Arap devletlerinin Filistin'i kurtarmak ve İsrail devletini yok etmek amacıyla 1948'de İsrail'e savaş açmalarıyla başlayan Arap-İsrail çatışmasının temelini Filistin sorunu oluşturmaktadır. Siyonistlerin Filistin'de Yahudi devleti kurma hedefleri ile İngiltere'nin Filistin'e egemen olma arayışının çakışması, Filistin'de bir Yahudi milli yurdu kurma taahhüdünü içeren Balfour Deklarasyonu'na giden yolu açmıştır.
Sorunun kırılma noktası
Filistin sorununun ilk aşamasını, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arasındaki çalkantılı dönemde manda topraklarında çoğunluğu oluşturan Filistinli Araplar ile Filistin'e göç eden Yahudiler arasında çıkan çatışmalar oluşturmuştur.Birleşmiş Milletler (BM)'in taksim kararının ardından Filistin toplumunun çöküşü ve İsrail devletinin kurulmasıyla sonuçlanan bu aşamadan sonra Filistin mücadelesini Arap devletleri üstlenmiş ve 1948'den itibaren sorun Arap-İsrail çatışmasına dönüşerek devletlerarası ve çok boyutlu bir nitelik kazanmıştır.
Osmanlı'nın yenilgisi sonrası...
Osmanlı İmparatorluğu'nun Birinci Dünya Savaşı'ndaki yenilgisi, Arap coğrafyasında köklü değişikliklere neden olmuş, savaşın galip güçleri İngiltere ve Fransa bu topraklarda kendi çıkarlarına uygun yeni bir bölgesel düzen kurmuşlardır. Bu düzenin yapı taşlarını oluşturan Mayıs 1916 tarihli gizli Sykes-Picot Anlaşması ve Kasım 1917 tarihli Balfour Deklarasyonu, Filistin'in geleceğini de şekillendirmiştir.Kasım 1917'de açıklanan Balfour Deklarasyonu'nda ise İngiltere'nin Filistin'de Yahudi halkı için bir milli yurt tesisini uygun karşıladığı, ancak Yahudiler için yurt kurulmasının, bu ülkede yaşayan ‘Yahudi olmayan toplumların' medeni ve dini haklarını ihlal etmeyeceği ifade
edilmekteydi.
San Remo ve Balfour deklarasyonu
Kendilerini Büyük Suriye'nin parçası olarak gören Filistinliler, San Remo Konferansı “Suriye Arap devleti içinde Filistin” düşüncesini ortadan kaldırınca, yeni stratejileri çerçevesinde Filistin'e ve Siyonizmin teşkil ettiği tehdide odaklanarak, 1948'e kadar bağımsız Filistin devleti düşüncesine bağlı kalmışlardır.Filistinliler manda anayasasını ve Balfour Deklarasyonu'nu zımnen kabul etmeleri anlamına geleceği için, İngiltere'nin Yahudi-Arap işbirliği temelinde oluşturmayı planladığı siyasi-idari organlara katılmayı da reddetmişlerdir. Bu çerçevede, Filistin'deki mücadelenin,
Yahudilerin Balfour Deklarasyonu'nu hayata geçirme ve bir devlet kurma çabaları, Filistinli Arapların da Deklarasyonu etkisiz kılma, Yahudilerin devlet kurmalarına izin vermeme ve bağımsız Arap devletini kurma çabaları etrafında geliştiği ifade edilebilir
Mazlumdan millet yaratma siyaseti
İkinci Dünya Savaşı'nın sonunda Yahudi soykırımının boyutlarının öğrenilmesi, yarattığı şokun yanı sıra, uluslararası toplumda Yahudi davasına karşı büyük bir sempati doğurmuştur. Yahudi devletinin kurulması yalnızca haklı bir dava olarak değil, aynı zamanda Avrupa'daki Yahudi mülteciler sorununa da kısmi bir çözüm olarak görülmüştür.Mültecilerin Filistin'e yerleştirilmeleri için Yahudi göçüne koyduğu sınırlamaları kaldırması konusunda özellikle ABD'nin yoğun baskısıyla karşılaşan İngiltere, bir yandan da Yahudilerin Filistin manda yönetimine yönelik şiddet eylemlerine maruz kalmıştır. Savaş sırasında Avrupa'dan akan göç dalgalarını ve illegal yollardan gelen göçmenleri engellemek için katı tedbirler alan İngiltere'nin tutumu, Siyonistlerin İngiltere'ye yönelik tepkilerini ve Yahudi devletinin güç kullanılarak kurulması kararlılıklarını güçlendirmiştir.
1948 Arap-İsrail çatışması
Nigar Neşe Kemiksiz'in "Arap-İsrail Sorunu ve bölgesel yansımaları" makalesindeki bilgiye göre; 15 Mayıs 1948'de Ürdün, Irak, Suriye, Mısır ve Lübnan ordularının Filistin'e girmesiyle başlayıp, 7 Ocak 1949'da biten 1948 Arap-İsrail Savaşı'nın ilk günlerinde Araplar, nispi bir üstünlük elde etmiş, Mısır Gazze'yi, Ürdün Kudüs'ün doğu kesimi dahil, Batı Şeria'yı almıştır. Ancak ateşkes sırasında, ambargoya rağmen, Sovyetler Birliği'nin Çekoslovakya kanalıyla silah sağlaması ve insan ve ateş gücünü takviye etmesi sayesinde İsrail toparlanarak, üstünlüğü ele geçirmiştir. Arapların savaşı kazanamayacağı anlaşılınca 1949'da yapılan ateşkes anlaşmalarıyla nihai olmayan ateşkes sınırları belirlenmiştir.
Araplar'dan ikinci hamle
1967'deki ikinci Arap-İsrail Savaşı'na kadar olan dönem, İsrail'den intikam alma duygularının güçlü olduğu, Nasırcılığın Arap milliyetçiliğine yeni bir ruh ve güç katıp, tüm bölgede etkisini sürdürdüğü ve 1955 tarihli Bağdat Paktı'nın yol açtığı Batı aleyhtarı tepkiden yararlanan Sovyetler Birliği'nin Arap ülkeleri üzerinde etkisinin artmaya başladığı bir dönem olmuştur. 1957'de bölge ülkelerine ekonomik yardımın yanısıra, komünizm tehdidine karşıaskeri yardımda bulunmayı öngören Eisenhower Doktrini'yle, Soğuk Savaş'ın yarattığı bloklaşma Ortadoğu'yu da etkisi altına almıştır. Arap-İsrail sorunu söz konusu olduğunda, bu kamplaşma, ABD-İsrail/SSCB-Arap ülkeleri şeklinde kendisini göstermiştir. Sovyetler
Birliği'nin ilk Arap-İsrail savaşında İsrail'i desteklerken, ikincisinde Arapları desteklemesi, bölgeye yerleşmek için gerilim yaratma ve bunu istismar etme anlayışını bir kez daha ortaya koymuştur.
1973 mücadelesi
Nasır'ın 1971'deki ölümünden sonra yerine gelen yardımcısı Enver Sedat, İsrail'in Sina'dan çekilmesini ve Süveyş Kanalı'nın yeniden uluslararası deniz trafiğine açılmasını sağlamak ve bozulan ekonomiyi düzeltmek için, hem savunma harcamalarının yükünden kurtulup, hem Amerikan yardımı alabilmek düşüncesiyle, İsrail ile barış yapılmasını planlamış,
ancak, o günkü sınırlarını güvenliği için hayati önemde gören İsrail bu öneriyi kabul etmemişti. Bunun üzerine Sedat, İsrail Ordusu'nun sanıldığı kadar güçlü olmadığını göstererek ABD'nin devreye girmesini sağlamak amacıyla savaşı bir diplomasi aracı olarak kullanmaya karar vermiştir. Bu çerçevede, Mısır, Suriye ve Ürdün arasında yapılan savaş planlamalarının ardından, İsrail'in Yom Kippur tatilinde olduğu 6 Ekim 1973'te Mısır ve Suriye kuvvetleri iki ayrı cepheden İsrail'e saldırıya geçmişlerdir. Mısır Ordusu Süveyş Kanalını geçmeyi, Suriye Ordusu da Golan'ı işgal etmeyi başarmıştır. Ancak İsrail'in, ABD'nin havadan cephane ikmali yaparak yardımda bulunduğu karşı saldırısı üzerine durum değişmiş ve ateşkes ilan edilmiştir.
Soğuk Savaş dönemi
Arap-İsrail anlaşmazlığını çözüme kavuşturmak amacıyla pek çok barış planı gündeme getirilmişse de, tüm tarafların müzakere masasına gelmesini sağlayabilecek koşullar, 1990'da Soğuk Savaş'ın bitmesi ve Körfez Krizi'nin bölgede yarattığı uygun atmosferde ortaya çıkmıştır.Arap-İsrail çatışması Soğuk Savaş'ın en önemli mücadele alanlarından biri olmuş ve büyük güçlerin farklı devletlerin yanında yer almaları, çözüm için gerçek bir adım atılmasını
önlemişti.
Toplumsal hafızaya kazındı
İsrail'in dış güçlerin desteğiyle ve Filistinlilerin hakları göz ardı edilerek kurulduğu inancı, Arapların İsrail'e yaklaşımlarındaki temel unsur olmuştur. İngiltere'nin Yahudi milli yurdunu kurarken, ulusal haklarını tanımadığı Filistinlilerin bağımsızlık mücadelesini bastırması, Siyonistlerin Yahudi göçlerini ve toprak alımlarını organize ederek Filistin topraklarını sistemli şekilde ele geçirme politikası izlemesi, ABD ve SSCB'nin stratejik hesaplarla BM'nin taksim kararını desteklemesi, Filistinlilerin yüzyıllardır yaşadıkları topraklarından koparılmaları sonucunu doğurmuş ve Arapların toplumsal hafızasına kazınmıştır.