Ermeni, 'mazlum' mu 'zalim' mi?
Yeni Şafak yazarı ve Türkiye'nin önde gelen İlahiyatçılarından Prof.Dr. Hayrettin Karaman, 'Ermeni soykırımı' meselesini yazdı. Karaman'a göre ortada 'soykırım' yok 'nefsi müdafaa' var.

Oluşturma Tarihi: 2015-05-10 14:56:15

Güncelleme Tarihi: 2015-05-10 14:56:15

Ermeniler bir zamanlar Osmanlı'nın “millet-i sadıka”sı olmuşlar; velinimetleri olan Osmanlıya hıyanet etmemişler, sadık bir teb'a olarak yaşamışlar. Bugün de ülkemizdeki Ermeni vatandaşlarımızla bir problemimiz yok. Problem Ermenistan yönetimi ile diasporadaki Ermenilerin Türkiye düşmanlığından ve Türkiye'ye kötülük yapmak için gece gündüz fitne fesat kaynatmalarından ileri geliyor.

Dünyayı soykırım olduğuna inandırmak istedikleri olay bundan yüz sene önce cereyan etmiş bir toplu sürgün (tehcir) olayıdır. Tarihçi Murat Bardakçı'nın, aşağıya kısmen aldığım, belgelere dayalı tespiti beni, bu konuda gerçeği yansıttığı kanaatine götürüyor.

Sayın Bardakçı, “1915'te büyük acıların yaşandığını, tehcirin Ermeniler tarafından unutulmasının imkânsızlığını ama tehcirin “soykırım” değil, devletin o günlerdeki mecburiyeti ve daha da önemlisi “nefis müdafaası” olduğunu senelerden bu yana yazıp söylüyorum” diyerek konuyu özetliyor ve bu “nefis müdâfaası”nın hikayesini de anlatıyor:

27 Mayıs 1915'te çıkartılan Tehcir Kanunu'nun uygulanması o sırada Doğu Cephesi'nde Ruslar'a karşı savaşan Üçüncü Ordu'nun kumandanı Mahmud Kâmil Paşa'nın İstanbul'a, Harbiye Nezareti'ne gönderdiği şifreli bir yazı ile başlamıştı. Paşa, şimdi Genelkurmay'ın askerî arşivinde muhafaza edilen yazısında şöyle diyor:

“Erzurum, Van ve Bitlis illeri dahilindeki Ermeniler firar edip düşman tarafına katılmak, çeteler teşkil ederek yolları kesmek, halkı katl ve depoları yağma ve tahrip etmek suretiyle içyüzlerini gösterdiler. Sivas, Diyarbakır ve Elazığ illerinde yaşayan Ermenilerin de aynı maksat ve emelde oldukları ele geçirilen silâh, bomba, patlayıcı maddeler ve meydana çıkarılan teşkilât ve tertipleri ile belli olmuş ve daha sonra Karahisar'daki olay ile de tesbit edilmiştir. Dolayısıyla orduyu besleyecek olan bölgenin ve menzil sınırımızın geçtiği yerlerde düşmanca emeller ile dolu bu unsurların yaşamasını, ordunun yiyecek ihtiyacı ve emniyeti bakımından tehlikeli görüyorum. Ordu, dış düşmana karşı büyük zorluklarla mukavemet ettiği bir anda, ikmal görevlilerinin ve yeni kuvvetlerinin bir kısmını iç düşmanlara ayırarak büyük bir tehlikeye maruz kalıyor.

Dolayısıyla gelecekte daha vahim durumlar karşısında kalmamak için, şimdiden yukarıda arzedilen illerdeki Ermeniler'in de Halep ve Musul bölgelerine sevk ve iskân edilmesine izin verilmesi ile valilere ordu tarafından bu konuda yapılacak tebliğlerin sekteye uğramamasına inayet buyurulmasını ve bu hususta verilecek olan onayın da derhal bildirilmesini istirham ederim”.

Peki bir zaruret olarak başvurulan tehcirde Ermenilerin kayıpları ne kadar olmuştur?

Bu sorunun da cevabını yine sayın Bardakçı'dan aktarıyorum:

“Tehcir öncesi ve sonrasındaki fark 972 bin 246. Ama, 1915 bir soykırım değildir. Ya tehcirdir ya da mukatele. Talât Paşa gerekli olan şeyi yapmış bir devlet adamıdır, bu kadar basit”.

“972 bin 246 Ermeni'nin akıbeti belli mi?” sorusuna da şu cevabı veriyor:

“Hayır, onu hiçbir şekilde tespit edemezsiniz. Çünkü bu rakamın içinde sekiz-dokuz aylık bir dönem içinde farklı sebeplerden ölenler var, Rusya'ya, Güney Amerika'ya, Avrupa ülkelerine göç edenler var, ölenler var, hepsi bu rakamın içinde…”

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ