İran, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması (NPT) kapsamında gönüllü uygulanan Ek Protokol'ü 23 Şubat itibarıyla askıya alırken, nükleer anlaşmanın birçok kez ihlal edilmesi, Tahran'ın atom bombası yapma kapasitesine yönelik artan endişeler ve bölgesel dinamikler, küresel güçler ile İran'ın yeniden nükleer anlaşmaya kısa vadede dönme umudunu zayıflatıyor.
İran'ın uranyum zenginleştirme çalışmaları nedeniyle endişelerin zirveye çıkmasıyla İranlı yetkilileri Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) ile işbirliği yapmaya ve nükleer anlaşmadaki taahhütleri yeniden uygulamaya ikna etme amacıyla Tahran'a resmi bir ziyaret gerçekleştiren UAEA Başkanı Rafael Grossi, her ne kadar nükleer tesislerdeki denetimlerin 3 aylığına uzatılmasına yönelik geçici bir anlaşmaya varıldığını açıklasa da, bu çözüm yolunun kırılgan olduğu görülüyor ve Washignton-Tahran hattındaki gerilime ilişkin endişelerin devam edeceği aynı şekilde kendini gösteriyor.
UAEA başkanı Grossi'nin Tahran ziyareti ve ABD Başkanı Joe Biden ekibi ile üç Avrupalı gücün (Almanya, Fransa, İngiltere) İran ile diplomatik kanalları etkinleştirmesi, Grossi'nin İran'ın nükleer çalışmaları hakkındaki üç aylık raporunu gelecek hafta sunacak olması nedeniyle önemlidir. Raporun sonuçları, büyük olasılıkla Biden yönetiminin ve Avrupalı güçlerin İran'ın nükleer programına ilişkin karar alma niteliğini, nükleer anlaşmanın geleceğini ve Tahran-Washington hattındaki gerilimi etkileyecektir.
Obama döneminden farklı yeni realiteler
Öncelikle, ABD'nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin (BMGK) 5 daimi üyesi ve Almanya (5+1 ülkeleri) ile İran arasında 2015'te imzalanan Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) olarak adlandırılan nükleer anlaşmadan ayrıldığı 2018 Mayıs'ından eski ABD Başkanı Donald Trump'ın Beyaz Saray'daki son gününe kadar İran'a uyguladığı "maksimum baskı" politikasının Orta Doğu ve İran'da dönüm noktası sayılabilecek önemli gelişmeleri ve büyük jeopolitik paradigma değişikliklerini beraberinde getirdiğini belirtmek zorundayız. Biden yönetimi İran ve Orta Doğu'daki yeni realiteleri dikkate almadan İran'a yönelik dış politikasını belirleyemez ve uygulayamaz. Söz konusu realitelerden biri, Tahran yönetiminin yaptırımlar ve uluslararası izolasyon nedeniyle ortaya çıkan sorunları çözmedeki yetersizliğinden kaynaklanan geçim sorunları ve bazı Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesinden kaynaklanan İran halkının memnuniyetsizliğinin önemli ölçüde artmasıdır.
Bunun yanında, özellikle Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve İsrail gibi bölgedeki bazı ülkelerin, Biden yönetiminin eski ABD Başkanı Barack Obama'nın yatıştırma politikasına dönerek, İran'ın Suriye, Lübnan, Irak, Yemen ve Bahreyn gibi bölgesel müdahaleleri ve balistik füze programı karşısındaki güvenlik endişelerinin Tahran ile olası bir anlaşmaya feda edilmesinden korkması bölgedeki yeni realitelerin önemini artırmaktadır. Dolayısıyla, bölgesel gelişmelerin Biden ekibinin İran ile her türlü anlaşma kararında önemli bir rol oynaması muhtemeldir. Bunların görmezden gelinmesi, bölge için tehlikeli güvenlik ve jeopolitik sonuçlara neden olacaktır. Bu nedenle Biden ekibi, Tahran ile müzakerelerde bölgesel aktörlerin güvenlik endişelerini de ele alacaktır.
Trump'ın "maksimum baskı" politikasından Biden'ın "maksimum kontrol" politikasına
Biden ve ekibinin açıklamaları, bize yeni yönetimin İran'ı maksimum düzeyde kontrol altına almayı amaçladığını gösteriyor. Biden'ın Eylül 2020'de CNN için kaleme aldığı bir yazıda "İran'ın bölgedeki dostlarımız ve müttefiklerimiz için tehdit oluşturan istikrarsızlaştırıcı faaliyetleri ile mücadeleye yönelik girişimlerimizi sürdüreceğiz." ifadesi bunun en net göstergesidir.
Biden'in Beyaz Saray'da koltuğa oturmasının üzerinden yaklaşık iki ay geçmesine rağmen, İran ve ABD arasındaki çıkmaz devam ediyor. Hiçbiri konumlarından taviz vererek nükleer anlaşmaya dönüp taahhütlerini tam olarak yerine getirmek için ilk adımı atmaya hazır değil. Her iki ülke de, çıkarlarını korumak için nükleer anlaşmaya en çok ihtiyacı olan tarafın ilk olarak geri adım atacağını ve anlaşmaya döneceğini düşünüyor.
Göstergeler, bu düşüncenin İranlı yetkililerce daha fazla vurgulandığını gösteriyor. Çünkü onlara göre, ABD'nin nükleer anlaşmadan çekilmesi ve Trump hükümetinin girişimleri, Tahran'ı aşamalı olarak taahhütlerini azaltmasına itti. Bunun en net örneği, İran lideri Ali Hamaney'in 8 Ocak'ta yaptığı açıklamasında, İran'ın taahhütlerini yerine getirmesi için ABD'den somut adımlar beklediklerini ifade etmesiydi. Öte yandan, ABD tarafının da İran'ın taahhütlerini yerine getirip müzakere masasına dönene kadar ABD'nin Tahran'a yönelik yaptırımlarını kaldırmayacağını vurgulaması her iki tarafın tavizsiz üslubunu gösteriyor.
Karşılıklı zorlayıcı diplomatik adımlar
İran ve ABD şu anda zorlayıcı diplomasinin araçlarını kullanarak bir diğerini ilk adımı atmaya mecbur etme, taraflardan birinin isteksiz ya da hazırlıksız olması durumunda müzakere için alan yaratmak üzere birbirlerine verdikleri tavizlerin farkında olarak fayda sağlamaya çalıştıkları sonucuna varılabilir.
Tarafların gerilimleri azaltmak ve birbirlerinin konumlarını tanımak için küçük karşılıklı adımlar atması gerekiyor. Ancak, ABD hükümeti şu anda nükleer anlaşmaya hemen dönmek ya da İran'a yönelik yaptırımları azaltmak arzusunda değil. İran'ı yumuşatmak için bir dizi doğrudan veya dolaylı taviz vermeye çalışıyor. ABD tarafından yapılan açıklamalardan, İran'ın nükleer anlaşmayı ihlali telafi etmedikçe anlaşmaya dönmenin uygulanabilir bir yönü olmadığını düşündükleri sonucu çıkarılabilir. Dolayısıyla, Biden hükümeti anlaşmaya dönmek için UAEA'nın Tahran'ın nükleer anlaşma taahhütlerini tam olarak uyguladığını doğrulamasını bekleyecektir.
Bununla beraber, ABD'nin İran'a yönelik yaptırımları kaldırması, nihayetinde Tahran'ın bölgesel müdahale ve balistik füzeler konusunda daha fazla görüşme yapmayı kabul etmesine bağlı olacaktır. Ancak bu şekilde iki taraf mevcut nükleer anlaşmadan daha uzun vadeli ve daha güçlü bir anlaşmaya varabilir. Haziran'da İran'da yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde asker kökenli ve İran lideri Ali Hamaney'in güvendiği bir ismin cumhurbaşkanı olması halinde, daha güçlü ve uzun vadeli bir anlaşma için uygun pazarlık ortamı oluşacaktır.
"İran'ı kontrol etme mücadelesi devam edecek"
Nükleer anlaşma müzakerelerindeki belirsizliğe rağmen her halükarda, Biden döneminde de İran'ı kontrol etme mücadelesi devam edecektir. Hem önceki hem de şimdiki ABD hükümetleri İran'la bir anlaşma arzusundaydı. Trump'ın anlaşmayla varmak istediği hedef İran'ın koşulsuz teslimiyetinden başka bir şey değildi. Ancak Biden ekibinin yöntemi muhtemelen bir uzlaşma ve asgari düzeyde Tahran'a imtiyazlar vermek olacaktır.
İran ve ABD'nin amacı nükleer anlaşmayı yeniden hayata geçirmektir ancak tarafların anlaşmayı sürdürme olasılığı kısa vadede pek mümkün görünmüyor. Yine de uzun vadede olası bir anlaşma ihtimali için Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın (UAEA) İran'ın nükleer çalışmaları hakkındaki raporunu beklemek ve Tahran'ın ABD ve anlaşmanın diğer taraflarının katılımıyla Avrupa Birliği tarafından önerilen toplantıya katılmayı kabul edip etmeyeceğini görmek zorundayız. Eğer, iki taraf nükleer anlaşma çerçevesinde yeniden anlaşmaya varırsa ve İran'ın gerçekten atom bombası istemediği ve ABD ile uzlaşma veya istikrarlı bir anlaşma yapmaya niyeti devam ederse İsrail'in endişeleri de bir dereceye kadar yatışacaktır. Nükleer anlaşma ve bölgedeki sorunların geleceğinin belirlenmesinde, top büyük oranda İran'ın sahasında gibi görünüyor.
[ Hüseyin Ağayi: Araştırmacı ve Dokuz Eylül Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Doktora Öğrencisi]
* Bu makale, yalnızca yazarın görüşlerini yansıtmaktadır. Time Türk'ün görüşlerini yansıtmıyor.