Yahudi siyonizmiyle Hıristiyan siyonizmi arasındaki ilişki öteden beri tartışılır.
Çoğu kişi, Yahudi geleneğindeki Siyonist hareketin bazı Hıristiyan kişi ve grupları etkilediğini ve böylelikle siyonizme kayıtsız şartsız destek veren ve “Hıristiyan siyonistler” olarak adlandırılan bir kesimin Hıristiyanlar arasında ortaya çıktığını düşünür. Oysa durum gerçekte böyle değildir.
Siyonizme varlık kazandıran düşünce yapısı, Yahudi siyonizminin siyasal bir akım olarak tarih sahnesine çıkmasından çok önce, reform döneminin hemen sonralarına kadar uzanan bir tarihsel süreçte Hıristiyan geleneğinde mevcuttur. Bu düşünce yapısı başta İngiltere olmak üzere hem Hıristiyan ülkelerin yönetim mekanizmalarında ve karar mekanizmalarında etkili olmuş hem de Hıristiyan ülkelerde azınlık olarak yaşayan Yahudiler arasında Siyonist düşünce yapısının gelişmesine katkı sağlamıştır.
Kuşkusuz bir terim olarak “Hıristiyan siyonizmi” 19. yüzyıl sonlarından itibaren kullanılmaya başlanır. Bu terimi ilk kullanan Theodor Herzl'dir. 1897'deki ilk Siyonist kongreye davetli Yahudi olmayan birkaç kişiden birisi olan Henry Durand için bu ifadenin kullanıldığı bilinir.
Bununla birlikte bir öğreti ya da düşünce biçimi olarak Hıristiyan siyonizmi uzun bir geçmişe sahiptir. Hıristiyan siyonizminin temelinde reform döneminde “sola scriptura”, yani yalnızca kutsal metin öğretisi doğrultusunda yaygınlaşan literal metin okumaları geleneği bulunmaktadır.
Bu geleneğin etkisindeki çeşitli kilise grupları gerek Eski Ahit metinlerine gerekse Yeni Ahit metinlerine yönelik literal kutsal metin okumalarından hareketle dini düşüncelerini seçilmiş halk, vadedilen topraklar ve zion kavramları doğrultusunda yapılandırmışlardır. Başta İngiltere olmak üzere çeşitli Batı Avrupa ülkelerinde filizlenen bu akım, daha sonra göçe bağlı olarak Kuzey Amerika'da gelişip yaygınlaşmıştır. Amerika kıtasında bu akımın kökenlerinin 17. yüzyıla kadar uzandığı düşünülmektedir. Buna göre kendilerini Avrupa sekülerizminin günahkâr yapısından uzaklaşıp Amerika kıtasına göç eden Puritanlar, Amerika'yı vadedilmiş topraklar, kendilerini ise yeni seçilmiş halk ve yeni İsrail olarak görmüşlerdir. Hıristiyan siyonizminin ABD sosyal siyasal yapısı üzerindeki etkisininise 18. yüzyıl sonlarına kadar uzandığı bilinmektedir. Öyle ki ikinci ABD başkanı John Adams (1797-1801) Yahudilerin bağımsız bir devlet olarak tarihsel anavatanlarına ve kutsal metinde belirtilen konumlarına dönmeleri gerektiğini düşünmüştür.
Esasen Yahudi ortodoksisi, Mesih beklentileri bağlamında vadedilen topraklara dönüşe, burada İsrail'in kurulmasına ve mabedin yeniden inşa edilmesine dair bir beklentiye zaten sahipti. Ancak geleneksel Yahudi inancına göre böylesi bir gelişme, ancak tanrısal bir müdahale ve bunun tezahürü olan beklenen Mesih'in gelişi ile gerçekleşecektir. Hıristiyan siyonistler ise kendi inanışlar bağlamında siyasal bir çaba ve müdahale ile Yahudilerin bir vatan olarak Filistin'e dönüşlerini ve İsrail'in kurulmasını savunuyorlardı.
Nitekim Hıristiyan siyonistlerin bu yaklaşımı 19. yüzyıl sonlarına gelindiğinde Avrupa'daki bazı seküler Yahudiler arasında da rağbet görmeye başladı ve Nathan Birnbaum 1893'te “Yahudi problemine bir çözüm olarak kendi anavatanlarında Yahudi halkının ulusal yeniden doğuşu” başlıklı bir kitapçıkta bu fikre destek verdi. Birkaç yıl sonra 1896'da Theodor Herzl meşhur “Yahudi devleti” kitabını yayımladı ve bir yıl sonra da Basle'da ilk Siyonist kongre toplandı.
Özellikle Birinci Dünya Savaşı ve sonrası gelişen şartlarda Hıristiyan siyonistler, Yahudilerin Filistin'e dönerek orada bağımsız bir devlet kurmaları politikasına her türlü destek vermeyi dini bir görev addettiler. Öyle ki Hıristiyan siyonistlerin temel argümanı, bağımsız bir Yahudi devleti olarak İsrail'in kurulup ona her şartta her türlü desteğin verilmesinin ve desteklenmesinin tanrısal planın bir gereği olduğudur. Hıristiyan siyonizmi bu bağlamda Yahudi siyonist teşkilatlarıyla sıkı bir iş birliği içinde oldu. Filistin'de bir Yahudi devletinin kurulmasının garantisini veren 1917 tarihli “Belfour Deklarasyonu” bunun açık bir ifadesidir.
Bu zihin yapısıyla Hıristiyan siyonizmi gerek Avrupa'da gerekse ABD'de Yahudi siyonizmiyle sıkı bir işbirliği içinde olmuştur. Özellikle ABD'deki etkisini günbegün artırmış ve ABD iç ve özellikle dış politikasında yönlendirici olmuştur. Hıristiyan siyonistlerin Yahudilerle, Filistin'le ve Kudüs'le olan irtibatları, Kitabı Mukaddes'te Yahudi halkına yönelik ilahi vaatler ve Mesih'in ikinci kez yeryüzüne gelişi öncesi kehanetler doğrultusunda olmuştur.
Hıristiyan siyonizminin Kudüs ve Kudüs'teki mabet konusundaki apokaliptik yaklaşımının temel referansı sadece Yeni Ahit değildir, aynı zamanda Eski Ahit'tir. Kutsal metindeki bu referanslara literal bir yaklaşım esas alınmıştır. Hıristiyanlığın ana gövdesi bu konuda Yeni Ahit'teki “Yuhanna'nın Vahyi” kitabındaki apokaliptik beklentiler üzerinde yoğunlaşırken, Hıristiyan siyonistler buna ilave olarak Eski Ahit'te etnik bir kimlik olarak İsrail'in seçilmişliği, onlara yönelik vadededilen topraklar (eretzisrael) ve İsrail'in düşmanı olan halklarla mücadele etmesinin meşruiyeti gibi hususları da düşüncelerinde belirleyici/yönlendirici referanslar olarak almışlardır.
Hıristiyan siyonizminin gelecek dönem beklentileri dispansationalist bir çerçeve üzerine oturtulmuştur. Buradaki temel yaklaşım, kutsal metindeki eskatolojik beklentilere dair hermenötik bir okumadan hareketle yaşanacak her dönemin tanrısal irade tarafından belirlenmiş bir çağa tekabül ettiğinin düşünülmesidir. Gelecek tarihin buna göre algılanıp inşasına çalışılmasıdır. Kudüs'e ve Mescidi Aksa'ya yönelik gelecek planında da esas alınan budur.
Bu doğrultuda temel beklenti, ilahi Oğul İsa Mesih'in yeryüzüne ikinci gelişi (paraousia) öncesi dönemde Hıristiyan kutsal metninde ardı ardına vuku bulması beklenen birtakım olayların gerçekleşmesidir. Bu olaylar arasında İsrail'in yeniden güçlü/egemen bir halk olarak Filistin'de ortaya çıkması, yıkılmış olan Yahudi mabedinin yani Bet Amikdaş'ın yeniden inşası ve yöredeki İsrail düşmanlarının Yahudilere karşı savaş açıp büyük bir katastrofun yaşanması oldukça önemlidir. Dispansationalist beklentiye göre tüm bu olaylar, Mesih'in yeryüzüne ikinci gelişi öncesi mutlaka gerçekleşmesi gereken hadiselerdir. Bunlar bir bakıma Mesih'in ikinci gelişinin öncülleri olarak tanrısal planın bir parçasıdır.
Hıristiyan siyonistler, Amerika kıtasına ilk yerleştiklerinde kendilerini Tanrı'nın seçilmiş halkı ve burayı da yeni vadedilmiş topraklar ve yeni İsrail olarak görürken burada yaşayan yerli halkı ise seçilmiş halkın düşmanı putperest ve uygarlıktan uzak Kenaniler olarak değerlendirmişlerdi. Bu bağlamda Amerika'da yayılmacılığı, işgali, yerli halka ve yerli kültüre karşı yürütülen her eylemi ve katliamı Eski Ahit'te İsrailoğullarının Kenan diyarındaki faaliyetlerine dair anlatılarla meşrulaştırma yoluna gitmişlerdi.
Aynı zihniyetle Hıristiyan siyonistler, Filistin'in siyonist Yahudilerce işgalini, oradaki yayılmacı politikayı, yöredeki Müslüman halka ve İslami değerlere karşı taciz ve zorbalığı da bu bağlamda değerlendirdiler.
Dolayısıyla Kudüs'e ve Mescidi Aksa'ya yönelik gelecek tasavvuru bu perspektiften inşa edildi. Gerek Eski Ahit'teki İsrail, seçilmişlik ve vadedilen topraklar fenomeninden gerekse Yeni Ahit'te Mesih'in ikinci gelişi öncesi Tanrı'nın bir planı olarak gerçekleşeceği düşünülen beklentilerden hareketle kurgulanan bir zihin yapısı bu konuda belirleyici oldu.
Bu tasavvurda Kudüs, kutsal bir şehir olarak Yahudilere Tanrı tarafından vadedilen toprakların merkezidir. Mesih'in ikinci gelişi öncesi Yahudi vatanı olarak İsrail'in merkezi olan burada Yahudi egemenliği sağlanmalıdır. Mesih'in ikinci gelişi öncesi Hıristiyan mesajına iştirak etmeleri beklenen ve bu nedenle onlar arasında İncil mesajının yayılması da dini bir görev olarak görülen Yahudilere bu konuda her türlü desteğin verilmesi dini bir sorumluluktur.
Hıristiyan Siyonistlere göre, vadedilen topraklarda Yahudilerin egemenliğinin en görünür tezahürü, yıkılan mabedin yani Bet Amikdaş'ın yeniden, üçüncü kez inşa edilmesidir. Bunun için şu an mabedin bulunduğu yerde inşa edilmiş olan Mescidi Aksa'nın yıkılması elzemdir.
Yahudi siyonistlerde olduğu gibi Hıristiyan siyonistlere göre de Mescidi Aksa, vadedilen topraklardaki işgalin bir eseridir. Dolayısıyla bu işgalin sonlandırılması için Mescidi Aksa'nın ortadan kaldırılmasına yönelik her teşebbüs, her çaba meşrudur ve desteklenmelidir. Zira Mescidi Aksa yıkılmadan ve yerine vadedilmiş topraklardaki ve Kudüs'teki Yahudi egemenliğinin temel nişanesi olan Bet Amikdaş inşa edilmeden yöredeki İsrail egemenliği tam anlamıyla gerçekleşmiş olmayacaktır. Bu durumda ise Mesih'in ikinci gelişi gecikecektir. Bu nedenle, onlar açısından, Mescidi Aksa ortadan kaldırılarak Bet Amikdaş'ın inşası için bu önemli engelin bertaraf edilmesi, kutsal metinde öngörülen tanrısal plana destek açısından oldukça önemlidir.
Hülasa, Hıristiyan siyonizmiyle ilgili bu gerçekler dikkate alındığında şu ikihusus büyük önem arz etmektedir: Birincisi Hıristiyan siyonizmi, sanıldığı gibi Yahudi siyonizmi etkisiyle ortaya çıkan bir akım değildir; tam tersine liberal milliyetçi ve hümanist bir düşünce yapısıyla Yahudilere bir ulusal devlet idealini savunan Yahudi siyonizminin siyasal bir akım olarak oluşumuna ve gelişmesine destek veren bir akımdır. İkincisi ise Hıristiyan siyonizminin kutsal metnin literal okunmasından hareketle kurguladığı bir gelecek beklentisinde Filistin'e, Müslümanlara ve Mescidi Aksa'ya yer yoktur.