Sömürgeciliğe uydurulan kılıf: Cezayir'de Fransız sömürgeciliği
Prof. Dr. Şinasi Gündüz “Sömürgeciliğe uydurulan kılıf: Cezayir’de Fransız sömürgeciliği” başlıklı aşağıdaki yazısında, emperyalistlerin dünya genelinde oluşturdukları sömürü düzenini hangi kılıfla nasıl meşrulaştırdıkları hususunu Cezayir’deki Fransız sömürgesi örneği üzerinden ele alıyor. Kaba biçimi olan doğrudan askeri ve siyasi müdahaleye dayalı sömürgenin önemli ölçüde ortadan kalkmış olsa da hegemonik güçlerin egemenliğindeki sömürü düzeninin dünya genelinde yürürlükte olduğunu tartışıyor.

Oluşturma Tarihi: 2021-10-23 16:59:57

Güncelleme Tarihi: 2021-10-23 16:59:57

Emperyalistlerin dünya genelinde tesis ettikleri sömürü düzenini nasıl meşrulaştırdıkları, üzerinde durulması gereken bir husus…

Sömürgeciler askeri, siyasi ya da ekonomik etkileri altına aldıkları bölgeleri yalnızca sömürmekle kalmamış, sömürünün kalıcı olması ve insanların zihninde bunun meşru görülmesi için büyük çaba sarf etmiştir. Bunun için gerek sömürü bölgelerindeki halkları gerekse kendi halklarını sömürünün meşruluğuna ve masumluğuna dair maniple edecek anlatı/anlatılar kurgulanmıştır.

Askeri, ekonomik, siyasal ya da kültürel hangi boyutta olursa olsun mutlaka her sömürünün kendisini meşrulaştıran bir kurgusu, bir hikâyesi vardır. Bu hikâye ne kadar iyi kurgulanıp anlatılırsa sömürünün zihinlerde meşrulaşıp kalıcılığı da o kadar başarılı olur.

Örneğin Batılı emperyalistlerin Amerika kıtasında, Avustralya'da ya da Okyanusya'daki varlıklarını meşrulaştıran kurgu; temelde yeni zenginliklerin keşfi ile sömürü bölgelerindeki yerli halkların uygarlıkla buluşturulmasıydı. Bununla birlikte sömürü bölgelerindeki halkların mevcut sosyal siyasal kaostan ve despotik yöneticilerden/yönetimlerden kurtarılması da öne çıkarılan bir diğer önemli kurgu oldu.

Emperyalistlere göre sömürü bölgelerinde uygarlıktan uzak “vahşi” şekilde yaşayan yerliler de Batılılar vasıtasıyla uygarlıktan nasibini almalıydı. Batılıların uygarlık dediği şey, yalnızca din ve dilden, kültür, sanat ve yaşam tarzına kadar her konuda kendileriyle özdeşleştirdikleri değerlerin kabullenilmesi değildi tabi ki… Bundan daha önemlisi, askeri, siyasal ve ekonomik açıdan güç ve iktidarlarıydı. Bu doğrultuda yeni işgal edilen bölgelerde yerli kültürel değerlerden, sosyal ve siyasal kurumlara kadar her şey yerle yeksan edildi. Yerli halklar Batılı egemenlerin askeri ve siyasi iktidarını, dilini, dinini, kültürünü yaşam tarzını kabul etmeye zorlandı. Buna yanaşmayanlara ya da bu konuda sorun olarak görülenlere şiddet uygulandı; gerektiğinde toplu katliamlardan hatta soykırımdan kaçınılmadı.

Böylelikle insanları içinde bulundukları geri kalmışlıktan, kaostan, mevcut despotik yapılardan kurtarma ve Batı uygarlığıyla buluşturma iddiası insanların zihninde emperyalizmi ve sömürüyü meşrulaştıran önemli kılıflar oldu. İnsanların zihninde işgal ve sömürü bu şekilde içselleştirilmeye çalışıldı. Kendi halkları nezdinde buna, yeni zenginliklerin keşfi ve elde edilmesi gibi önemli bir pragmatik fayda da eklendi.

Gerçekte dünya genelinde sömürünün pratikte ortaya koyduğu tecrübe, sömürge bölgelerindeki tüm varlıklarla tüm kaynakların yağmalanmasıydı. Ancak sömürünün etkisi yalnızca bununla da sınırlı kalmadı.

Buralarda yürürlüğe konulan siyasal, sosyal ve kültürel politikalarla bir yandan halklar arasındaki farklılıklar, ayrılıklar kışkırtılıp derinleştirildi, bir yandan da insanların kendi kültürel değerlerine ve kendi kimliklerine yabancılaşmaları sağlanmaya çalışıldı. Böylelikle zihnen iğfal edilmiş hem kendi kültürüne kimliğine hem de birbirine yabancılaşmış halklar ortaya çıktı/çıkarıldı.

Sömürgecilerin bu başarısı, hegemonyal güçler lehine bir düzenin devamının sağlanmasının ve fiili işgal görüntüde bitmiş olsa da sömürünün sürmesinin teminatı oldu.

Bugün hegemonyacı küresel güçlerin elde bulundurduğu askeri, ekonomik ve siyasi güçle tesis ettiği sömürü düzeninin temel yapısı budur.

Bugünlerde Cezayir ile Fransa arasında yaşanan tartışma, sömürgecilerin sömürüye kılıf uydurma çabalarıyla kendilerini nasıl meşrulaştırmaya çalıştıkları konusunda çarpıcı bir örnek…

Fransa'nın sömürgeci geçmişine dair tartışmalar, iki ülke arasında günbegün dozu artan bir gerginlik şeklinde medyada genişçe yer tutuyor. Yüz yılı aşkın süre ülkeyi fiili olarak işgal eden Fransa'nın hem Cezayir topraklarında hem de Fransa'daki Cezayirliler üzerinde yaptığı katliamlar dile getiriliyor. Cezayir, Fransa'nın bu konudaki tam sorumluluğunu üstlenmesini ve gereğini yerine getirmesini talep ediyor.

Suçlamalar çok açık…

Sömürgeci bir güç olarak Fransa, 1830'dan 1954'e kadar ülkeyi her anlamda sömürmüş; doğal kaynaklarından insan kaynaklarına kadar ülkenin her varlığını kendi hegemonik çıkar ve menfaatleri yönünde kullanmış.

Fiili işgali esnasında milyonlarca Cezayirlinin yaşamına mal olan soykırım derecesinde katliamlar gerçekleştirmiş. Cezayir topraklarında 50'nin üzerinde nükleer deneme yapmış ve bunların koordinatlarını vermemekte direniyor.

Aslında Fransa'nın sömürgeci bir güç olarak tek vukuatı bu değil. Sömürgeci bir güç olarak Fransa'ya yönelik suçlamalar sadece Cezayir'le sınırlı değil kuşkusuz. Zira Fransa'nın Afrika kıtasında birçok benzer vukuatı var. Birçok Orta ve Batı Afrika ülkesini uzun süre sömürge bölgesi olarak işgal ettiği ve her ne kadar bugün kağıt üzerinde bağımsız ülkeler olarak görülseler de birçok Afrika ülkesinde Fransa'nın hâlâ sömürgeci bir güç olarak etkili olduğu biliniyor. Bu nedenle olsa gerektir ki kendi hinterlandı olarak gördüğü Orta ve Batı Afrika ülkelerine girmeye çalışan Türkiye, Çin ve Rusya gibi yeni oyunculardan rahatsız.

Sömürgeci geçmişiyle yüzleşmesine ve sorumluluğunu üstlenmesine dair Cezayir'in talepleri karşısında Fransa'nın savunması çok bildik…

Fransa özellikle iki tez üzerinden kendi haklılığını temellendirmeye çalışıyor. Bunlardan birisi Cezayir topraklarındaki Fransa egemenliğinin aslında Cezayirliler için bir iyilik olduğu tezi... Bu iddiaya göre Fransa egemenliği döneminde Cezayir'de daha önce olmayan bir şey, Cezayir ulusal bilinci gelişti. Bu da Cezayirliler için bir kazanım.

Bu söylem, anlaşılacağı gibi sömürge bölgelerindeki halkların uygarlıkla ve uygarlığın nimetleriyle buluşturulmasına dayalı sömürgeciliği meşrulaştırmaya yönelik bildik bir argümanın bir parçası. Sözüm ona, Cezayir'i yüz yılı aşkın bir süre sömüren Fransa, aslında bu topraklarda uygar olmanın gereği bir milli bilincin kazanımına katkı sağlamış.

Fransa'nın kendi sömürgeciliğini meşru gösterme konusundaki bir diğer iddiası da bölge tarihinde tek sömürgeci gücün kendisi olmadığı yönünde… Kendisi öncesi yüzlerce yıl bölgedeki Osmanlı egemenliğine dikkat çekerek Osmanlının bölgede sömürgeci olarak varlık gösterdiğini ileri sürüyor ve Cezayirlilerin asıl bunu dillendirmeleri gerektiğini savunuyor.

Mevcut Fransa yönetimi, bu temel tezlerini destekleme ve bunları Cezayirlilere anlatarak kendisini aklama konusunda akademisyenlerden, yayın ve basın camiasından destek istiyor. Bu tezleri savunan Arapça ve Berberice yayınların oluşturulması gerektiğine dikkat çekiyor.

Peki bu iddialar doğru mu?

Gerçekte Fransa sömürgeciliği öncesi bir Cezayir kimliğinin olmadığı tezi doğruyu yansıtmıyor. Zira İslami değerlerin şekillendirdiği bir Cezayirli kimliği, bir buçuk milyon direnişçinin yaşamına mal olsa da Fransız sömürgecilere karşı mücadeleyi şekillendirdi ve sömürgecilerin fiili işgaline son verdi.

Bir zamanlar Cezayir de egemen olan Osmanlının sömürgeci bir güç olduğu iddiası da gerçeklikten yoksundur. Osmanlının yüzlerce yıl yörede egemen olduğu doğrudur; ancak bu egemenliğin Batılı sömürgecilikle özdeşleştirilmesi yanlıştır.

Örneğin Osmanlı, egemen olduğu yerlerde doğal kaynakların yağmalanmasına dayalı bir politika izlememiş, insanları milli kimliklerini, yaşam biçimini, dilini, dini değiştirmeye zorlamamıştır. En basit bir karşılaştırmayla kuzey Afrika'daki kabaca 300 yıllık Osmanlı egemenliği döneminde insanlar yerel dillerini, dinlerini ve kimliklerini korumuşlardır. Buna karşılık fiili Fransız egemenliği döneminde Orta ve Batı Afrika büyük ölçüde Frankofon olmuştur. Öyle ki bugün dünya üzerinde Fransızcanın en fazla konuşulduğu bölgenin Orta ve Batı Afrika olduğu bilinmektedir.

Gerçek olan şey; Cezayir tarafından kendisine yönelik sömürgecilik suçlaması karşısında Fransa yönetiminin, Osmanlının yöredeki egemenliğine dikkat çekerek kendi sömürgeciliğini perdelemeye çalışıyor olmasıdır. Bununla sömürgeciliğine kendine göre meşru bir kılıf oluşturmaya çalışmasıdır.

Gelişmelere bakıldığında bu kılıfın fiili Fransız sömürge dönemini sorgulayan Cezayir yönetimi nezdinde Fransa'yı aklamadığı anlaşılıyor.

Burada Batılı sömürgeciliğin Cezayir'deki etkisinin gerçekten sona erip ermediği de bir başka tartışma konusudur.

Hatta yalnızca Cezayir'de değil emperyalizmin ve sömürünün fiili egemenliğini tecrübe etmiş benzeri ülkelerde bu emperyal güçlerin tesis ettiği sömürü düzeninin bittiği söylenebilir mi? Görünürde bağımsız olan ancak ekonomiden siyasete, kültür ve sanattan yaşam tarzına kadar zihnini Batılı güçlere dönmüş olan, onlardan bağımsız düşünemeyen ve hareket edemeyen toplum yapıları ve iktidarlar bağımsız sayılabilir mi?

Mevcut duruma baktığımızda genelde bunlara olumlu cevap vermek maalesef pek mümkün değil.

Gerçekte dünya genelinde sömürünün kaba biçimi olan doğrudan askeri ve siyasi müdahaleye dayalı sömürge önemli ölçüde ortadan kalktı. Ancak dolaylı olarak hegemonik güçlere bağımlılık dünyanın genelinde yürürlükte. Bugün Müslüman coğrafyadaki durum da maalesef budur. Kağıt üzerinde özgür olan Müslüman dünyadaki yönetimler ve halklar zihin yapılarından yaşam biçimlerine, politik yapılarından ekonomik sistemlerine kadar Batılı sömürgecilere göbekten bağlı durumdalar. Bu durumda sömürünün bittiğinden ve gerçek bir özgürlükten söz edilebilir mi?