Bağdat'ın mezhep eksenli politikaları ve Musul operasyonu
Musullu Sünni Araplar, Şii Bağdat hükümeti tarafından dışlanırken Türkiye’nin Başika’da bulunması, olası bir Musul operasyonunda kentin demografik yapısının değişmesini önleyecektir...

Oluşturma Tarihi: 2016-10-13 12:05:31

Güncelleme Tarihi: 2016-10-13 12:05:31

TİMETURK | HABER MERKEZİ

Irak'ın 2003 yılının Mart ayında ABD ve uluslararası koalisyon güçleri tarafından işgal edilmesi, yalnızca Saddam rejimini devirmekle kalmadı, bunun yanı sıra ülkede ciddi siyasi ve toplumsal kırılmalara da yol açtı. ABD tarafından Irak'ta kurulan siyasi sistem, etnisiteye ve mezhebe dayalı. Bu nedenle, 2005 yılından bu yana Irak'ta parlamento seçimleri ve yerel seçimler yapılıyor olsa da, Bağdat merkezi yönetiminde etnisiteye ve mezhebe dayalı siyasi sistem hâlâ devam ediyor.

Irak'ta günümüze kadar sağlıklı herhangi bir nüfus sayımı yapılmadı ve ülkedeki seçim sonuçlarından ziyade, etnisite ve mezhep oranları dikkate alındı. Dolayısıyla bu durum, Irak'ta Şii çoğunluklu bir merkezi hükümetin kurulmasına sebep oldu. Özellikle ABD'nin 2011 yılında Irak'tan askerlerini geri çekmesiyle birlikte ülkede oluşan güç boşluğunu, yerel güç olarak Şiiler ve bölgesel güç olarak İran'ın doldurduğu aşikar. Bu durum ise Irak'ta Sünni Arapların ve Kürtlerin Bağdat merkezi hükümeti üzerindeki etkisini zayıflattı. 2011 yılından beri Sünni Araplar, Şii Araplar tarafından Bağdat yönetiminde uzak tutuluyor. Bu açıdan, ülkede yaşanan siyasi, ekonomik ve güvenlikle ilgili sorunlarını derinleştiren temel faktör, her geçen gün tırmanan Şii-Sünni gerilimidir.

Şİİ HÜKÜMETİN MEZHEPÇİ POLİTİKASI

ABD'nin Irak'ı işgal etmesi ve kurduğu siyasi sistemdeki denklemin etnisiteye ve mezhebe dayalı olması, ülkede Şii-Sünni gerilimini tırmandırdı. Söz konusu sisteme göre, Şiilere başbakanlık, Kürtlere cumhurbaşkanlığı ve Sünni Araplara ise parlamento başkanlığı, adeta kota şeklinde paylaştırılmıştı. Dolayısıyla Irak'ta yapılan genel seçimlerde herhangi bir siyasi oluşum veya unsur oyların çoğunluğunu alsa bile, yukarıda sözü edilen denklemi değiştirememekte. Irak'ın siyasi yapısına dikkatlice bakıldığında, iç siyasette iki tür denklem mevcut: Birinci denklem Şii-Sünni ve Kürtlerden oluşan cumhurbaşkanlığı, başbakanlık ve parlamento başkanlığının her üç grup arasında paylaşılması. İkinci denklem ise Şii-Sünni ve Kürtlerin kendi içlerindeki dengelere dayanarak, siyasi partiler arasında özel bir paylaşım yapılması. Dolayısıyla bu durum Irak'ta etnik ve mezhepsel anlamda güç rekabetine ve siyasi krizlere yol açıyor. ABD askerlerinin Irak'tan geri çekilmesiyle birlikte, Bağdat'ın siyasi denklemindeki güç dengesinin değiştiğini söylemek mümkün. Artık Bağdat merkezi hükümetinde Kürtler ve Sünni Araplar bulunsa da, Şiiler kadar güçlü değiller. Bağdat tamamen Şiilerin ve İran'ın hegemonyasının altında hareket ediyor. Çünkü Şiiler 328 üyeli Irak parlamentosunun 183 milletvekiline sahip. Bu açıdan Bağdat hükümeti hem iç hem de dış politikasını Şiiliğin etkisiyle belirliyor. Şu hususa dikkat çekmekte yarar var: 2003 yılından bu yana yaşadığı siyasi krizler ve terör saldırılarından dolayı Irak'ın, kaos ortamının üstesinden tek başına gelebilecek gücü yok. Bu nedenle Bağdat hükümetinin, özellikle 2011 yılından beri, iç ve dış politikasını Şia ve İran eksenli olarak, mezhebe dayalı şekilde oluşturması, ülkedeki kaosu körüklüyor.

ABD BÖLÜNMÜŞ BİR IRAK MI İSTİYOR?

Irak'ta keskinleşen etnik ve mezhepsel gerilim, Washington yönetiminin ülkeyi üçe bölme senaryosunun bir parçası olarak görülebilir. ABD'nin uzun vadede Irak'ı bölmeye yönelik planlarını, Bağdat'taki Şii hükümet üzerinden yaptığı söylenebilir. 2005 yılında referanduma sunulan kalıcı anayasasına federalizm kavramını yerleştirmekle ABD, Irak'ın üniter devlet yapısını ortadan kaldırmanın ilk aşamasını gerçekleştirmiş oldu. Bu planın ikinci aşama ise Irak'ta Arap etnik yapısının Şii-Sünni şeklinde mezhepsel olarak bir fay hattına dönüşmesini sağlamak ve Bağdat'ta kurulan hükümetleri Arap dünyasından uzak kılmak. Arapları Şii-Sünni şeklinde ikiye bölüme senaryosunun başarılı olduğu söylenebilir.

Üçüncü aşamada ise ABD, Irak'ın üniter yapısını savunan Sünni Arapları federalizmi kabullenmeye zorlamakta. ABD askerlerinin geri çekmesiyle birlikte, Sünni Arap politikacıların Şii hükümet tarafından Bağdat'taki siyasi süreçten dışlamasının temel nedenlerinden biri de özerk bir Sünni Arap bölgesi oluşturmak ki bu tehdit Sünni Araplardan gelmekte. Hatta Bağdat yönetiminden neredeyse tamamen dışlanan Sünni Arap yetkililer, artık tek çözüm yolunun özerk Sünni bölgesinden geçtiği kanaatinde.

DEAŞ SONRASI IRAK'TAKİ İÇ DENGELER

DEAŞ terör örgütünün Haziran 2014'te Musul'u kontrol etmesiyle birlikte Irak'ta siyasi, ‎askeri ve coğrafi olarak iç dengelerin değiştiği söylenebilir. 12 Haziran 2014 tarihinde, Şii ‎mercii Ali el-Sistani'nin seferberlik çağrısı üzerine, eli silah tutan Şiiler Haşdi Şabi milis gücüne katıldı. İran'ın askeri ve lojistik desteğiyle kurulan Haşdi Şabi milis gücü, Iraklı Şiilerin ‎ordusu niteliğinde. Şu noktaya dikkat çekmek gerekir ki Haşdi Şabi i DEAŞ ile mücadele ‎amacıyla kurulsa da, Lübnan Hizbullah'ına benzer bir yapıya sahip. Haşdi Şabi ‎ başlangıçta Şii bölgelerini ve Şiiler tarafından kutsal sayılan türbeleri korumak amacıyla kurulmuş olsa da, DEAŞ'ten kurtarılan ‎Sünni bölgelerinin demografik yapısını değiştirmeye yönelik girişimlerinin olduğu biliniyor. ‎

Diğer taraftan DEAŞ, Irak'ın coğrafi anlamda etnik ve mezhepsel olarak bölünmesini de hızlandırdı. Bağdat'ın ‎siyasi yapısındaki etnisiteye ve mezhebe dayalı sistem, DEAŞ'le mücadeleye de yansıyor. Haşdi Şabi milis gücü Şiileri korurken, Kürtlere bağlı Peşmerge güçleri ‎Irak anayasasının 140. maddesindeki tartışmalı bölgeleri DEAŞ'ten kurtararak Kuzey Irak Kürt ‎yönetimine bağlanması için çaba harcıyor. Sünni Arapların ise HaşdiAşairi ve Haşdi Vatani ‎olarak iki askeri gücü var. DEAŞ ile mücadelede yerel güçlerin hem böyle dağınık ‎hem birbirleriyle rekabet halinde olmaları, Irak'ın terörle olan savaşta kaybetmesine neden ‎oluyor. ‎

TÜRKİYE-IRAK İLİŞKİLERİNDE BAŞİKA KRİZİ

DEAŞ'in Irak topraklarında ilerlemesinin ardından, Eylül 2014'te ABD'nin öncülüğünde 65 ülkenin katıldığı uluslararası terörle mücadele koalisyonun temel amacı, Irak'taki ve Suriye'deki yerel güçlere terörle mücadele kapsamında eğitim ve askeri danışmanlık sağlamak ve örgüte karşı yürütülen operasyonlara havadan destek vermekti. Bu kapsamda, Irak'taki yerel güçlere çeşitli kamplarda ABD dahil 20 ülke eğitim ve askeri danışmanlık desteği veriyor. Türkiye de Musul'un merkezinden 32 kilometre uzaklıkta olan Başika kampında Peşmergelere ve eski Musul valisi Esil en-Nuceyfi'nin komutanlığı altında toplanan Sünni Arap ve Türkmenlerin teşkil ettiği Haşdi Vatani güçlerine askeri eğitim vermekte. Resmi rakamlara göre Türkiye, bugüne kadar Başika kampında 2 bin Peşmergeye ve 3 bin Haşdi Vatani mensubuna eğitim vermiş.

Türkiye Başika'da kamp kurmakla yetinmemiş, DAEŞ ile mücadelesinde Irak hükümetine destek olmak için, askeri yardımlar taşıyan C-130 tipi iki askeri uçağını, Bağdat'ın 20 kilometre doğusundaki el-Musenna askeri hava üssüne indirmişti. 4 Mart 2015 tarihinde ise dönemin Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, başkent Bağdat'a terörle mücadele destek olmak amacıyla bir ziyaret gerçekleştirmişti. Bakan Yılmaz “Musul'a başlatılacak bir operasyonda Irak'ın yanındayız” diyerek Türkiye'nin Irak'ın terörle mücadelesinde her türlü istihbari ve lojistik desteği vermeye hazır olduğunu bildirmişti.

İran nasıl Şii milis güçlerine her türlü desteği veriyorsa, Türkiye de Musullu Sünni Araplara ve Türkmenlere, Musul kentinin DEAŞ'ten kurtarılması için destek veriyor. Bu sebeple Bağdat hükümetinin bu desteğe karşı çıkmaması gerekirdi. Oysa 4 Ekim'de Irak parlamentosu Türk askerlerini ‘işgalci güç' olarak nitelendirdi. Buna karşılık Türkiye, Irak'ın Ankara Büyükelçisi Hişam Ali Ekber İbrahim el-Alevi'yi Dışişleri Bakanlığı'na çağırıp alınan kararı kınadı. Çünkü Türkiye'nin Başika'nın Zelikan kampındaki asker sayısını artırması tamamen güvenlik sorunlarıyla alakalı.

Bu noktada belirtmek gerekir ki DEAŞ ile mücadelede Bağdat hükümetine destek veren ABD, başlangıçta Irak'a 300 askeri personel göndermişti. Bugün ise Irak'ta bulunan Amerikalı asker sayısının 5 bin 654 olduğu tahmin ediliyor. Peki Bağdat hükümeti neden ABD'yi ve İran'ı işgalci güç olarak nitelendirmiyor? Bağdat, ABD ve Arap ülkeleri tarafından görmezden gelinen Türkmenlerin ve Sünni Arapların tek çıkış yolu Türkiye'dir. Özellikle Musullu Sünni Araplar, Şii Bağdat hükümeti tarafından dışlanırken Türkiye'nin Başika'da bulunması, olası bir Musul operasyonunda kentin demografik yapısının değişmesini önleyecektir. Çünkü Türkiye'nin 2003 yılındaki 1 Mart tezkeresini reddetmesinin ardından nasıl Kerkük'ün Kürtler tarafından demografik yapısı değiştirildiğiyse, Musul'un da DEAŞ'tan sonra ikinci Kerkük olma ihtimali var. Bu nedenle Ankara, Musul ve Telafer'de demografik yapının değiştirilmesine müsaade etmemelidir.

Sonuç itibariyle, oluşturulmaya çalışılan algı, Türkiye'nin Irak'ta sadece askeri olarak bulunduğudur. Oysa Türkiye Irak'a en çok insani yardımı yapan ülkedir. Türkiye DEAŞ'tan kaçan Iraklılara hem kendi topraklarında hem de Duhok, Erbil, Kerkük ve hatta Bağdat'ta, Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) ve Türk Kızılayı üzerinden insani yardımda bulunmakta. Ayrıca Türkiye, 2003 yılından beri Irak'ta yaşanan şiddet ve saldırılarda yaralanan Iraklıların tedavisi için yardım elini ilk uzatan ülke olmuştur. Türkiye'nin Irak'a yaptığı insani yardımlar dikkate alındığında, Bağdat hükümetinin Şii ve İran eksenli politikalar izleyerek Türk askerine ‘işgalci' demeyi bırakması, temel önceliğinin, başta Musul olmak üzere Irak topraklarının DEAŞ'tan kurtarılması olması gerektiği ortadadır. Özetle, Türkiye'nin Musul operasyonlarında etkin olması, Türkmenlerin can güvenliği açısından da hayati bir önem taşıyor.