CENTCOM Suriye'de kendi savaşını mı veriyor?
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı Emekli Tuğgeneral Dr. Haldun Solmaztürk, ABD Merkez Komutanlığı (CENTCOM) tarafından 17 Eylül'de gerçekleştirilen ve Esed askerlerinin vurulması ile sonuçlanarak ABD Rusya arasında 'ateşkes' şeklinde anılan anlaşmanın çökmesinde çok etkili olan o saldırı ile ilgili bir yazı kaleme aldı. Solmaztürk, yazısında Obama ve Beyaz Saray yönetiminin arkasında olduğu ve sonunda Rusya ile bir 'ortaklık' kurulacak olan anlaşmanın CENTCOM saldırı ile çökmesi sonrası CENTC

Oluşturma Tarihi: 2016-09-30 17:10:54

Güncelleme Tarihi: 2016-09-30 17:10:54

TİMETURK | HABER MERKEZİ

Suriye'nin Halep şehrinde ve ülke genelinde süregitmekte olan katliam ve insani felaket Quint Nations (Beş Ülke) ve Avrupa Birliği (AB) Yüksek Temsilcisini, 25 Eylül Pazar günü ortak bir bildiri yayınlamaya itti. Bildiri Rusya'yı, "çatışmaların durdurulması için diplomatik çabaları kurtarmaya yönelik olağanüstü adımlar atmaya hazır ve muktedir olduğunu kanıtlamaya" zorlama maksadını taşıyordu. Paradoksal olarak aynı merciler "Rusya'nın, verdiği taahhütleri yerine getirme konusundaki yetersizliğine veya isteksizliğine gösterilen sabrın sınırsız olmadığı" hususunun da altını çizdiler ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne (BMGK) acil bir şekilde "barbarca yürütülen çatışmanın gerektirdiği ilave adımları atma" çağrısında bulundular.

BİR TEZATLIK VAR

Olayların bu şekilde gelişmesi, gerçek bir ateşkes için savaşın başından beri ele geçmiş en büyük şans olarak nitelenen 'çatışmaların durdurulması anlaşmasının' (Cessation of Hostilities - CoH) yürürlüğe girdiği 12 Eylül tarihindeki iyimserlikle ne yazık ki tam bir tezat teşkil ediyor.

ABD'NİN ESED ASKERLERİNİ VURMASI

Koalisyonun 17 Eylül 2016'da Deyr ez-Zur'daki bir Suriye askeri üssüne gerçekleştirdiği ve 60'tan fazla Suriyeli askerin ölümüne ve çok sayıda askerin de yaralanmasına sebep olan hava saldırısı tam bir felaketti. Bu olay, yedi günlük kırılgan CoH anlaşmasının beşinci gününde gerçekleşti.

HEDEFİN BİR SÜRE GÖZLENDİĞİ BİLİNİYOR

Hedefin Birleşik Müşterek Görev Gücü (CJTF) tarafından iki gün boyunca gözlendiğini ve vurulması gereken bir IŞİD hedefi olarak teyit edildiğini, koalisyondan gelen açıklamalara dayanarak artık biliyoruz. Hava bombardımanı ancak Rusların, Katar'daki komuta merkezinde bulunan Amerikalı mevkidaşlarını arayıp hedeflediklerinin IŞİD değil, Suriye kuvvetleri olduğunu söylemesiyle durduruldu. Fakat çoktan iş işten geçmişti.

YARDIM TIRLARINA YAPILAN SALDIRI

Çatışmaların ve yoğun bombardımanın tekrar başlamasından çok kısa bir zaman sonra, 19 Eylül'de, bu sefer rejim güçlerinin kuşatması altındaki Halep'in muhaliflerin elinde bulunan bölgelerine çok ihtiyaç duyulan yardımları taşıyan Suriye Arap Kızılayı konvoyuna yapılan ve daha evvel görülmemiş ölçekteki diğer bir saldırı dünyayı şoke etti. Saldırı bir çok kamyonu tahrip etti ve yardımı kamyonlarını boşaltan veya yaralılara yardım için gelen birçok sivilin de hayatını kaybetmesine sebep oldu. Bir hastane ve bir yardım merkezi de tahrip edildi. BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon ortaya çıkan durumu en ağır ifadelerle tarif etti: "Tam işler daha beter bir hale gelemez dediğimiz anda, ahlaksızlık çıtası daha da aşağı düşüyor." Genel Sekreter, bir yardım konvoyuna yapılan bu saldırının "mide bulandırıcı, vahşice ve belli ki kasıtlı" olduğunu savundu.

KAFA KARIŞTIRICI İFADELER

Şam, herhangi bir dahli olduğu iddialarını kati bir şekilde yalanladı, ancak olayla ilgili ilk Rus tepkileri ve açıklamaları kafa karıştırıcı, kaçamak ve kesinlikten uzaktı. Başlangıçta Amerikalıların, saldırı anında yardım konvoyu üzerinde iki (Rus) SU-24 savaş uçağının tespit edildiğine dair dikkatlice yazılmış açıklamaları, ihtimal ki orijinal CoH anlaşmasını kurtarabilmek için Ruslara, olayı araştırıp kendi vardıkları sonuçları duyurmaları hususunda zaman kazandırmak istedikleri izlenimi verdi. Ancak ABD genel kurmay başkanı Orgeneral Joseph Dunford, 22 Eylül Perşembe günü Senato'da verdiği ifadede, "Kendi kişisel kanaatinin [saldırıyı] onların (Rusların) gerçekleştirdiği yönünde olduğunu"  söyledi. Senato'nun Silahlı Hizmetler Komitesi'nin önündeki diğer kişi de Savunma Bakanı Ashton Carter'dı.

HALEP'TEKİ DURUM KÖTÜLEŞİYOR...

O zamandan beri Suriye'deki (özellikle çok önemli konumuyla Halep şehri civarındaki) durum kontrolden çıktı ve çaresiz sivilleri de içine alan bir kan gölüne döndü.

ESED ve RUSYA'NIN "KASITLI SALDIRI" ISRARI

Amerikalıların özür dilemesine rağmen hem Suriyeliler hem de Ruslar, bu saldırının kasten yapılmış olduğu konusunda ısrarlarını sürdürdüler. Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed ABD'yi hem saldırıyı gerçekleştirmiş olmakla hem de ateşkesin çöküşüyle ilgili olarak bizzat suçladı.

TIRLARA YAPILAN SALDIRI KUVVETLE MUHTEMEL BİR "MİSİLLEME"

Yardım konvoyuna yapılan saldırı, kuvvetle muhtemeldir ki kasıtlı olarak ve misilleme niyetiyle yapıldı.

PEKİ ABD'NİN ESED ASKERLERİNE SALDIRISININ AMACI NEYDİ?

Saldırı Suriye askeri üssüne 17 Eylül'de gerçekleştirilen CENTCOM saldırısının, Ruslarda ve Suriye merkezi hükumetinde yarattığı büyük hayal kırıklığının ve ortak öfkenin bir işaretiydi.

CENTCOM'UN "KENDİ SVAŞI"

Açıktır ki Deyr ez-Zur'daki Suriyeli güçlerin "yanlışlıkla" hedef alınmış olması, sonraki gelişmelerin kaderini değiştirecek bir olay olmuştur. Ruslar, ABD'yi istihbarat ve operasyonel bilgi paylaşımını zamanında yapma konusunda isteksizlikle suçladılar. Ancak başkaları da kendisini 'Önde gelen muharip komutanlık' olarak tanımlayan ABD Merkez Komutanlığı'nın (USCENTCOM) "kendi savaşını" verdiğini iddia ettiler. Bu saldırının, Suriye'nin 13 Eylül'de hava sahasına giren İsrail savaş uçaklarına yönelik füze saldırısına misilleme olarak CENTCOM tarafından kasten yapıldığına dair iddialar dahi vardı.

ABD BUNU DAH AÖNCE DE YAPTI

Amerikan uçakları geçmişte de yanlışlıkla, fakat gayet 'düzenli' bir şekilde hastaneleri, düğünleri, cenazeleri ve (Amerikan birlikleri dahil) dost kuvvetleri hedef almıştı. Tabii ki burada 'ikincil zarar' diyebileceğimiz kontrol dışı etkiden değil, yanlış bir 'hedef'in kasten hedef alınmasından bahsediyoruz.

EN BİLİNEN ÖRNEKLER

Bu konuda en dikkat çekici olaylardan ikisi, ABD'nin Afganistan'da (daha evvel Taliban'ın ele geçirdiği) arızalı bir yakıt tankerini 2009'da vurmasıyla, yakıt çekmekte olan 90'dan fazla insanın ölmesi ve Sınır Tanımayan Doktorlar örgütünün bir hastanesine 2015'te gerçekleştirilen bir başka saldırıda 42 kişinin hayatını kaybetmesidir. Modern bombalar ancak nadiren kontrol dışına çıktıklarından, her seferinde suç 'hatalı istihbarat' ve insan hatasının bir diğer şekilde ifadesi olarak 'savaş sisi'ne yüklenir. Ben buna cehalet değilse bile, felaketlerle neticelenen yetersizlik veya mesleki umursamazlık demeyi tercih ediyorum.

éBİR ŞEYLER YANLIŞ GİDİYOR"

Bu tespit, ABD Temsilciler Meclisi Müşterek Araştırma Grubu'nun 'ilk bulguları' ışığında (sadece 'tasnif dışı' bölümlere dayanarak) özellikle anlam kazanıyor: “Müşterek Araştırma Grubu, Mayıs 2015'te bir ihbarcıdan gelen şikayetler ve Aralık 2015'teki endişe verici araştırma sonuçlarına rağmen ne CENTCOM, ne Savunma İstihbarat Teşkilatı (DIA), ne Savunma Bakanlığı İstihbarat Müsteşarlığı ne de Ulusal İstihbarat Direktörlüğü'nün, CENTCOM'daki analiz ortamını geliştirmek üzere somut adımlar atmamış olmasından rahatsızdır... ABD İstihbarat Toplumu üst düzey liderliğinden gelen ve CENTCOM'daki olayları basite indirgeyen açıklamaların, istihbarat sisteminin analitik bütünlüğünü sürdürmekle görevli kişilerden gelmemesi gereken bir cevaptır... Müşterek Araştırma Grubu, talep ettiği tüm evraka da ulaşamamıştır." Bunlar, özellikle askeri bir harekat sırasında yapıldıklarını ve gayet ciddi mesajlar ve Amerikan ordusuna ve özellikle CENTCOM'a yönelik sert eleştiriler içerdiklerini göz önüne aldığımızda, bir Temsilciler Meclisi Araştırma Grubu tarafından yapılan sıradan açıklamalar değildir. Bir şeyler belli ki yanlış gitmektedir.

ABD'DE KURUMSAL VE SİSTEMSEL SORUNLA RYAŞANIYOR

Aslında Amerikan ordusu uzunca bir süredir bir takım ciddi kurumsal ve sistemsel sorunlardan muzdarip olduğunun işaretlerini net bir şekilde vermektedir. Bu tür belirtiler, Amerikan ordusunun Vietnam yaralarının iyileşmesinin ve olağanüstü ve eşsiz savaş gücünü 1991'deki Körfez Savaşı'nda göstermesinin hemen sonrasında, 1993 gibi erken bir dönemde (Somali'de, hatta daha öncesinde) dahi ortadaydı.

ABD'NİN VURDUĞU "TÜRK FIRKATEYNİ"

1992 yılında (Display Determination "Kararlılık Gösterisi Harekatı 1992” isimli) bir NATO tatbikatında Amerikan USS Saratoga (CV 60) uçak gemisi, Türk fırkateyni TCG Muavanet'e iki gerçek Seasparrow füzesi attı. Köprüyü vuran füzeler (fırkateynin komutanı da dahil) 5 subayın ölümüne ve 14 Türk denizcisinin yaralanmasına sebep oldu. Olay anında 'tamamen güvenli' bir gerçek dünya, diğer bir ifadeyle tamamen "risksiz taktik bir durum"du. Ancak Saratoga'nın mürettebatı, ister inanın ister inanmayın, içinde bulundukları durumun "gerçek bir çatışma" olduğu izlenimi içindeydiler. Soruşturma Divanı "NATO Sparrow füze sistemini kullanan küçük rütbeli personelin uzmanlık eğitiminde ciddi aksaklıklar" olduğuna karar verdi. Doğrudan insan hatası olan durumlardan başka bir de "sistemden kaynaklanan çok sayıda eksiklik" vardı.

IRAK'TA ABD ABD'Yİ VURDU

1994 yılında, iki Amerikan F-15 savaş uçağı, Kuzey Irak'ta iki Amerikan askeri helikopterini düşürdü ve helikopterlerde bulunan 26 kişinin hepsi, üç Türk subay da dahil olmak üzere, hayatını kaybetti. Olay güpegündüz ve açık havada, erken uyarı uçaklarının (AWACS) doğrudan kontrolü altında ve bölgede tespit edilmiş hiçbir Irak helikopter uçuşu olmadığı bir dönemde gerçekleşti. Dostu düşmandan ayırt edebilecek detaylı prosedürlere rağmen, F-15 pilotları Black Hawk helikopterlerini yanlışlıkla Irak'ın Mi-24 helikopterleri olarak algıladı. Bununla birlikte, sadece yetersizlik veya mesleki vurdumduymazlık, bütün yapbozu ancak kısmen izah edebilir. Olayda bundan öte şeyler de var.

İdeolojik kırılma hatları boyunca derinden bölünmüş ve kutuplaşmış bir toplumda ve bu tür hatalara zemin teşkil edebilecek bir komuta ortamında (başka yerlerde de olabileceği gibi) silahlı kuvvetlerde hasbelkader belli mevkileri işgal eden bazı fertlerin, bir an 'şahsi' (veya kısmen kurumsal) bir davaya hizmet fırsatının ortaya çıktığına inanmaları kaçınılmazdır.

CENTCOM'UN "KENDİ SAVAŞI" İDDİALARI ABARTILIDIR

Ancak bu bir savaşın değil, bir muharebenin sınırları dahilinde, sınırlı sonuçları olabilecek sınırlı bir eylem olurdu. Bu yüzden CENTCOM'un, bizzat Org. Joseph Votel'in kendi savaşını verdiği, yani Savunma Bakanlığı'nın verdiği vazifeyi gözardı ettiği veya görev talimatının haddini aştığı iddiaları ya da suçlamaları, her halükarda çok abartılıdır.

"ATEŞKES"TEN KİMSE MEMNUN DEĞİLDİ"

Sadece Org. Votel değil, (şüphesiz Başkan Obama veya Dışişleri Bakanı John Kerry hariç tutulmak üzere) ABD yönetimindeki birçok başkaları da, başarısızlığa mahkum ateşkesten veya çatışmaların durdurulması anlaşmasından hiç memnun değildi.

Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mark Toner 16 Eylül'de, yani Deyr ez-Zur saldırısından bir gün önce şöyle dedi: "ABD hükumetinden hiç kimsenin, Rusya'nın (veya hiçbir şekilde Suriye'nin) bu düzenlemeye bağlılığını yüzeysel bir şekilde aldığını sanmıyorum. Burada asıl önemli olan şey, ABD Başkanı'nın bu anlaşmayı destekliyor olmasıdır ve bizim hükumet sistemimiz herkes başkan ne derse onu yapacak şekilde çalışır."

"BİR SÖZCÜ OBAMA'YI AYRI TUTUYORDU"

Toner bunu demekle sadece anlaşmayı daha evvel birden çok kere eleştirmiş olan Savunma Bakanı Ashton Carter'ın sözlerini tekrar etmiyordu, ama bir sözcü olduğunu düşünürsek, ne şaşırtıcı ki Başkan Obama'yı diğerlerinden ayrı tutuyordu.

SORULARIN CEVABI 9 EYLÜL TARİHLİ CoH ANLAŞMASINDA

Bir cinayetin işlenmesindeki asıl saikin peşinde olan dedektifler gibi, kurbanın (ki bu durumda CoH anlaşmasıdır) ölümünden en büyük faydayı sağlayan kişiyi ararsak, potansiyel şüphelilerin birden çok olduğunu görürüz. Cevap anahtarı, şimdiye dek gizli tutulan ve Fransa gibi en yakın müttefiklerden dahi saklanan 9 Eylül tarihli CoH anlaşmasında gizlidir.

EN BÜYÜK FAYDAYI "SURİYELİ KÜRTLER" EDİNDİ

Anlaşmanın metni en sonunda Pentagon tarafından 22 Eylül'de yayınlandı. Hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde bu 'ölüm'den en büyük faydayı sağlayan tarafı ortaya çıkartıyor: Suriyeli Kürtler.

UYGULANSAYDI DAHİ "KÜRTLER" TÜM TARAFLARDAN AVANTAJLIYDI

Anlaşma, uygulanabilmiş olsaydı dahi, Kürtleri, diğer tüm tarafların üstünde orantısız derecede avantajlı bir konuma getirecekti. Anlaşmanın metni, bir taraftan 'hükümet yanlısı güçler', öte taraftan 'muhalif güçler' tarafından alınacak tedbirlere dair oldukça geniş detaylar vermekle birlikte, Kürtlere dair hiçbir sınırlama veya kısıtlama getirmiyor. Tam aksine, ABD-Rus anlaşması, muhalefetin operasyonlarını "Kürt milislerin eylemlerine" göre şekillenmesi şartına bağlayarak Kürtlere Halep'te ve çevresinde açıkça bir avantaj sağlamış oluyordu. Anlaşma metni bunun yanında, 'Suriye Demokratik Güçleri' gibi aldatıcı bir isim altında PYD/YPG tarafından Rakka'ya yönelik sürdürülen büyük çaplı stratejik operasyonlara dair tek bir kelime içermiyor.

17 EYLÜL SALDIRISI OLMASAYDI...

Anlaşma hayata geçirilebilseydi, iki ülke (ABD-Rusya) bir Ortak Uygulama Merkezi (JIC) kuracak, yakın bir şekilde istihbarat paylaşacak ve hava saldırıları da dahil, operasyonları koordine edecekti. Bu amaçla, Savunma Bakanı Carter, Ruslarla herhangi bir koordinasyon içine girmekten hiç de hoşlanmayan Kongre'ye, ateşkes ve insani yardım şartlarının yerine getirilmesi şartıyla Ruslarla neden askeri bir koordinasyon içine girilmesi gerektiğine dair bir raporun eşliğinde, bir de istisnai uygulama belgesi sunmak durumunda kalacaktı.

Ancak bunu yapmak zorunda kalmadı; zira CENTCOM'un 17 Eylül saldırısı sayesinde anlaşma çöktü. (ABD'nin Esed askerlerini vurması)

"RUSLARLA İSTİHBARAT PAYLAŞMAK İYİ BİR FİKİR DEĞİL"

Org. Dunford, 22 Eylül'deki Senato duruşmasında Bakan Kerry'yi (ve ayrıca ima yollu olarak Başkan Obama'yı) Ruslarla bir anlaşmaya varma çabalarından ötürü "gözü kara ama hayal dünyasında yaşayan biri" olmakla suçlayan Senatör John McCain kadar açık sözlü değildi, ama aklındakini de net bir şekilde ortaya döktü: "Ruslarla istihbarat paylaşımının iyi bir fikir olduğuna inanmıyorum." Dunford'un bunu müteakip sözleri ise Suriye'deki siyasi-stratejik tablonun dürüst ve gerçek bir tasviriydi: “(Suriyeli Kürtler) sahadaki en etkin güçtür, şu anda Rakka'ya ilerlemek için ihtiyacımız olan güç. (Ancak) Bu güç Rakka'da kalmayacak. Rakka ele geçtikten sonra onu elde tutmak için bir Arap gücü gerekecek. (Rakka'yı elde tutmak) için bir planımız var, fakat bu planda ihtiyaç duyulan kuvvetler elimizde yok (vurgu bana ait).” 

"17 EYLÜL SALDIRISI KASTİ BİR SALDIRI MI DEĞİL Mİ BİLEMEYECEĞİZ"

Deyr ez-Zur'a yapılan CENTCOM saldırısının, kendi savaşını veren belli bir grup bireyin kasti bir siyasi-ideolojik kararı mı, yoksa siyasi karar alıcıların hedeflemediği fakat aynı anda hem taktik komutada hem de kontrol döngüsünde bulunmuş olan kifayetsiz operatörler silsilesi tarafından yapılmış bir hata mı olduğunu muhtemelen asla bilemeyeceğiz.

Ancak ABD'nin böylesi 'taktik' hatalarının yahut kazalarının süreceğini çok iyi biliyoruz.

Koalisyonun başını çektiği Kürt stratejik operasyonunun ağırlık merkezi Rakka'dır, Halep değil ve şu an için en son ihtiyaç duydukları şey ise 'üçüncü bir tarafın' müdahalesidir.

RAKKA OPERASYONUNUN TEK ELDEN YÖNETİLMESİ İHTİMALİ YOK OLDU

Potansiyel olarak, Rakka operasyonunun başarılı bir şekilde, tek elden ve tek taraflı idare edilmesinin önündeki en büyük engel (yani Rusların ve Suriyelilerin karışması) ister kasten ister kazara olsun, bu CENTCOM saldırısıyla fiilen bertaraf edilmiş oldu.

Belki de siyasi dikkatimizi, Suriye'deki Amerikan/Kürt askeri operasyonlarının ana odağından ve amaçladıkları nihai siyasi neticeden uzağa kaydırarak bir hata yapıyoruz.