Halep sonrası Suriye'de yeni stratejik denge ve Ortadoğu'da güç mücadelesi
Ahi Evren Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Serhat Erkmen AA için yazdı:

Oluşturma Tarihi: 2016-12-28 13:59:10

Güncelleme Tarihi: 2016-12-28 13:59:10

TİMETURK | HABER MERKEZİ

Halep, Suriye'deki olayların başladığı yer değildir. Hatta Halep'e hem siyasal gösteriler hem de silahlı çatışmalar diğer pek çok şehre göre çok daha geç ulaşmıştır. Ancak geçen süre zarfında, Suriye'nin ikinci büyük kenti konumundaki Halep'in kaderi çatışmanın kaderiyle eş tutulur hale gelmiştir. Rejimin Halep'i kontrol etmesi iç savaşın gidişatının değişmesi anlamına gelirken, muhaliflerin bu şehirdeki kontrolünü sürdürebilmesi ise Şam'ın daha fazla dayanamamasına neden olabilirdi. Bu nedenle taraflar, ne kadar zor durumda olurlarsa olsunlar Halep'ten vazgeçmediler. Bunun sonucunda şehir inanılmaz bir yıkıma uğradı.

HALEP İLE GELECEK SONUÇLAR

Halep'in merkezi hükümetin kontrolüne geçmesi, kısa ve orta vadede Suriye'deki çatışmaların karakterini değiştireceği gibi, aynı zamanda muhaliflerin kendi içindeki dengelerini de değiştirecektir. Halep'in Suriye'deki iç savaş üzerindeki olası etkileri şöyle sıralanabilir:

Çatışma sona ermeyecek, çatışma sahası değişecek: Halep iki taraf için de çatışmanın sonu değil.

Suriye'de halihazırda en az 5 kategoride sürekli çatışma yaşanıyor: Merkezi hükümet ile muhalifler arasında, merkezi hükümet ile IŞİD arasında, IŞİD ile PKK/PYD arasında, ÖSO ile IŞİD arasında ve ÖSO ile PKK/PYD arasında. Bunlar süreklilik arz eden ve yoğun olan çatışma kategorileri.

Bir de çoğunlukla yerel iktidar, ganimet, potansiyel sorunlar, yerel anlaşmazlıklar gibi nedenlerle zaman zaman gerçekleşen ve müttefik gibi görünen tarafların kendi içlerinde derin ayrılıklar bulunduğunu gösteren ve yakın gelecekte farklı nedenlerden dolayı alevlenebilecek türden çatışmalar bulunuyor: Şam ile PKK/PYD arasındaki potansiyel çatışma ve ülkenin değişik yerlerine dağılmış olmalarına rağmen asıl olarak Halep kırsalı ile İdlib ve civarına sıkışan muhaliflerin kendi içlerindeki çatışma da bu kategoriye girebilir.

Halep'in merkezi hükümetin kontrolüne girmesiyle birlikte, her iki kategorideki çatışmaların hızlanarak artması bekleniyor. İlk kategorideki çatışmalarda üç bölge ön plana çıkacak gibi duruyor: İdlib, El Bab ve Hums. İran ve Rusya'nın doğrudan desteği dışında, İran'ın Ortadoğu'nun farklı ülkelerinden getirdiği çeşitli milis grupların desteğini alan Şam, sonraki hedef olarak İdlib'i belirledi. Ancak buradan, hemen İdlib merkeze yönelik operasyonlar başlayacağı anlamı çıkarılmamalıdır. Şehrin kırsalında farklı grupların kontrolünde bulunan kasaba ve beldeler öncelikli çatışma sahasına dönüşecektir. Yine de 2017 baharının en ciddi tartışma konularından birisinin İdlib olacağı söylenebilir. Bu süreçte El Bab da ayrı bir önem taşıyacaktır. Aşağıda başka bir başlık altında Türkiye'nin El Bab'daki harekatı incelenecektir. Ancak Suriye ordusunun yaptığı hamleler ve El Bab'ın güneyinden hareketle, sürpriz bir Moskova-Şam ortak yapımı El Bab hamlesi getirebilir. Bu olasılık şimdilik pek konuşulmuyor. Fakat gerçekleşmesi halinde sadece Türkiye'yi değil, ABD'nin Suriye'nin kuzeyine ilişkin planlarını da alt üst edebilir. Son olarak Palmira saldırısının da gösterdiği gibi, Hums'un batısında saman alevi gibi parlayan, sonra küllenen bir çatışma var. Suriye Ordusu'nun İdlib'e doğru yığınaklanması, DEAŞ'ın buradaki sürpriz saldırılarının sayısını ve etkinliğini artıracaktır.

Özetle, görülebilir gelecekte Suriye'de çatışmaların biteceğini ya da azalacağını beklemek doğru değildir.

Çatışan taraflar kendi içlerinde yeniden yapılanacaklardır: Muhalifler, rejim ve PYD açısından Halep'ten çıkan en önemli derslerden biri, her birinin iç yapılanmasındaki çelişkilerin giderek sürdürülemez hale geldiğidir. Bu nedenle her biri, kendi iç ittifakını ve bileşenlerini gözden geçirmek zorunda kalacaktır. Sırasıyla ele alırsak, rejimin Halep kuşatmasından önce, şehrin içindeki çeşitli grupların kendi aralarında derin fikir ayrılıklarına düştüğü görülmüştü. Bu ayrılıklar ideolojik, taktik, kişisel, çıkar bazlı ve dış destekçinin yönlendirmesi kaynaklı olabiliyordu. Fakat sonuçta ortaya çıkan tablo, birleşememenin grupları zayıflattığı oldu. Üstelik Şam'ın Fethi Cephesi'nin, Halep'teki kuşatmayı kırmak için başlattığı büyük operasyon, hem rejimin hazırlıklı olması hem de gruplar arasındaki fikir ayrılıkları nedeniyle başarısızlıkla sonuçlandı. Bu durum özellikle İdlib'te etkin olan gruplar tarafından dikkate alınarak yeni bir birleşme sürecine dönüştürüldü. Hala tamamlanamamış ve kendi içinde ciddi sorunlar taşıyor olsa da İdlib'teki grupların çoğu tek çatı altında toplanmak için önemli yol aldılar.

Öte yandan, rejime destek veren grupların yaratabileceği riskler, özellikle tahliyeler sırasında açığa çıktı. Tahliyeler sırasında Halep'te, rejimin doğrudan katılmadığı, hatta Rus uçaklarının engellemek için uyarılarda bulunduğu Şii milisler, sivil halka doğrudan saldırdı. Halihazırda savaşabilecek insan kapasitesi açısından büyük sıkıntı çektiği ve İran'a karşı koyamayacağı için, Şam'ın bu milis gruplara müdahalesi mümkün görünmüyor. Fakat hem Rusya hem de Şam, İran'ın desteğinde gelen bu grupların etkinliğinin azaltılmasının uzun vadede çok önemli olduğunu gördüler. Bu durum kısa vadede sonuç verecek gibi olmasa da, uzun vadede dikkate alınması gereken bir konu gibi duruyor.

Son olarak PYD, Halep'teki durumdan memnun görünmesine rağmen, Şam ile ilişkileri kırılganlığını koruyor. Halep'in kuşatılmasının özellikle ilk evresinde kontrol ettiği Şeyh Maksut ile şehrin can damarı durumundaki Castello yolu üzerinde yarattığı baskıyla rejime büyük fayda sağlayan PYD, zamanla bu önemini yitirmeye başladı. PYD'nin ABD'yle ilişkisi ve Suriye'deki uzun vadeli hedefleri düşünüldüğünde, rejimle sorun yaşaması kaçınılmaz gibi görünüyor. Ancak Halep'in rejimin kontrolüne geçmesinden sonra Şam'dan gelen açıklamalar, bu sorunun beklenenden daha kısa bir sürede ortaya çıkabileceğini gösteriyor. Elbette İdlib'te ve kısmen Azaz'da baskı yaratmak için, rejimin hâlâ PYD'ye (Afrin üzerinden) ihtiyacı bulunuyor. Bu nedenle Halep, her iki aktör için de gelecekte sürdürebilecekleri ilişki açısından önemli bir örnek teşkil etmektedir.

Moral ve motivasyon üstünlüğü rejimin eline geçmiştir: Halep'i elde edenin stratejik üstünlüğü ele geçireceği biliniyordu. Ancak bu haliyle Halep, rejime para, insan kaynağı, lojistik destek, hammadde gibi fiziksel üstünlük sağlayabilecek bir halde değildir. Üstelik uzun bir süredir rejim, bu maddi kaynakları ülkenin içinden değil dış müttefiklerinden temin etmektedir. Burada sağlanan asıl üstünlük, psikolojik olarak rejimin yıkılacağına dair beklentinin ortadan kalkmasıdır. Halep'i kontrol etmesiyle birlikte rejim, büyük bir zafer hikayesi yaratmaya çalışmaktadır. Bunun Suriye halkının bir kısmı üzerinde etkisi olması kaçınılmazdır. Kimisi kazananın tarafında olmak istediğinden, kimisi korktuğundan, kimisi rejimin kalıcı olmasından çıkar sağlamak istediğinden, kimisi ülkeyi ‘kurtaran lider' olarak gördüğünden, rejimin halk üzerindeki etkisi artacaktır. Üstelik bu kazanım sadece çatışmaya yönelik bir moral üstünlüğü değildir.

Suriye'yle ilgili faaliyet gösteren tüm aktörler, çatışmanın masada sonlanacağını biliyorlar. Ancak çatışma masasına da etkin bir pozisyonda oturmak istiyorlar. Halep'i kontrol eden rejimin, yeni bir görüşme süreci başlatacağını ilan edişi hafife alınmamalıdır. Üstelik yeni görüşme sürecinin Astana'da başlayacağının belirtilmesi de Suriye'de Batı'nın etkisinin azaldığını göstermektedir. Müzakere sürecinin Cenevre'den Astana'ya taşınması, hangi tarafın siyasi iradesinin ağır basacağının ipucu olarak okunabilir.

BÖGLESEL DENKLEM

Halep'teki gelişmeler iki çok önemli faktörü gözler önüne serdi: Batı'nın etkisizliği ve Rusya-İran ittifakının ‘başarısı'. 

ABD'nin Suriye konusundaki etkisizliğini Demokratların seçimi kaybetmesine bağlamak tam olarak doğru değil. Donald Trump'un Ortadoğu'da Rusya ile işbirliğini artırmaya yönelik politikası elbette Şam'ın elini rahatlatmıştır. Fakat Obama dönemi bir bütün olarak incelendiğinde, ABD'nin Şam üzerinde ağır bir baskı kurmadığı görülmektedir. ABD'nin PYD ile işbirliği ve Suriye'nin kuzeyine odaklanması, Şam üstünde önemli bir baskı yaratmadı. Hatta PYD-DEAŞ çatışması, rejimi Halep'in doğusu ve Dayr ez Zor'da rahatlattı. Ancak ABD'nin önderliğindeki Batı ittifakıyla Rusya-İran ittifakı arasındaki fark, değişik ittifak nedenlerinden kaynaklanmaktadır.

Suriye'de ABD öncülüğündeki Batı ittifakı, Rusya ve İran ikilisi birlikte ve açık bir biçimde devreye girmeden önce dahi sahadaydı. Bu ülkeler sahadaki varlıklarını doğrudan veya dolaylı olarak muhalif gruplara sağladıkları finans ve silah desteğiyle gösterdiler. Bu destek, bazı bölge ülkelerinin de katılımıyla epey genişledi. Fakat bu işbirliğinin çok önemli bir sorunu bulunuyordu. Bu sorun, ittifakı oluşturan ülkelerin Suriye'deki gündem ve beklentilerinin birbirinden farklı olmasıydı. Bu nedenle yerel araçlarını ortak bir stratejik hedefe doğru yönlendirmekten ziyade, hem rejimle hem de birbiriyle mücadele eden dağınık bir muhalefet grubu ortaya çıktı.

Buna karşılık Rusya-İran ittifakının hedefi daha netti: Rejimi ayakta tutmak. Bu doğrultuda, rejimin ayakta kalmasını sağlayacak bir ayaklanma bastırma stratejisinden uzun süreli bir askeri operasyona dönüşen bir süreçte, büyük ölçüde ortak davrandılar. Üstelik yanlarına bölgesel denklemden rahatsız olan bölge ülkeleri ile Çin gibi ülkeleri de dahil ettiler. Aralarında taktik farklılıklar olduğunda, bunları daha çabuk çözdüler veya ertelediler. Bugün Rusya ve İran'ın Suriye stratejilerinin aynı ya da ortak olduğundan söz edilemez. Fakat her iki ülke de önceliklerini rejimi korumaya ve silahlı çatışmada üstünlük sağlamaya vererek görece bütüncül bir strateji izlediler.

Rusya'nın sahada doğrudan ve açık bir biçimde devreye girmesi ve İran'ın Suriye ordusunun insan gücü açığını kapatmak için diğer ülkelerden milis takviyesi yapması, sahadaki şartları Şam lehine çevirdi. Fakat bu durum kısa vadede İran'a avantajlar sağlamış olsa bile, uzun vadede yeni çatışmaların habercisi gibi duruyor.

Bu arada mutlaka altı çizilmesi gereken bir nokta bulunuyor. Batı ülkeleri arasından bazıları, Şam ile yaptıkları gizli görüşmeler ve verdikleri örtük tanıma mesajları aracılığıyla, Suriye politikasında çoktan değişiklik yapmış durumdalar. Bu nedenle, rejimin karşısındaki cephede aslında çoktan beri çatlaklar oluşmuştu. ABD'nin tavrı bu süreci hızlandırdı. Sonuçta Suriye, Batı ülkelerinin geri adım attığı ve İran-Rusya ikilisinin kazanım elde ettiği bir sürece doğru ilerliyor.

Peki bu durum, Ortadoğu'da yeni bir dönemin habercisi sayılır mı? Büyük bir olasılıkla bu sorunun yanıtı ‘evet'. Ancak bu ‘evet' yanıtının, Ortadoğu'da Rus-İran hakimiyetinin başlayacağı bir dönemi işaret ettiği düşünülmemelidir. Suriye'de rejimin devrilmemesi rejimin yöneticileri için bir ‘başarı' olarak görülebilir. Ancak, yüzbinlerce insanın öldüğü, milyonlarca kişinin göçmen olduğu, mezhepsel çatışmanın yayıldığı, devletlerin iktidarlarının çöktüğü, dış güçlerin müdahalesiyle sınırların anlamsızlaştığı, devlet dışı aktörlerin yabancı güçlerle işbirliği içinde yeni devletler kurmaya çalıştığı bir dönemin ‘başarı' olarak tanımlanmasının ne kadar doğru olduğu tartışmalıdır.

Yukarıdaki tablo, Irak'ın ABD tarafından işgal edilmesinden sonraki dönemi ne kadar da hatırlatıyor. İşgal sonrası Irak'ta da benzer süreçler yaşanmıştı. Sonuçta Irak, devletin çöktüğü ve her yönüyle istikrarsızlık kaynağı olan bir ülkeye dönüştü. Bu nedenle, aşağıdaki faktörler, yakın gelecekte Ortadoğu bağlamında yeni çatışma dinamiklerinin harekete geçebileceğini gösteriyor:

1. Temelde ABD'ye, kısmen de Rusya'ya yaslanarak kendisine devlet kurma arayışına giren PYD, bölgenin klasik refleksleri arasında ezilecek mi? Yoksa yeni çatışma sahasının asli aktörü mü olacak?

2. İran'ın Şii kuşağı oluşturma projesi gerçekten hayata geçirilebilecek mi? Birkaç yıl öncesine kadar, Irak'ın batısı ile ve Suriye'nin doğusunda kalan bölgenin demografik gerçekleri nedeniyle sadece stratejik bir koridor olarak tartışılan Şii Koridoru, on yıla yayılan bir dizi savaşın sonucunda, yaşanan yerel halkın dışarıya göçü, dışarıdan gelen şu an için sınırlı sayıda insanın bölgeye yerleşmesi ya da bölgeyi dönüştürmesiyle demografik bir gerçekliğe dönüşebilir mi?

3. Rusya'nın Ortadoğu'ya SSCB döneminden bile güçlü bir dönüşü mümkün olacak mı? Yoksa dönüş sadece Suriye ile sınırlı mı kalacak?

4. Mezhepsel çatışma ile etnik çatışmanın yan yana ve hatta iç içe geçtiği çatışmaların ilerleyemeyeceği bir nokta olacak mı? Bugün kendisini güven içinde hisseden devletlerin, aslında ne kadarı gerçekten bu çatışma dinamiğinden uzak kalabilecek?

5. Radikal Selefilik ve militan Şiilik arasındaki çatışmanın, devletlerin kullandığı birer araç olmaktan çıkıp devletler arasındaki sorunun kendisine dönüşmesi halinde, bölgede yeni bir ittifaklar zinciri doğar mı?

Bunların hepsinin Halep'le ne ilgisi var denilebilir. Ancak yukarıdaki beş maddede sayılanların tamamının, Halep'teki çatışmanın tarafları oldukları ve hatta sonuca ulaşmasını sağlayan aktör ve araçlar oldukları düşünüldüğünde, Halep'teki savaşın gerçek stratejik etkileri anlaşılabilir.