Bugünlerde dünya genelinde özellikle ABD'de medya ve entelektüel çevre bundan tam 20 yıl önce gerçekleşen 11 Eylül 2001 olaylarını ve akabinde yaşanan gelişmeleri konuşuyor.
Binlerce kişinin yaşamını yitirmesine neden olan bu saldırılar, dünya genelinde büyük infial uyandırdı; terörün yeniden tanımlanmasına ve küresel ölçekte bu saldırıyla, terörle ilişkilendirilen kesimlere yönelik savaşa dair bir süreç başlattı. Her ne kadar saldırının faillerine ve bunları yönlendirenlere dair bazı tespitler, yargılamalar yapılmış olsa da olayın arkasındaki karanlık noktalar hâlâ güncelliğini koruyor.Aslında 20 yıllık geçen süreçte, bu terör saldırısının kimin ya da kimlerin işine yaradığı, hangi gelişmelere kapı araladığı ve neyi/neleri meşrulaştırdığı sorularına verilecek cevaplar saldırının arkasındaki güçlerin kimliğine de ışık tutacaktır.
Çoğu çevre tarafından 11 Eylül saldırısı, modern dünyanın özgürlük anlayışına ve güvenlik konseptine bir saldırı olarak görüldü. Saldırıyı planladığı düşünülen güçler, bunlara destek veren yapılar ve bunların temsil ettiği zihniyet ortadan kaldırılmadıkça modern dünyanın özgürlüğünün ve güvenliğinin tehlikede olacağı düşüncesiyle, bu saldırıdan sorumlu tutulanlara karşı küresel bir savaş başlatıldı.
Bunun ilk adımları Afganistan'ın ve Irak'ın işgal edilip buradaki yönetimlerin devrilmesi oldu. Zamanın ABD Başkanı Irak işgalini şer güçlere karşı yürütülen yeni bir Haçlı Seferi olarak tanımladı. Her ne kadar ABD ve müttefikleri gerek Afganistan'dan gerekse Irak'tan çekilmek durumunda kalmış olsalar da bu 20 yıllık sürede geride büyük bir yıkım ve katastrof bıraktılar…
Bu küresel savaş yalnızca Irak ve Afganistan'la da sınırlı kalmadı.Topyekûn Ortadoğu'da, hatta bunun dışındaki Müslüman dünyada küresel güçlerin özgürlük ve güvenlik söylemlerine karşıt olduğu düşünülen tüm yapıların ortadan kaldırılmasına ve bölge halklarının gerektiğinde buna göre yeniden dizayn edilmesine dayalı bir süreçle sürdürüldü.
Peki o günden bugüne geçen 20 yıllık sürede yaşananlar,öne çıkarılan teröre karşı mücadele, özgürlük ve güvenlik konusunda hangi kazanımları sağladı? Bugün dünya genelinde insanlar, bundan 20 yıl öncesine göre daha özgür ve güvenli bir dünyada mı yaşıyor? Ya da terör olarak nitelenen yapılar ortadan kaldırılabildi mi? Birçok kişi haklı olarak bugünlerde bu soruları soruyor…
Özgürlük ve güvenlik açısından baktığımızda dünya 20 yıl öncesinden kesinlikle daha özgür ve güvenli değil. Teröre ve şiddete karşı bir başarı elde edilmiş de değil… Bunu yalnızca Ortadoğu'da ya da Afrika'da, Asya'da değil, Batı ülkelerinde yaşanan gelişmelerde de görmek mümkün…
Öyle ki terör sopası gösterilerek birçok Batı ülkesinde özgürlüklerin kısıtlandığı, özellikle yabancıların, mültecilerin ya da toplumun yaygın kültürel dinsel geleneğinden farklı olanlara potansiyel suçlu muamelesinde bulunulduğu bir vakıa… Kaldı ki zaman zaman çeşitli Batı başkentlerinde patlatılan bombaların, yapılan saldırıların toplum genelinde farklılıklara yönelik nefret dilinin yaygınlaşmasında ve yabancı karşıtlığıyla ırkçılığın yerleşmesinde önemli rol oynadığı ve bazı temel hakların kısıtlanmasına yönelik politikaların kabulüne ciddi katkı sağladığı da biliniyor. Bu tarz olaylar, toplumda gittikçe artan oranda bir güvenlik kaygısı ürettiği ve bu kaygının bazı özgürlüklerin, özellikle de toplumda yabancı ve öteki olarak görülen kesimin haklarının kısıtlanmasını meşrulaştırıyor.
Bu nedenle olsa gerektir ki Batı genelinde halklar arasında yabancı düşmanlığı, aşırı milliyetçilik ve ırkçılık bundan 20 yıl öncesinden daha yaygın…
Bu düşmanlığın ve ırkçılığın temel muhatabı ise Müslümanlar… İster nesiller boyu Batı'da yaşıyor olsunlar isterse son dönemlerde Müslüman dünyada yaşanan katastroftan kaçarak mülteci sıfatıyla buraya sığınmış olsunlar Müslüman azınlıklar, modern müreffeh Batı'nın özgürlüğünü ve güvenliğini tehdit eden potansiyel suçlular muamelesi görmekten kurtulamıyorlar. Fransa örneğinde olduğu gibi Müslüman azınlıklardan tekrar tekrar Batının değerlerine bağlılık yeminleri yapmaları talep ediliyor.
Hatta yalnızca Müslümanlar değil, bağlı oldukları din yani İslam ve İslam'ın temel kaynakları da bu yaftadan nasibini alıyor. Yalnızca Müslümanların değil, İslam'ın modern Batı değerleri için sorun oluşturduğu; hatta İslam'ın krizde olduğu tezi işleniyor. Başta Kur'an ve Hz. Peygamber olmak üzere İslam'ın temel referanslarında çağdaş Batının değerlerine ters olduğu düşünülen hususlar masaya yatırılıyor ve Müslümanlardan bunların Batı'nın hak hukuk anlayışıyla ve değer yargılarıyla çelişmeyecek şekilde yorumlanması isteniyor.
Diğer taraftan küresel güçlerin terör tanımları ve terörle ilişkilendirilen yapılarla ilişkileri de dikkat çekici…
Bu süreçte her çevrenin kendi çıkar ve menfaati doğrultusunda bir terör ve terörist tanımı var. Terörle ilişkilendirilen yapılarla çıkar ve menfaatleri uğruna ilişki kurmaktan hatta iş birliği yapmaktan kaçınmadıkları dikkati çekiyor.
Bunun son örneği Afganistan'daki Taliban… ABD'nin ve diğer Batılı ülkelerin terör listesinde yer alan Taliban, aynı zamanda ABD ve müttefiklerinin işbirliği yaptığı, anlaşmalar imzaladığı bir yapı. Dolayısıyla Batının terör ve terörist tanımının tamamıyla de-facto çıkar ve menfaat merkezli olduğu gözden kaçmıyor.
Diğer taraftanBatı'nın bu süreçte özgürlük ve güvenlik söyleminin yalnızca kendisine yönelik olduğu, bir diğer ifadeyle özgürlüğün ve güvenliğin yalnızca kendisi için korunması ve uğrunda mücadele edilmesi gerekli bir değer olarak görüldüğü, dünyanın geri kalanının ise buna layık görülmediği de anlaşılıyor.
Nitekim başta Afganistan ve Irak olmak üzere bu süreçte Batılı güçlerin askeri ve ekonomik işgali altındaki Müslüman dünyada yaşananlar bunu açıkça koydu. Afganistan'dan Irak'tan Libya'ya ve Suriye'ye Batı'nın terörün alt edilmesi, insan haklarının tesisi, özgürlük ve güvenliğin inşası söylemiyle yürüttüğü bu kirli savaşta, milyonlarca masum insan hayatını kaybetti. Kat kat fazlası yerinden yurdundan edildi, mülteci konumuna geldi. Ülkelerin doğal ve kültürel kaynakları yağmalandı, heba edildi. Belki onlarca yıl sürecek etnik, mezhepsel ve dinsel çatışmaların tohumu ekildi.
Tüm bu yaşananlara bakıldığında, gerçekte 11 Eylül saldırıları gibi olaylar, ABD ve müttefiklerinin dünya genelinde yürüttüğü saldırıların ve insan hakkı ihlallerinin meşrulaştırılmasını sağlayan bir araçtan ibaret. Medyadan siyaset mahfillerine akademiden dini kesimlere kadar birçok çevre,bu konuda Batı halklarınınyönlendirilmesinde aktif rol almış gözüküyor. Temel haklarının, özgürlüklerinin ve güvenliklerinin tehlikede olduğu teziyle dünya genelinde yürütülen saldırılara destek verme konusunda halklar yönlendirilirken dünya genelinde yapılan saldırganlıklar bununla meşrulaştırılmaya çalışıldı.
Dolayısıyla Batılı güçlerin dünya genelinde yürüttükleri işgal ve saldırılardaöne sürdükleri insan haklarının, özgürlüklerin ve güvenliğin korunması söyleminin, küresel ölçekte yapılanlara bakıldığında maalesef koca bir yalandan ibaret olduğu görülüyor.Gerçekte Batı'nın özgürlük ve güvenlik gibi insan hak ve hukukunun korunmasına dairçabalarında gerçek amaç yalnızca kendi çıkar ve menfaatleri… Özgürlük, refah, güvenlik yalnızca küresel güçler için makul ve geçerli.Dünyanın geri kalanı için ise bunlar, bu güçlerin çıkar ve menfaatleri doğrultusunda oluşturulan küresel sistemin korunmasına ve buna karşı olduğu ya da olabileceği düşünülen yapıların ve anlayışların ortadan kaldırılmasına yönelik yapılan saldırganlığı, insan hakkı ihlallerini maskeleyen, şiddeti ve katliamı meşrulaştıran bir kılıf…