Post-sekülerizm, son dönemlerde sosyal bilimlerde sıklıkla karşımıza çıkan bir kavram… Akademik ve entelektüel çevrede post-sekülerizmin ne'liği, sekülerizmle ilişkisi ve özellikle post-sekülerizm ve din ilişkisi üzerine birçok tartışma yapılıyor.
Kimileri dünya genelinde gittikçe yaygınlaştığını ifade ettikleri post-sekülerizmi, toplumların içinde bulundukları sekülerizm sonrası dönem olarak ifade ederken, kimileri bunun sekülerizmin bir türevi, sekülerizmin geç dönem versiyonu olduğunu tartışıyor.
Din ile ilişkisi açısından post-sekülerizm, kimilerine göre dünya genelinde radikal sekülerizmin kan kaybetmesiyle dinin toplumsal alana yeniden dönüşüdür.Kimilerine göre ise post-sekülerizm, dinin neo-liberal politikalar doğrultusunda tanımlanıp yönetilmesidir.
Burada post-sekülerizmin ne'liğine ve nasıl tanımlandığına dair bu teorileri ele alıp tartışacak değiliz. Ancak Türkiyede dahil dünya genelinde seküler toplumlarda dinin nasıl anlaşılması gerektiği ve toplumsal yapıdaki rolü üzerine yapılan tartışmalarda post-seküler toplumlarda dinin rolüne dair bu değerlendirmeler önem arz ediyor.
Gerçekte Türkiye gibi ülkelerin ne kadar seküler olduğu tartışılır bir durumdur. Örneğin anayasal sisteminde din ve devlet ilişkisinde laiklik ilkesine yer veren Türkiye'nin kendine has bir laiklik anlayışına sahip olduğu bilinmektedir. Bu anlayış, bazı Batı ülkelerinde olduğu gibi kilise ile devlet sisteminin birbirinden tamamıyla ayrışmasına dayalı bir din ve devlet ayrılığından ziyade, dini devlet kontrolünde ve denetiminde tutan bir anlayıştır.
Esasen bu yapının sadece günümüze has olmadığı, bu coğrafyada Bizans döneminden itibaren yürürlükte olduğu bilinmektedir. Sezaropapalizm ya da Bizantizm olarak adlandırılan bu sistem, dinin ve dini kurumların devlet iradesi ve siyasal iktidar tarafından yönetilip denetlendiği bir yapıdır. Bu sistemde dine, makbul dini anlayışın ne'liğine ve dinin bireysel ve sosyal ifadesine dair anlayışlara yönelik resmi din anlayışı devlet yapılanması, siyasal irade tarafından belirlenip tayin edilir; devlet denetimindeki resmi din kurumları tarafından temsil edilip yürütülür.
Bu bir tarafa, din ve devlet ilişkileri açısından seküler toplumların geneline baktığımızda, çeşitli araştırıcılarında vurguladığı gibi kamusal alanın dinin etkisinden tamamıyla bağımsızlığını savunan radikal sekülerizmin neredeyse tüm dünyada miadını doldurduğu görülür.
Bugün başta ABD olmak üzere birçok Batı ülkesinde din, her geçen gün toplumsal alanda daha görünür ve yönlendirici bir etkiye haiz gözükmektedir. Bu ülkelerde yalnızca kendisini Hıristiyan Demokrat, Muhafazakâr ve Cumhuriyetçi gibi sıfatlarla niteleyenlerin değil, liberal ve sol tandanslı politik yapıların bile dine ve dinin toplumsal yapıdaki görünürlüğünün artmasına yönelik destekleri dikkati çekicidir. Dinin görünürlüğünün artmasına itiraz bir tarafa, dini özgürlükler bağlamında buna destek verdikleri görülmektedir. Bu durumu sadece söz konusu Batı ülkelerinde değil adı konulmamış bir Torah-devleti olan işgalci İsrail'den Hinduizmi her alanda öne çıkarmaya çalışanHindistan'a ve Rus Ortodoks Kilisesi'yle sıkı ilişkileriyle öne çıkan Rusya'ya kadar birçok ülkede gözlemlemek mümkündür.
Farklı siyasal aktörlerin dine ve dinin sosyal alandaki görünürlüğünün artmasına yönelik yaklaşımları açısından aynı durum içinde yaşadığımız toplum için de geçerlidir. Bir zamanlar dinin yani İslam'ın kamusal alandaki her tür görünürlüğüne şiddetle karşı çıkan politik yapıların büyük kısmının bugün bir şekilde değiştiği ve topluma yönelik dini mesajlar vermede, dini kimliğin ve değerlerin kamusal alanda varlığını kabullenme noktasında birbiriyle yarıştığı bir vakıadır.
Bugün dünya genelinde olduğu gibi Türkiye benzeri seküler toplum yapısına sahip ülkelerde de geçmişe kıyasla dinin toplumsal/kamusal alandaki görünürlüğünün arttığı bir realitedir.
Ancak burada asıl üzerinde durulması gereken husus; dinin görünürlüğünün ve siyasetarenasında artan etkisinin arkasında neyin olduğudur.
Bir diğer ifadeyle bu durum dinin ya da dini grupların toplumsal yapıda gittikçe artan etkisinin doğal bir uzantısıolarak mı görülecek, yoksa birçok seküler toplumda şu an yaygın olan neo-liberal politikaların dine biçtikleri rol ile irtibatlı olarak mı değerlendirilecek?
Kimi radikal sekülerizm yanlılarının yakın gelecekte dinin sosyal görünürlüğünün tamamıyla ortadan kalkacağına dair kenahetleri yaşanan gelişmelere baktığımızda tarihin çöp sepetine atıldı. Bu bir vakıa…
Katı sekülerizmiyle bilinen Fransa'dan fanatik evanjelizmin her geçen gün daha da güçlendiği ABD'ye, hatta Rusya'ya ve Çin'e kadar dünyanın dörtbir tarafından din, yalnızca bireysel inanışlarda, tutum ve davranışlarda değil sosyal kamusal alanda öncekinden daha görünür durumda. Mao dönemindeki Çin gibi katı din-karşıtı ateist politikalarıyla gündeme gelen toplumlarda bile bugün din, insanların bireysel ve toplumsal yaşamında öncekinden çok daha fazla gündemde…
Dinin bireysel ve sosyal yaşamda varlığını sürdürmesi, hatta etkisini artırması ve daha görünür hale gelmesi, kuşkusuz öncelikle insanların dine ihtiyaçlarından kaynaklanıyor. Tarih boyu olduğu bugün de din insan yaşamında önemli bir fenomen. Dine karşı yürütülen onca kampanyaya rağmen yapısı ne olursa olsun din ve dini değerler hâlâ insanların yaşamını yönlendiriyor;insanları harekete geçiriyor.
Kimi araştırıcılarca post-seküler olarak nitelenen toplumsal yapılarda dinin görünürlüğünün artmasının arkasındaki nedeni dinle ilgili bu realitede aramak gerekir. Radikal seküler zihin yapısıyla dini tamamıyla dışlayan ya da dine bir şekilde savaş açan siyasal yapıların zaman içinde insanın gerçeklerinden uzaklaştığı, toplumun desteğini kaybettiği ve dahası, çeşitli sosyal, siyasal ve ahlaki krizlere yol açtığı görülüyor.
Dolayısıyla post-seküler yapılarda, seküler toplum yapısının temel değerleri olarak görülen hususlarla yani sekülerizmin kutsallarıyla barışık bir din anlayışının tanımlanıp toplumsal alanda bunun önünün açılması önemli görülüyor. Bir diğer ifadeyle yaşanan sosyal, siyasal ve ahlaki krizlere dayalı mevcut gelişmelerden hareketle dine bir şekilde ihtiyaç duyan seküler yapı, kendi zihin yapısı doğrultusunda dine biçtiği rol ile dini tanımlamayı ve bu şekilde dinin sosyal/kamusal alanda görünürlüğünü sağlamayı kendi bekası açısından gerekli görüyor.
Bugün içinde yaşadığımız coğrafya da dahil dünya genelinde dine dair resmi politikaların arka planında bunu görmek mümkündür. İster Hıristiyanlık ya da Budizm olsun ister İslam, toplumun kendisini bağlı gördüğü dini gelenekler, siyasal irade ve mevcut kurulu sistem tarafından esas alınan kendi değer yargılarından hareketle değerlendiriliyor. Buna göre makbul din ve dindarlık anlayışı ile makbul olmayan anlayışlar tanımlanıyor. Makbul dini anlayışların sosyal kamusal alanda temsil edilip desteklenmesi sağlanıyor.
Bütün bunları göz önünde bulundurduğumuzda dinin siyasal iradeye bağlı olarak tanımlanıp örgütlenmesine ve sosyal alanda ifade edilmesine dayalı anlayışın dünya genelinde yaygın olduğu görülüyor. Her ne kadar Türkiye'de olduğu gibi dini kurumlara yönelik resmi devlet kontrolü söz konusu olmasa da siyasal yapılar kendi değer yargılarından hareketle dini ve dini kurumları tanımlıyor. Bu değerlerle barışık gördükleri anlayışların yapıların önünü açıyor, sosyal alanda görünürlüğünü destekliyor; diğerlerini ise şeytanlaştırıp onlara karşı savaş açıyor.
Tüm bunlar post-seküler olarak nitelenen toplum yapılarında dine dair Sezaropapalist zihniyetin bazı şekil farklılıklarıyla birlikte genel geçer bir sistem olarak yaygınlaştığını gösteriyor.