Fahrettin Dede*
Mısır'ın geçtiğimiz hafta Türk kıta sahanlığı ile uyumlu olarak çizdiği deniz yetki alanları haritası Ortadoğu'nun son günlerde en önemli gündem maddesi oldu. Haritanın dünya basınına yansıması sonrası önce Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, ardından da Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ve Hulusi Akar'dan gelen Mısır'la yapılacak muhtemel anlaşma Türkiye'de oldukça geniş bir perspektifte değerlendirildi. Ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın geçtiğimiz Cuma günü yaptığı Mısır hakkındaki açıklamalar, Türkiye ile Mısır arasındaki anlaşmaya yönelik Türk devlet iradesini açıkça gösterirken bu tutum bazı kesimler tarafından gerek konvansiyonel medya, gerekse sosyal medyada farklı noktalara çekildi. Özellikle 2013 yılından bu yana tedavülde olan “Siyasal İslam'ın çöküşü” söylemleri etrafında bazı siyasiler, gazeteler ve gazeteciler tarafından Türkiye'nin politikalarında bir ‘U dönüşü' resmedilmeye çalışılsa da bu durum ne Mısır'ın, ne de Türkiye'nin gerçekleriyle uyuşmuyor. Zira açıklamalar, evvelemirde ‘deniz yetki alanları' üzerinden yapıldığı gibi, Türkiye'nin şimdiye kadar Mısır'la karşı karşıya geldiği alanlarda herhangi bir geri adım attığına dair de bir bilgi yok.
Küreselden Bölgesele Değişen Dengeler
Anlaşma ile alakalı mevcut bilgi ve varsayımlar, Türkiye'de bazı çevrelerin çizdiği tablonun oldukça hilâfına düşüyor. Zira Mısır'ı, yıllar sonra Türkiye'nin tezlerine uygun bir harita çizmeye iten sebep, ABD Başkanlık seçimlerinden bölgesel düzlemde yaşanan gelişmeler ve Mısır'ın ülke içi dengelerine kadar pek çok karmaşık durumla yakından ilişkili…
ABD'de Kasım 2020'de gerçekleşen sancılı başkanlık seçimlerini Demokrat Parti adayı Joe Biden'in kazanmasıyla ABD-Ortadoğu ilişkilerindeki –nisbî de olsa- değişim beklentisi halen geçerliliğini koruyor. Bu kapsamda Körfez ülkelerinin Trump dönemindeki hoyratlıklarından geri adım atacağı bekleniyor. Nitekim ABD'deki başkanlık seçimleri süreci henüz devam ederken gerçekleşen İzmir depremi sonrası Suudi Arabistan'ın depremzedelere yardım göndermesi de bunun somut bir adımı olarak yorumlandı. Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettâh es-Sisi'ye “Favori diktatörüm” diye hitap eden Donald Trump'ın gidişinin Mısır'ı da etkileme ihtimali oldukça dikkat çekicidir. Zira Trump dönemi boyunca ülke içindeki hukuksuzlukları ABD'de gündeme getirilmeyen Sisi'nin Biden döneminde ikili ilişkilerde insan hakları konusunun gündeme getirilmesi karşısında eskisi kadar rahat davranamayacağı değerlendiriliyor. Diğer taraftan Biden döneminde izlenecek siyaset, başında Cumhurbaşkanı Abdülfettâh es-Sisi'nin oğlu Mahmud es-Sisi'nin bulunduğu Mısır Genel İstihbaratı ile Savunma Bakanlığı arasındaki gerilim konularından birini teşkil ediyor. Askerî İstihbarat ile Mısır Genel İstihbaratı arasında eskiden beri süregelen sürtüşmenin bugüne yansımasında Askerî İstihbarat bölgesel gelişmeleri okuyarak Türkiye ile yakınlaşmayı savunurken, Genel İstihbarat ise Sisi ailesinin varlığını korumaya odaklı siyasetinde ısrarcı gözüküyor. Mısır Savunma Bakanlığı, askerî raporlara istinaden Biden döneminde Türkiye ile yakınlaşmanın gerekliliğini Cumhurbaşkanı Sisi'ye iletmiş durumda…
Bölgede değişen dengeler çerçevesinde Mısır Cumhurbaşkanı Sisi'nin içinde bulunduğu durum ise aslında seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'ye karşı 3 Temmuz 2013 tarihinde gerçekleştirdiği darbe sonrasında yine kendisi tarafından adım adım inşa edilmiş bir çaresizlik… Nüfusu, yüz ölçümü, konumu, sahip olduğu kaynaklarla devasa bir ülke konumundaki Mısır, Sisi tarafından 2013 yılından beri adım adım bugün yaşadığı sorunlara itilmiş durumda! Darbenin hemen ardından Suudi Arabistan ve BAE'nin sıcak parasıyla ülke ekonomisini döndürmeye çalışan Sisi, aradan geçen yıllar içinde ülke ekonomisini tüketmekle kalmadı, aynı zamanda ülkenin siyasi ağırlığını da sıfırladı. Sina yarımadasını adeta halktan bile temizleyerek İsrail'in güvenliğini Mısır'dan başlatan Sisi, ülkedeki bütün muhalif seslere rağmen Kızıldeniz'deki Tiran ve Sanafir adalarını ise Suudi Arabistan'a verdi. Tiran ve Sanafir adalarının Suudi Arabistan'a verilmesindeki İsrail rolü ise ayrıca bir tartışma rolü olarak akıllarda kaldı. Yakın zamana kadar Sudan'la Halâyib ve Şelatin üçgeni sebebiyle sorun yaşayan Mısır'ın Körfez-İsrail normalleşmesinin de en önemli kaybedeni olması dikkat çekmekte: Zira Bahreyn ve BAE ile İsrail arasında gerçekleşen normalleşme ile Mısır, sadece stratejik düzlemdeki üstünlüğünü kaybetmekle kalmadı; aynı zamanda bölgedeki gemi ulaşımının Süveyş Kanalı'ndan yapılması sebebiyle bu ticaretteki payından da olmuş durumda! Nitekim, Kahire'nin bölgede konuşlandığı ittifak yapısı içindeki BAE ve Suudi Arabistan'ın Yemen'de başlayan sürtüşmelerinin de Sisi yönetimi açısından bölgesel düzende olumlu sinyaller vermediği rahatlıkla söylenebilir.
Nahda Barajı ve Türkiye'nin Tutumu
Kahire'nin bölgesel olarak sorun yaşadığı bir diğer ülke ise halen Nahda (Rönesans/Hedasi) Barajının yapımını sürdüren Etiyopya... Mısır lideri Sisi'nin, Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed'e tekrarlatarak 2018 yılında Kahire'de tiyatro havasında canlandırdığı “Vallahi vallahi, Mısır'ın suyuna hiçbir zarar vermeyeceğiz” sözleri acı bir hatıra olarak Mısırlıların hafızasına kazınırken, bu sözler Etiyopya tarafından çabuk unutulmuş olmalı ki, Etiyopya o günden bu yana barajın yapımına tüm hızıyla devam ediyor. Etiyopya tarafından 1950'li yıllarda inşa edileceği ilan edilmesine rağmen Abdünnasır, Sedat, Mübarek ve Mursi dönemlerinde bir türlü gerçekleştirilemeyen baraj inşaatına yönelik Sisi'nin zayıf tepkisi ve uluslar arası müdahale isteyen tutumu Mısır'ı bölgede olduğundan da zayıf gösteriyor.
Dolayısıyla bu noktada da Mısır'ın elinde Türkiye ile yakınlaşmaktan başka bir çare görünmüyor. Eski Orman ve Su işleri Bakanı Veysel Eroğlu'nun, El-Cezire'ye yaptığı “Orada teknik çözümler mümkün. Eğer iki taraf bir masaya oturur ve Türkiye'yi aracı olarak seçerse biz hazırız. Türkiye bu konuda aracılık yapabilir. Türkiye'nin bu konularda tecrübeli insan gücü çok. Türkiye Mısırlının hakkını Mısır'a, Etiyopyalının hakkını Etiyopyalı'ya vermek ister” şeklindeki açıklaması iki ülke arasında Mısır'ın menfaatlerini garanti altına alan farklı projelerde de Türkiye'nin var olabileceğini gösteriyor.
Türkiye'nin Politikası Değişti mi?
General Sisi yönetimi, ekonomiden dış politika ve iç siyasete kadar tüm alanlarda büyük bir başarısızlık yaşarken, diplomasi alanında ise büyük bir devletin asla yapmaması gereken hataları ardı ardına işledi. İçeride halk desteği bulunmayan Sisi yönetimi, dış politikada ise Trump'ın varlığından istifade ederek bir 4 yılı geride bıraktıysa da Biden dönemi Mısır için büyük bir muamma teşkil ediyor. Mevcut durumda neredeyse bölgedeki hiçbir ülkeye karşı oynayacak kozu kalmayan ve tüm meselelerde karşı karşıya kaldığı ülkenin lehine, kendi aleyhine bir anlaşma ile masadan kalkan Kahire yönetimi için Doğu Akdeniz'deki deniz yetki alanlarının yeniden çizilmesi bir milad olabilir. Doğu Akdeniz'de elini güçlendirecek bir Mısır, belki diğer alanlarda da eski defterleri diğer ülkelerle açabilir.
Bu noktada Türkiye'nin tutumu ise –her ne kadar başka türlü kasıtlı yorumlar yapılsa da- 3 Temmuz 2013'tekinden farklı değildir. Yani her hangi bir tutum değişikliği güden Türkiye değildir. Türk dış politikasının tutumu; Mısır ya ortak menfaatlerimize gelecek, ya da kaybeden taraf olacağı şeklindedir. Zira Türkiye ile ortak menfaatleri kabul etmediği takdirde Mısır'ın Yunanistan'dan alacağı, Türkiye'den alacağından fazla değildir. Olayın “siyasal İslam'ın çöküşü”, “İhvancı Türkiye”, “Türkiye'nin Sisi ile flörtü” şeklindeki okumalardan çıkartılıp sağduyulu analizlerle değerlendirilmesi gerekmektedir. Diğer taraftan iki ülke arasındaki muhtemel anlaşma, Sisi'nin piar'ına dönüştürülmekten uzak tutulmalıdır. Zira, Sisi'nin esas amacının iki ülke arasında anlaşma yapmaktan ziyade, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile fotoğraf çektirmek olabileceği de akılda tutulmalıdır.
(*) Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü Doktora Öğrencisi