Libyalı uzmanlar, ülkede çatışmaların en şiddetli olduğu kritik bir dönemde, Ankara ile Trablus arasında 27 Kasım 2019'da imzalanan mutabakat muhtırasının, Türkiye'nin yardıma gelmesiyle Libya'nın kaderini değiştirdiğini belirtti.
Türkiye, Libya'da siyasi çözüm için Libyalı tarafların imzacısı olduğu Suheyrat Anlaşması çerçevesinde 2015 sonunda kurulan ve Birleşmiş Milletler'in (BM) de meşru yönetim olarak tanıdığı Ulusal Mutabakat Hükümeti'ne göreve başlamasının ilk gününden itibaren destek verdi.
Bazı Avrupa ve bölge ülkeleri Halife Hafter'in Nisan 2019'da başkent Trablus'u ele geçirmek için başlattığı saldırıları desteklerken, çoğu uluslararası aktör de darbeci generalin saldırılarına sessiz kaldı.
Ülkenin doğusundaki gayrimeşru silahlı güçlerin lideri Hafter'in ülke içinde giderek daha fazla bölgeyi silah zoruyla kontrolü altına aldığı bir dönemde imzalanan muhtırayla Libya, güvenlik ve siyasi alanda son bir yılda kritik bir dönemeci atlattı.
Libyalı askeri ve siyasi yetkililer, Güvenlik ve Askeri İş Birliği Mutabakat Muhtırası'nın birinci yıl dönümünde, iki ülke arasındaki stratejik iş birliğinde gelinen noktayı ve muhtıranın Libya'nın siyasi, güvenlik konjonktürü ile sahadaki etkisini AA'ya değerlendirdi.
Uzmanlar, iki ülke arasında imzalanan muhtıranın ardından Türkiye'nin Libya'ya desteği ve sahada getirdiği denge sayesinde bugünkü müzakere ve siyasi çözüm ortamına gelindiğinin altını çizdi.
Mutabakat muhtırası masa altından değil, masada alenen yapılan meşru bir anlaşma
Libya ordusuna bağlı Sirte ve Cufra Operasyon Dairesi Sözcüsü Abdulhadi Dırah, mutabakat muhtırasının "masa altından değil masada alenen yapılan meşru bir anlaşma olduğunu ve şüphe barındırmadığını" belirterek, bunun BM nezdinde de kayıtlı bir anlaşma olduğuna dikkati çekti.
İki ülke arasındaki iş birliğinin Libya'nın batısındaki çatışmaların sonlanmasında büyük rol oynadığına işaret eden Dırah, şunları kaydetti:
"Libya ordusu, anlaşma kapsamında Türk kardeşlerimizin askeri destek ve iş birliği sayesinde milis güçleri batı bölgesinden çıkarmayı başardı. Bu yüzden anlaşmanın birinci yılı bizim için anlamlı bir yıldönümüdür. Bu anlaşma Hafter'in Rusya, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Fransa ile gayrimeşru sıfatla imzaladığı diğer anlaşmalardan tamamen farklıdır. Onlarınki, milis ve kiralık paralı askerler ittifakıydı. Oysa BM, BM Güvenlik Konseyi, İslam İşbirliği Teşkilatı gibi tüm uluslararası kurumlarda Libya'nın tek meşru temsilcisi (hükümetin başı) Başkanlık Konseyi'dir, Halife Hafter değildir."
"Müzakereleri reddeden Hafter, yenilgisinin ardından buna mecbur kaldı"
Hafter'in daha önce kendisini kazanan taraf görerek pek çok uzlaşı girişimini reddettiğini ancak uğradığı yenilginin ardından müzakereleri kabul etmek zorunda kalıdğını ifade eden Dırah, ülkenin orta-kuzey kesiminde Sirte'deki durum hakkında ise şunları söyledi:
"Bizim diyaloğu kabul etme nedenimiz ise Libyalıların kanının akmasını engellemekti. Sirte'ye kadar ulaşınca durumu siyasilere bıraktık ve müzakerelere geçildi. Çünkü Sirte'nin yeni bir yıkımdan geçmesini istemedik. Şehir zaten daha önce (devrimin başladığı) 2011'de ve DEAŞ ile mücadele yıllarında büyük zarar görmüştü. Üçüncü kez bir yıkım yaşanmasını ve Libyalıların kanının akmasını istemedik. Umarız ki kan dökülmeden Sirte'den çekilirler. Ancak Hafter bu müzakereleri istemiyordu, yenilgisinin ardından buna mecbur kaldı."
"Libya, 7 aydır saldırı altındaydı"
Libya Hükümeti ABD İşleri Danışmanı Muhammed Ali Abdullah da anlaşmanın imzalandığı sırada Libya'nın kriz içinde olduğunu belirterek, "Libya'nın geleceği bir devlet olarak tehdit altındaydı. Libya, 7 aydır bir saldırı altındaydı ve Hafter tarafından yürütülen -Türkiye tarafından da müttefik olarak sayılan ABD ve Avrupa ülkelerinin desteklediği - başarısız bir darbe girişimiyle meşguldü. Binlerce can kaybı yaşanmıştı." dedi.
İki mutabakat muhtırasının imzalanma süreçleri eş zamanlı olsa da bunların birbirinden farklı ve ayrı anlaşmalar olduğunu vurgulayan Abdullah, "deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşmasının, sadece Türkiye ve Libya değil tüm ülkelerin menfaatine olduğunu, iki ülkenin de bu ortaklığı genişletmek amacı taşıdığını, bazı ülkelerin Libya'ya karşı sergilediği düşmanlık ve bu ülke içinde yürüttükleri vekalet savaşı nedeniyle söz konusu anlaşmalara olumsuz tepki verdiklerini" belirtti.
"Bize yardıma gelen Türkiye'ydi"
Askeri anlaşmanın zamanlama olarak sıkıntılı bir dönemde imzalanmasına rağmen çok önemli ve kritik olduğunu kaydeden Abdullah, "Hükümet olarak uluslararası topluma, BM'ye, ABD'ye, Avrupa'ya ve komşu ülkelere kriz zamanında bize yardım etmeleri için seslendik. Masum siviller, kadınlar ve çocukların öldürüldüğünü görürken, ülkemizin kaderi tehlikedeyken, ülkemiz gözümüzün önünde çökerken, bizler yardım talebiyle elimizi uzattık. Bize askeri anlamda yardıma gelen Türkiye'ydi." diye konuştu.
Abdullah, gerek Türkiye gerekse Libya'nın işin bu duruma gelmesini istemediğini ancak sahadaki askeri vaziyetin bunu gerektirdiğini ifade ederek, Libya açısından anlaşmadaki kritik noktanın, "resmi çerçevesi çizilmiş, yapısal bütünlük içinde, siyasetin dışında faaliyet gösteren bir ordunun kurulması" olduğunu belirtti. Anlaşmanın eğitim, kapasite artırımı, teknoloji aktarımı ve askeri anlamda en iyi koşulları sağlamayı hedeflediğini dile getiren Abdullah, Libya'nın bu türden anlaşmaları başka ülkelerle de yapmaya istekli olduğunu kaydetti.
Söz konusu anlaşmanın iki ülke için taşıdığı risklerin, şeffaflık ve güven içinde masaya yatırıldığını belirten Abdullah, "Türkiye ve Libya'nın özel stratejik ortaklığı bazı ülkeleri rahatsız ediyor. Bu, bazı kesimlerce tehdit olarak görülüyor. Biz bunu anlıyoruz ve saygı duyuyoruz. Ama bizlerden ortaklıklarımızı diğer tarafların bize dayattığı biçimde kurmamızı beklememelisiniz." ifadelerini kullandı.
"Bize 'Neden Hafter'e bir şans vermiyorsunuz?' dediler"
Libya'da bugünkü müzakere ortamının Türkiye'nin verdiği destekle sahadaki dengelerin değişmesiyle mümkün olduğunu vurgulayan Abdullah, Hafter'in Trablus'a saldırısı sırasında görüştüğü Batılı üst düzey yetkililerden işittiklerini şu sözlerle anlattı:
"Bu dönemde farklı ülkelerden görüştüğüm üst düzey isimler, bana 'Neden Hafter'e bir şans vermiyoruz?' dediler. 'Kriz çok karışık, neden olmasın? Belki de ülkeye istikrarı o getirir' diyorlardı. Bizim onlara karşılığımız, 'Bu birine şans verme meselesi değil, bu bir oyun ya da bir tur deneyeceğiniz, sıra hadi ona gelsin diyebileceğiniz bir durum değil. Burada bir ülkenin kaderi söz konusu.' şeklinde oldı. Birine şans verdiğinde, burda bir savaş suçlusuna şans veriyorsun. Son dönemde ne kadar kana susamış olduğunu kanıtlayan birine, 'Ya seni yönetirim ya da seni öldürürüm' diyen birine şans veriyorsun. Bugüne kadar sürekli kendisini yeni Kaddafi, olarak gördü. Bu birçok ülkenin takındığı tutum ki bunlardan bazıları Libya halkının dostu olarak gördüğümüz ülkelerdi. Bu ülkelerin birçoğu göz yuman bir eylemsizlik, bazıları da lojistik ve askeri olarak Hafter'i destekleme yolunu tercih ettiler."
Abdullah, "ülkeyi bu krize sürükleyenlerden hesap sorulması, bunun bir daha tekrar edilmeyeceğinin garanti altına alınması ve sivil, demokratik bir yönetimin hazırlanması "gibi maddeleri içermeyen bir siyasi çözümün başarılı olamayacağını ifade etti.
İki ülke arasındaki iş birliğinin geleceği parlak
Türkiye ile Libya arasındaki iş birliğinin geleceğini çok parlak gördüğünü dile getiren Abdullah, "ekonomi, sağlık, eğitim, finansal reform, ekonomik canlanma gibi alanlara bakıldığında diğer ülkeler arasında Türkiye'nin tarihi ilişkileri, Libya sahasına aşinalığı, hükümetin ve özel sektörün kapasite yeterliliğiyle Türkiye için Libya'da daha büyük bir rol biçtiklerini" aktardı.
Abdullah ayrıca iki ülke arasındaki mutabakat muhtıralarının, ileride Tunus, Fas, Cezayir hatta belki Mısır'ın da katılabileceği bir ittifaka dönüşebileceğini söyledi.
"Sivillerin hayatını kurtarmak ve yıkımı engellemek için alınması gereken bir tedbirdi"
Libyalı siyasi analist ve aktivist Ahmed Sevehli de Libya-Türkiye yakınlaşmasının, uluslararası aktörlerin Libya hükümetinin destek çağrısına kayıtsız kaldığı bir dönemde gerçekleştiğine dikkati çekti.
Sevehli, Hafter'in Trablus saldırılarına ve yabancı aktörlerin Libya krizindeki rolüne ilişkin şu değerlendirmede bulundu:
"Ben Trablus'a yönelik saldırıları birçok ülke tarafından yürütülen bir istila olarak değerlendiriyorum. İnsanlar Hafter saldırıları diyorlar ama bence o sadece bir kuklaydı. Özellikle BAE'nin doğrudan, Mısır ve Fransa gibi birçok ülkenin arka plandan desteklediği bir saldırıydı. Rusya'nın paralı askerleri de Trablus'un Selahaddin bölgesinde bulunuyordu ve şehir merkezine çok yaklaşmışlardı. Libya hükümeti, kendisini savunmak ve sivillerin korunması için birçok ülkeye yardım çağrısında bulundu. Ancak bu çağrıya kulak tıkandı. Libya hükümeti bu dönemde Türkiye ile yakınlaştı. Açıkçası, daha fazla sivilin hayatını kurtarmak ve Trablus'ta meydana gelen yıkımı engellemek için, bence bu daha önce alınması gereken bir tedbirdi. Geç alınan bir karardı, ama geç de olsa gerçekleşmesi iyi oldu tabii. Dünyada her yönetim, halkını saldırılardan korumak için diğer dost ülkelerden destek isteyebilir."
"İnsanlar öldürülürken, hastaneler bombalanırken AB ülkeleri izliyordu"
Türkiye'nin BM tarafından tanınan Libya hükümetine desteği sayesinde ülkenin daha fazla çatışmaya sürüklenmesinin engellendiğini ve BM öncülüğündeki siyasi sürecin önünün açıldığını ifade eden Sevehli, AB ülkelerinin Libya politikalarını ise şu sözlerle eleştirdi:
"İnsanlar öldürülürken, hastaneler bombalanırken AB ülkeleri izliyordu. Endişe duyduklarına ilişkin açıklama yapmakla yetindiler. Hatta kınama bile değil, yalnızca endişe. Libya, Türkiye ile Mutabakat Muhtırası imzalandıktan sonra ise malum (19 Ocak'ta) Berlin Konferansı düzenlendi. Oysa bu konferansın aylar öncesinde düzenlenmesi gerekirdi. Böylece bir anda herkes ileri çıkmaya başladı. Ocak ayındaki bu konferansta Hafter'i durdurmak için toplanmadılar, bilakis, 'Hafter yenilebilir, haydi toplanalım' dediler. Çünkü durum çok hızlı tersine dönecek gibiydi ve döndü de."
Sevehli, Berlin'deki konferanstan çıkan sonuçların birşeyi değiştirmediğini, Hafter ve ona bağlı Rus Wagner paralı askerlerin Trablus'ta yenilmesinden sonra barış sürecinden bahsedildiğini belirterek, şunları kadyetti:
"Türkiye'nin Trablus'a yönelik saldırıları durdurmak için başlattığı müdahalesi olmasaydı Hafter Trablus'u alacaktı ve kendini diktatör ilan edecekti. (Rusya Devlet Başkanı Vladimir) Putin de onu ziyaret eden ilk kişi olacaktı. Rus paralı askerleri başkentin merkezine çok yakındı. Hükümet merkezine sadece 6 kilometre uzaktaydılar. Eğer başarıya ulaşsalardı, kimse barış görüşmeleri için çağrı yapmayacaktı. Tüm bu aktörler, örneğin Mısır'da olduğu gibi oyunun bittiğini ve devam edilmesi gerektiğini ilan edeceklerdi."