NATO Zirvesi'ne hızla yaklaşıyoruz. Bu zirvenin, daha evvelki rutin sayılabilecek zirvelerden farklı bir gündeme sâhip olduğu da son decede âşikâr. Aslında NATO'nun yeni bir doktrin geliştirmesine gebe. Bu da anlaşılabilir bir durum. Çünkü NATO'nun târihsel işlevini var eden dünyânın çok dışındayız.
NATO, bilindiği üzere bir Soğuk Savaş örgütlenmesi olarak tezâhür etmiştir. NATO'yu var eden aslında Varşova Paktıydı. Soğuk Savaş sona erdikten ve Varşova Paktı dağıldıktan sonra manâsını ve işlevini kaybetti.
Düz bir akıl yürütmeyle varlığını devâm ettirmemesi ve kendisini lağvetmesi beklenirdi. Ama öyle olmadı. Bunun da anlaşılır bir durum olduğunu düşünüyorum. Dev bir aygıtın bir çırpıda dağıtılmasını ve tasfiye edilmesini beklemek iyi niyet sınırlarını zorlamak olacaktı. Nitekim NATO bütün haşmetiyle devâm etti.
Sanki bir dünyâ jandarmalığı göreviydi bu. Ama bu haşmetli yapı “rakipsiz“ varlığını devâm ettirirken peşi sıra bir boşluğu da sürüklemekteydi. Rakipsiz kalmak, hem de eski Varşova Paktı mensuplarını içererek genişlemesi onun gücünü ortaya koyuyordu. Ama bu durum aynı zamanda onun zaafıydı. Bir tehlike, tehdit unsuru olmaksızın varlığını temellendirmekte zorlanıyordu.
Artık Sovyetler Birliği mevcut değildi. Onun yerini alan Rusya hızla piyasa temelli ekonomik ilişkilere geçiyordu. Hâsılı devlet kapitalizmini terk ediyor, “liberâl” küresel kapitalist işbölümünde yerini alıyordu. Artık sistem için bir tehdit değildi. Bunun uzantısında Rusya ile Avrupa Birliği arasında ağırlıklı olarak enerji temelli yakın ilişkiler kuruyordu.
Tabloyu nasıl değerlendirmek gerekir? Başka bir ifâde ile soralım: Bu süreçten kazançlı çıkan taraf kimdi? Bir askerî yapı olarak NATO muzaffer görünüyor, Doğu Avrupa'yı büyük ölçüde nüfuz alanına dâhil ediyordu. Ama yeni manzarada, AB de genişliyor ve ekonomik olarak Rusya'ya yakınlaşıyordu. Mesele enerji olduğu, kaynaklar da Rusya ‘da olduğu için, bir bakıma Rusya'ya bağımlı hâle geliyordu.
AB içinde pivot gücün Almanya olduğunu dikkâte alacak olursak, bu tablo aynı zamanda kendisine, II. Genel Savaş sonrasından bu tarafa, üzerindeki boğucu ABD baskısını hafifletme fırsatı veriyordu. Dahası, Almanya'nın Doğu'ya açılma siyâsetlerini tazelemesi için bir imkân arz ediyordu. Fransa açısından ise bu, zihninde tuttuğu PESCO, PESCO üzerinden de AB liderliğini ele geçirmek için fırsattı.
Hâsılı, NATO'nun Varşova Paktı'na karşı kazanmış olduğu zaferi aslında müphem bir zafer olduğunu düşünmek için hayli sebep olduğu anlaşılıyor. Doktriner olarak bir boşluğa düşmesi bir tarafa, Avrupa üzerindeki nüfûzunu kaybetmek riski ile karşı karşıya kalıyordu.
Diğer taraftan, küresel rekâbet Asya'ya kaymaktaydı. Buradaki rakibin Çin olduğu âşikârdı. NATO için hızlıca bir doktrine bir yenilenmeyle odağını Pasifik'e kaydırması akla en uygun olanıydı. Belki de Afganistan bunun bir provasıydı. Ama bu da kolay değildi. Çünkü Çin, ABD'yi ve genel olarak Batı'yı var eden ilkelerle savaşmıyordu ki… O da liberâl ekonomiyi kabûl etmiş, hızla kapitalistleşiyordu.
Gâliba bütün mesele NATO'nun içine düştüğü doktriner boşlukta düğümleniyor. ABD iç siyâsetinde Trump liderliğindeki Paleocon'ların iktidârı, NATO'nun içine düştüğü boşluğu tâmiri gayrı kâbil gördü. Avrupa'yı kendi kaderine bırakmayı, Rusya ile gerilmemeyi, odağı Pasifik'e kaydırmayı esas aldı.
Buna tepki olarak ortaya çıkan Neocon destekli Biden iktidârı NATO'nun ayağa kaldırılması, doktriner olarak yenilenmesi işini merkeze koydu. ABD-AB ilişkilerinin güçlendirilmesi iddia ve hedefi aslında yeniden Avrupa ile Rusya arasındaki gerilimleri ısıtmayı, tırmandırmayı; bu sûretle yeniden Kıt'a Avrupası'nda ABD kontrolünü tâzelemeyi gâye ediniyordu. Ukrayna, Belarus, Karadeniz'de yaşanan tansiyon yükselmeleri bunun göstergeleri olarak değerlendirilebilir. Diğer taraftan Kuzey Akımı'na karşı çıkması da bu hesâpta ele alınmalıdır. Lâkin Almanya ve Rusya'nın kararlı karşı çıkışları bu teşebbüsleri geriletti. NATO Zirvesi arifesinde, anlaşılıyor ki AB ve Rusya istediklerini elde etti. Kuzey Akımına vize çıkması, Blinken ve Lavrov tarafından yapılan açıklamalar Rusya ve ABD arasındaki tansiyonun düşmesi buna işâret ediyor.
Önümüzdeki zamanlarda, Avrupa-Rusya arasında yaşanacak gövde gösterilerini, gerilimleri artık abartmamak gerekiyor. Taraflarca kontrol edilebilir gerilimler olacaktır bunlar. Tost muameleleri görecek ise daha çok Doğu Avrupa devletleri olacak. NATO'daki itirâzî sesleri bu devletlerden işiteceğiz.
İbre yavaş yavaş Çin'e doğru kayıyor. Ama doktriner boşluk henüz giderilmedi. Bu zirvede, Çin'i siyâsal ve ideolojik manada mahkûm edecek bir söylemin hâkim olacağını tahmin ediyorum. Yeni Soğuk Savaş mı? Muhtemelen.. Ama “nesnesi” artık Rusya değil, Çin…