TİMETURK | HABER MERKEZİ
Linguistik alanında doktarası olan, Liverpool Hope Üniversitesi'nde İngiliz Dili alanında öğretim üyesi, çift-dillilik, eğitimde dil, dil, din ve medya ve reklamcılık dilİ çalışmaları bulunan, 'Medyada Din Temsilleri: Linguistik Bir Analiz' (Palgrave) isimli kitabın yazarı Dr. Selman Azami, söz konusu konu hakkında bir analiz yazısı kaleme aldı. AA'dan Ömer Çolakoğlu çevirdi.
İşte o yazı:
Avrupa'daki bütün sağcı partilerin, kıyıda köşede kaldıkları geçmişlerinden sıyrılarak, kendi ülkelerindeki parlamentolarda ciddi temsil oranlarına sahip (hatta Avrupa Birliği Parlamentosunda daha büyük varlığı bulunan) ana akım siyasi partilere dönüşme süreçlerinde büyük benzerlikler göze çarpıyor. Bu partilerin mevcut durumlarını özetleyen ve yükselişte olmalarının neden bu denli bir endişe kaynağı olduğuna dair bazı hatırlatmalar yapmakta fayda var.
Fransa'da Marine Le Pen'in Ulusal Cephe Partisi (National Front) en çok milletvekiline ve Avrupa'nın liberal demokratik değerlerine en ciddi şekilde meydan okuyacak milliyetçi unsur olma potansiyeline sahip. Almanya'da ise Müslüman karşıtı PEGIDA hareketinin kazandığı ivmenin açtığı alan sayesinde, "Almanya için Alternatif" (Die Alternative für Deutschland - AfD) isminde, sadece üç yıl önce kurulmuş olan sağcı parti, şimdiden Alman eyalet meclislerinin yarısında sandalyeye sahip.
İtalya'daki göçmen karşıtı Kuzey Ligi (Lega Nord) geçen seneki yerel seçimlerde ciddi oranlarda oy aldı ve bu durum artık Venedik'teki geleneksel tabanıyla sınırlı değil. Hollanda'da Müslüman karşıtı milliyetçi Geert Wilders'in Özgürlük Partisi (PVV) son zamanlarda Hollanda kamuoyu yoklamalarında zirveye tırmanmış bulunuyor. 2014'teki İsveç genel seçimlerinde ise milliyetçi ve göçmen karşıtı İsveç Demokratları (SD) Partisi yüzde 13 oy alarak üçüncü büyük parti oldu.
İsviçre'de ise durum daha da kötü: İsviçre Halk Partisi (SVP) geçen seneki seçimlerde meclisteki 200 sandalyenin 65'ini kazandı. Avusturya'da aşırı sağcı Özgürlük Partisi'nin (FPOe) adayı Norbert Hofer geçtiğimiz nisan ayında neredeyse cumhurbaşkanı oluyordu. Danimarka'da ise Avrupa'ya şüpheyle yaklaşan Danimarka Halk Partisi (DPP) geçen seneki genel seçimlerden yüzde 21 oyla ikinci olarak çıktı. Göçmen ve Müslüman karşıtı sağcı partiler Kıbrıs, Yunanistan, Finlandiya, Macaristan, Slovakya ve diğer bazı ülkelerde yükselişte. İngiltere'de ise sağcı Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP) Avrupa Parlamentosu'ndaki en büyük parti durumunda ve oy çokluğu ilkesine göre işleyen ulusal seçim sisteminde henüz ciddi bir atılım yapamamış olsa da, aldığı oy itibariyle üçüncü parti konumunda.
"Bir parti, demokratik bir ülkede demokratik yollardan destek görüyorsa, bunda endişe edecek ne var" diye sorulabilir. Elbette halkın iradesini kabullenmek zorundayız. Fakat bu tür partilerin, 'liberal', 'müsamahalı', 'barışçıl' ve 'demokratik' değerlere sahip olmakla övünen toplumlarda kitlesel destek bulan ideolojilere sahip olması, gerçek bir endişe sebebi teşkil ediyor. Yerel bazdaki farklılıklara rağmen, bu partilerin hemen hepsi Müslümanlara ve göçmenlere karşı ve hatta bazıları söylemlerinde doğrudan ırkçı ve İslamofobik bir dil kullanıyor. Mesela Fransa'nın milliyetçi partisinin lideri Marine Le Pen 2010 yılında, caddede namaz kılan bir Müslüman görüntüsünün, Fransa'nın İkinci Dünya Savaşı'nda maruz kaldığı Nazi işgaline benzer bir şey olduğunu söylemişti. Alman AfD'nin başkanı Frauke Petry, İslâm'ın "Almanya'ya ait olmadığını" ilan etti ve sınır polisine, icap ettiği durumlarda kaçak göçmenleri vurması çağrısında bulundu.
TOPLUMSAL PSİKOLOJİ, SİYASETÇİLER VE MEDYA
Batılı hükumetlerin ve Avrupa'daki ana akım medyanın, bu sağcı partilerin yükselişine yaptığı gizli katkıları incelemek de önemli. Sözde merkez partiler, seçmenlerini, uzun bir süre boyunca "nasıl olsa bizi destekliyorlar" yaklaşımıyla hafife aldı ve toplumlarında artmakta olan sosyal eşitsizlikleri göz ardı etti. Bu merkez partiler, doğru bir politika izleyerek göçmen nüfusun büyümesine müsaade etti. Ama diğer yandan halklarını, göçmenlerin toplumlara sağladığı faydalar konusunda ikna etmekte başarısız oldular.
İnsanlar göç konusunda endişeli olduklarını göstermeye başlayınca ya göz ardı edildiler ya da merkez partiler kendi siyasi kazanımları adına toplumdaki gerginliklerden nemalandılar. Parlamentolar, sıradan halkın mücadelelerini hemen hiç anlamayan, özel eğitimli ve varlıklı ailelerden gelen 'kariyer siyasetçileri' ile doldu. Artan göç sebebiyle çeşitlenen nüfus karşısında bu siyasetçilerin, ev sahibi konumundaki topluluklarla göçmen toplulukların arasında bir entegrasyon tesis etmeye yönelik pek bir etkisi olmadı. Sağcı partiler ve liderlikleri işte böyle bir ortamda, kendilerini müesses nizamın karşıtı olarak konumlandırmayı başararak, öfkeli halkı milliyetçilik ve vatanseverlik silahlarıyla avladılar.
Medya da topluluklar arasındaki bölünmelerin oluşmasında büyük bir rol oynadı Sağ eğilimli medyadaki göçmen ve Müslüman karşıtı propaganda, topluluklardaki gerilimleri artırdı ve yerli işçi sınıfından oluşan toplulukların önemli bir bölümünü göçmen aleyhtarı bir hale getirdi. Medya kampanyası o kadar başarılı oldu ki her sosyal problemin adresi olarak 'göç' gösterilir oldu ve İslam, Batılı değerlerle uyumsuz ilan edildi. Bir katile, Müslüman ismi taşıyorsa 'terörist' yaftası yapıştırılıyor. Fakat Müslüman karşıtı bir ırkçı olan Anders Breivik 77 kişiyi katledince, o ancak bir 'yalnız kurt' oluveriyor. Bazı medya kuruluşlarının canlı tuttuğu bu göçmen ve Müslüman karşıtı gündemden en çok yararlananlar yine sağcı ve ırkçı partiler olmuştur.
Sağcı siyasetçiler ve destekçileri bundan hoşlansın yahut hoşlanmasın, göç modern Avrupa'nın bir gerçeği ve göçmen nüfus önümüzdeki yıllarda kesinlikle artmaya devam edecek. Avrupa'nın bu sıralar kendisini içinde bulduğu mülteci krizi, yakın bir zamanda ortadan kaybolacak gibi görünmüyor. Ülkelerindeki göçmen nüfusunda gerçekleşecek önemli artışı kabullenmekten başka bir seçenekleri de yok. Nefretleri toplumlarına ne fayda sağlayacak? Göçmenlerin yüzde 99'u çalışkan ve barışçıl insanlar. Bu politikacılar, yerli halkı göçmenlerin aleyhine döndürmekle ne başarmış olacaklar! Göçmenlerin büyük çoğunluğu Müslüman. Bu siyasetçiler İslamofobiyi yayarak topluma ayrışmadan başka ne gibi bir katkı sunmuş olacaklar?
ÇOK KÜLTÜRLÜLÜKTEN MEDENİYETLER ÇATIŞMASINA
Birçok kişi Huntington'ın 'medeniyetler çatışması' tezinin, George W. Bush'un 'Terörle Savaş'ının ardındaki en önemli unsur olduğuna inanıyor. Bush'un savaşı ise Ortadoğu'nun şu anda içinde bulunduğu bu keşmekeşin temel sebebi. Huntington Sovyet İmparatorluğu'nun çöküşünden sonra, Batı uygarlığına bir tehdit olarak İslâm'ın ortaya çıkacağını savunuyordu. Batı ülkelerinde yaşayan ve topluma her yönüyle katkıda bulunan milyonlarca Müslüman, bu tez sayesinde bir gecede 'tehdit' oluverdi. Kendisine 'Müslüman' diyen bazı kişilerin gerçekleştirdiği terör saldırıları yüzünden de sağ kanat partileri İslâm'ı ve Müslümanları, fıtraten şiddete meyyal olarak sunabilme fırsatını ele geçirmiş oldular. Halbuki, bu haince işleri büyük bir şehvetle gerçekleştiren kişiler, dünyadaki Müslüman nüfusun yüzde birine dahi tekabül etmiyor. Fakat bu saldırıların, bazı yerlerde göçmenlere ve Müslümanlara yönelik nefret suçlarında çok keskin bir artış gözlenmesi gibi felaket niteliğinde neticeleri oldu.
Avrupa'daki sağcı siyasetçiler ve sağcı medya, Huntington'un tezini Avrupa'nın kalbine getirip oturtmuş görünüyor. Bir yandan göç artmakta ve nüfus iyice farklılaşmakta, diğer yandan ise göçmenlere ve Müslümanlara yönelik düşmanlığın endişe verici şekilde artışına şahit olmaktayız. Sağcı partiler bu şekilde hız kazanmaya devam ederse, toplumlar birbirlerine karşı giderek iyice tahammülsüzleşecek. Bu durum ise şiddetli çatışmalara yol açabilir.
Temel İslâmî bilgisi olan herhangi biri, burada esasen bir medeniyetler çatışması olmadığını kabul edecektir. Hakikat şu ki İslâm, Batı'nın müspet ahlaki değerlerinin çoğuyla uyumludur. Fakat maalesef bu hakikati sıradan halka aktarmaya hazır az sayıda siyasetçi ve medya kuruluşu var.