'Cevad Zarif'e açık mektup' başlığıyla kaleme alınan yazıda, Esad'ın Kaddafi'den Mübarek'den hiç de farklı olmadığı vurgulanırken, Suriye meselesine gerçekçi bir İran bakışı istendi. İran'ın nükleer anlaşmalar sonunda bazı politkalrda boyutu tam olarak kestirilemeyen yumuşuma işaretleri vermeye başladı. İranlı yazar Sadık Zinakavi'nin ülkesinin Suriye poltikalarını eleştiren yazısı da bu çerçevede değerlendiriyor. Zibakelam'ın yazısı, İran'ın Suriye politikalarında bir değişime gidebileceğinin mesajı olarak da yorulmanıyor. Çünkü, basının tamamının devlet kontrolünde olduğu İran'da, hükümetin el altında da olsa bir izni olmadan böyle bir yazının yayınlanması mümkün görülmüyor.
İşte Sadık Zibakelam'ın yazısından bazı önemli bölümler:
"Bölgedeki dış siyasetimizin temellendiği üç eksen özetle şunlardır: Amerika'ya düşmanlık, İsrail'in yok olması ve Şiilerin hamiliğini üstlenmek. Amerika ile düşmanlık hususunda her zaman tekrarlayıp durduğum nakarattan başka söyleyecek bir sözüm yok: Eğer ‘'Anti-Amerikancılar'' Amerikan düşmanlığının milli menfaatlerimiz için faydalı olduğunu gösteren çok değil sadece bir madde ortaya koyabilirlerse, onlara karşı, Amerikan düşmanlığının milli menfaatlerimize nasıl zarar verdiğini gösteren düzinelerce madde sayabilirim. İsrail'in yok olması hususunda da yine aynı hususu zikredeceğim: ‘İsrail'in yok olması görevini bize hangi makamlar tevdi etti?'' Elbette hem ‘'Anti-Amerikancılık'' hem de İsrail'in yok olması artık kimliğimiz haline geldiği için bunların ortadan kalkması ‘' kimlik krizi'' ile karşı karşıya kalmamıza neden olacaktır. Dolayısıyla bu iki konuda söylenebilecek söz bu iki eksenin milli menfaatlerimiz üzerindeki zararlarının azalması için çabalamamızdır.
Bendenizin asıl söyleyecekleri, İran ve Arap dünyası arasında büyük anlaşmazlıklara neden olan diğer ülkelerdeki Şiilerin hamiliğini üstlenmemiz konusundadır. Kesinlikle bizim Sünnilere karşı bir düşmanlığımız yoktur. Fakat Şiilere hamilik yapma yöntemimiz Sünnilerle aramızda düşmanlıklara yol açmış ve Araplarla karşı saflarda cephe almamız sonucunu doğurmuştur.
‘'Arap Baharı'' ilk ortaya çıktığında biz ona İslam devriminden ve İran'ın Batı, Amerika ve İsrail karşıtı siyasetinden mülhem‘'İslami Uyanış'' adını verdik. Oysa bu isimlendirme gerçek manada henüz ele almadığımız Arap dünyası gerçeklerinden ne kadar da uzaktı. Biz ‘' İslami Uyanış''ı coşku ve heyecanla karşıladık. Fakat ‘'İslami Uyanış'' Suriye'ye sıçradığında mahiyeti sanki bir anda ters yüz oldu. Oysa diğer bütün Arap ülkelerinde bunu bir halk hareketi olarak tanımlarken iş Suriye'ye geldiğinde ‘' Direniş cephesinin merkezinde onurluca duran kahraman devrimci Suriye rejimi aleyhine Siyonistlerin ve büyük güçlerin bir komplosu'' söylemine dönüştürdük.
Devrimci direniş cephesi madalyonunu Beşşar Esed'in göğsüne takmak ne onun mahiyetini değiştirir ne de Suriye halkının büyük çoğunluğunun ona teveccüh göstermesine neden olur. Suriye, yüzde 12'si Alevilerden ve yüzde 88'i ise sürekli baskı ve zulümle yönetilen Sünnilerden oluşan bir yapıya sahiptir. İsrail ile mücadele etmek için Suriye ile kurduğumuz stratejik ortaklık Suriye rejiminin birçok gerçeğine gözlerimizi kapatmamıza neden olmuştur. Kendisini eleştirenleri ve muhalifleri acımasızca bastırma tarzı ve sivil haklardan yoksun bırakma, özgür seçimlerin olmaması gibi durumlar yönünden Muammer Kaddafi, Hüsnü Mübarek, Saddam Hüseyin, Ali Abdullah Salih, Suud ve Bahreyn emirleri ile Suriye Baas liderleri arasında elle tutulur bir fark gösterilebilir mi? Filistinliler, İhvancılar, ılımlı Müslümanlar, liberaller, sekülerler, solcular, feministler, aydınlar ya da başka herhangi bir akım; Suriye'nin kendisi ve Arap dünyası; bunlardan hangisi Beşşar Esed rejiminden bir hayır görmüştür?"