak üzere diğer tüm kurumlardan daha yüksek bir makam olarak kurumsallaşmasına dayanmakta. Bu sistemde DMO komutanı da yalnızca dini lidere karşı sorumlu kılınmıştır. Dolayısıyla gerektiği takdirde “İslam devrimini koruma” amacıyla hükümete ve meclise de meydan okuyabilir. 1999'un Temmuz ayında İran'ı sarsan öğrenci protestoları sırasında aralarında Kasım Süleymani'nin de bulunduğu DMO komutanlarının Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi'yi hedef alarak yazdıkları “ayağını denk al” minvalindeki mektubu bilenler ne demek istendiğini anlayacaktır.
DMO'nun son yıllarda İran siyasetine artan oranda angaje olduğu ve gücünü artırdığı bir gerçek. Suriye iç savaşı ve Irak'taki Haşdi Şabi yapılanmasının koordinasyonundaki rolü sebebiyle DMO'nun bölgesel siyaseti belirleme kapasitesi de bir hayli artmış durumda. Zarif'in 2019'un Şubat ayındaki istifası da aynı nedenden kaynaklanmıştı. Suriye rejimi lideri Beşşar Esed'in Tahran ziyaretinden haberdar edilmemesi ve ziyarette kendisi olmadığı halde Kasım Süleymani'nin bulunması Zarif'in gururunu ve temsil ettiği kurumun itibarını zedelemişti.
Aslında Dışişleri Bakanlığının prestiji yalnızca DMO tarafından çiğnenmiyor. “Nehadha-yı İnkılabi” (devrimci kurumlar) denen ve sadece dini liderlik makamına hesap veren oluşumların çoğu karşısında seçilmiş hükümetin ve hatta İslami Şura Meclisi'nin eli kolu bağlı. Bu kurumlar arasında DMO'nun yanında vakıfları da (bonyadha) zikretmek gerek. Örneğin, 1990'lı yıllarda hem Ali Ekber Velayeti hem de Kemal Harrazi'nin dışişleri bakanlıkları dönemlerinde müteaddit defalar Salman Rüşdi için Ayetullah Humeyni'nin verdiği ölüm fetvasının peşine düşülmeyeceği açıklanmıştı. Buna karşılık Hordad-15 Vakfı Başkanı Ayetullah Sanei, Rüşdi'nin başı için belirlenen ödül miktarını artırarak hükümetin resmi politikasına meydan okumuştu.
Hamaney'in açıklaması ve İran siyasetinde hizipler arası kavgalar
2 Mayıs Pazar günü bir açıklama yapan dini lider Hamaney'in kullandığı dengeli üslup, tartışmaları kontrol altına alma amacı taşıyordu. Bir taraftan Zarif'in sözlerinin “düşmanın sözlerinin tekrarı” olduğunu söyleyerek dışişleri bakanını azarlayan Hamaney, diğer taraftan ise “Dünyanın hiçbir yerinde dış siyaseti Dışişleri Bakanlığı belirlemez. Her zaman daha üst mevkilerdekiler belirler. Dışişleri Bakanlığı da elbette sürece katılabilir,” diyerek Zarif'in iddialarını küçümsüyordu. Hamaney'in beyanları, bir nevi kriz yönetimi niteliği taşıyordu. Zira Hamaney, Zarif'in ses kaydındaki konuların koparılan gürültüye değmeyeceğini, dış politikanın Zarif ve Dışişleri Bakanlığının dışında belirlenmesinin zaten gizli bir durum olmadığını belirtiyordu. Dolayısıyla ortada bir kriz durumu söz konusu değildi. Hamaney'in sözleri İran siyasal sisteminde seçilmişlerin atanmışlar karşısındaki zayıf pozisyonunu açık etse de dini lider bu durumun normal olduğunu söylüyordu.
Hamaney'in eleştirileri karşısında Instagram hesabından bir açıklama yayınlayan Zarif, “Yüce rehberlik makamımızın müşfikane beyanatları her zaman benim ve iş arkadaşlarım için uzmanlık tartışmalarının ve sözün bittiği yerdir” diyerek özür diledi. Yayınlanmaması gereken ve tecrübelerini aktardığı bir söyleşinin çalındığını ve kesilip biçilmek suretiyle “kötü niyetli kişiler tarafından” yayınlandığını ifade eden Zarif, bu yüzden dini lider Hamaney'in kendisine kızgın olduğunu, bundan dolayı da kendisinin çok üzgün olduğunu dile getirdi.
Hamaney'in açıklamalarının ardından da Zarif cumhurbaşkanlığı seçimlerinde reformistler için en uygun aday olarak konuşulmaya devam etti. Ancak Zarif Instagram hesabından son bir açıklama yaparak seçimlerde aday olmayacağını ilan etti.
Özellikle Viyana'daki görüşmelerden yaptırımların kaldırılması kararı çıktığı takdirde Zarif'in prestiji oldukça yükselecektir.
Yaklaşan İran cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi adaylar da yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Zarif'in ses kaydı, reformistler ve muhafazakârlar arasındaki, dış politika kurumlarının ve diplomasinin önemine matuf pozisyon farklılıklarının altını çizmekte. Bu farklılıkların kamuoyunca bilinmesi, şüphesiz seçmen davranışlarına yansıyacaktır. Zarif'in şahsına olmasa da temsil ettiği siyasal hizbin sandıktaki performansına etkisinin olacağı muhakkak. Öte yandan muhafazakâr cephe de ses kaydı üzerinden reformistlere yüklenecektir ve seçimler yaklaştıkça bu kavgada tansiyon yükselecektir.
Ses kaydının işaret ettiği gerçekler Türkiye-İran ilişkileri açısından ne ifade ediyor?
Suriye ve Irak başta olmak üzere Türkiye-İran ikilisinin diyaloğunu gerektiren pek çok bölgesel mesele var ve ileride de olmaya devam edecek. Bu meselelerde Türkiye'nin muhatabı doğal olarak İran'ın seçilmiş hükümeti ve Dışişleri Bakanlığı oluyor. Örneğin, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, İdlib ve benzeri acil çözüm gerektiren bölgesel sorunları DMO Genel Komutanı Hüseyin Selami ile görüşmüyor. Onun yerine mevkidaşı Cevad Zarif ile görüşüyor. Modern ve demokratik bir devlette dışişleri bakanının ve hükümetin dış politikayı belirlemesi gerekir.
Türk dışişlerinin İran dışişleri ile olan diyaloğunun İran'ın bölgesel davranışlarına ve iki ülke ilişkilerine ne kadar tesir edeceği sorusunun cevabı bu yüzden havada kalıyor.
Uluslararası Tahran İmam Humeyni Havalimanı'nın Türk-Avusturya ortak girişimi TAV tarafından işletilme izninin 2004'te DMO uçaklarının havalimanını kapatması sonucunda hükümsüz bırakılması, Hatemi hükümetinin dış politika anlayışına olduğu kadar Türk-İran ilişkilerine de bir darbeydi. Bu durum Türk şirketlerinin İran ile iş yaparken aldıkları risklere de açık bir şekilde işaret ediyordu. Bu risklerin ortaya çıkışında elbette İran'daki çift başlı sistem ve nihayetinde DMO'nun güvenlik paranoyasının Dışişleri Bakanlığının diplomatik çabalarına baskın gelmesinin payı söz konusuydu. 2011 yılından beri ev hapsinde olan ve o dönem meclis başkanı olan reformist siyasetçi Mehdi Kerrubi, bu olayla ilgili olarak “bir felaket ve ülke adına utanç verici” şeklinde ifadeler kullanmıştı.
Söz edilen durum yalnızca Türkiye-İran ilişkileri açısından geçerli bir sorun değil elbette. İran'ın tüm dünya ülkeleri ile olan ilişkilerinde diplomasinin bir sınırı olduğu açık. Nükleer müzakereler gibi İran dini liderinin doğrudan desteklediği bilinen süreçlerde bile en basitinden süreci uzatacak mekanizmaların devrede olduğu ortada. Zarif'in ses kaydında bu mesele de açıkça ifade ediliyor. DMO komutanlarının Rus komutanlarla birlikte müzakereleri sabote etme girişiminde bulunduğu Zarif'in iddiaları arasında. Dolayısıyla İran'daki çift başlı yapı yalnızca İran iç siyasi dengeleri, İran'daki demokratik kurumsallaşma ve kültür, İran'da devlet-toplum ilişkileri ve İran siyasetinin elitist karakteri açısından değil; İran ile muhatap olmak zorunda kalan ülkelerin İran ile kuracağı diyaloğun belirsiz zeminini işaret etmesi açısından da tartışılmaya değer.
AA