AL Jazeera'nin haberine göre; Türkiye'nin Suriye politikasının değiştiğinin savunan Kültür Üniversitesi Öğretim Üyesi Profesör Mensur Akgün Türkiye'nin Suriye'de siyasi çözüme yakınlaşacağını söyledi:
"Bana kalırsa Türkiye'nin Suriye politikası değişti ama bunu kimse deklare etmiyor. Bir defa öncelikler değişti. İŞİD ile mücadeleye Türkiye'nin aktif olarak katılması için büyük bir baskı vardı. Türkiye o baskıya elinden geldiğince ve çeşitli bahaneler uydurarak direniyordu çünkü bunun sonuçlarına katlanmak istemiyordu. Şimdi artık bu sürdürülemez bir politika haline geldi. ABD'nin Türkiye hakkında yaptığı açıklamalar var. ABD, “Rusya ve İran ile de bu sorunları konuşuyoruz” diyor. Bir çözüm bulunacak. Eskiden ille de “Esadsız” bir çözüm deniliyordu ama bana kalırsa Türkiye bundan sonra bu kadar ısrarcı olmayacak. Tabi ki “Esadsız” çözümü herkes arzu eder. Bence Balkanlardaki Dayton barış anlaşmasında olduğu gibi bir çözüm olacak. Türkiye'nin “Esadsız” olsun “Esadsız” olmasın diye bir veto hakkı kullanacağını zannetmiyorum. Türkiye şimdi siyasi çözüm için daha fazla çaba gösterecektir diye düşünüyorum."
TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) Başkanı Doçent Doktor Şaban Kardaş'a göreyse, sadece koalisyon güçleri ile Türkiye'nin pozisyonları birbirine yaklaştı:
"Türkiye'nin Suriye politikası ana hatlarıyla değişmiyor. Türkiye'nin ABD ile işbirliğine dönük olarak bazı şartları ve beklentileri vardı. Buna karşı ABD'nin de Türkiye'den beklentileri vardı. Karşılıklı olarak beklentilerin karşılanması sonucunda işbirliği seçeneği gündemdeydi. Geldiğimiz noktada bu işbirliği için zeminin oluştuğu anlaşılıyor. Daha önce Türkiye defalarca “eğer kuzeyde bir güvenli bölge ya da adı başka türlü de adlandırılacak bir bölge beklentisi karşılandıktan sonra ve eğit-donatla ilgili bazı anlayış ortaya çıktıktan sonra daha aktif bir şekilde koalisyon içinde yer almayı değerlendireceğini” söylemişti. DEAŞ karşıtı koalisyon gündeme geldikten sonra da Türkiye, “bu iş sadece havadan ABD'nin bombalaması ile olmaz çok daha farklı şeyler yapılması gerekir diğer konulardaki beklentilerimiz karşılanırsa bu konuda daha ileri düzeyde rol almaya hazırız” diye net bir şekilde konuşmuştu. Şimdi pozisyonların yakınlaştığı anlaşılıyor. Arka planda müzakereler bir noktaya gelmiş gibi görünüyor. Türkiye'nin DAİŞ'e karşı hava operasyonları bu anlamda bir uzlaşı olduğunu da gösteriyor. Bu anlamda bir değişiklik hem var hem yok aslında."
İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Profesör Doktor Deniz Ülke Arıboğan ise Türkiye'nin konumlanışının değiştiği görüşünde:
"Suriye'deki aktörlerin ve dünya konjonktüründeki değişimlere paralel olarak Türkiye'nin konumlanışı değişiyor. Aslında Kobani'den bu yana Türkiye İŞİD ile ilgili bir pozisyon almıştı. Bugün gelinen noktada Suruç patlaması ve sonrasında hem kamuoyu algısındaki dönüşüm hem de içeride yükselmeye başlayan risk potansiyeli anlamında Türkiye daha belirgin bir biçimde İŞİD konusunda pozisyon almaya başladı. Türkiye'nin hem İŞİD'e hem de Kürtlere yönelik tavır alıyor olması aslında bölgedeki askeri dengeyi değiştirmek istemediğini gösteriyor. Bunlardan sadece birine yönelik önlem diğeri açısından çok pozitif bir etki yaratabilir. Türkiye bunu dengede tutmak adına aynı anda operasyon başladı diye düşünüyorum. Türkiye ile ABD arasındaki mutabakatın sağlanması neticesinde muhtemelen bir güvenli bölge oluşumuna dair bir takım anlaşmalar yapıldı. Bu Türkiye'nin uzun süredir arzu ettiği bir durumdu. ABD ve Batı ülkeleri ile pazarlıklar çift taraflı olur. Bir konuda onların istediği pozisyona gelirsiniz diğer konularda onlar sizin pozisyonunuza gelir. Türkiye uzun bir süredir müttefiklerle ortak bir tutum almak istiyordu. Tek yanlı bir politika uygulamak istemediği gibi sürekli olarak ABD'nin NATO'nun, Birleşmiş Milletler'in bölge ile ilgili bir önlem almasını istiyordu. Bugün eğer toplu bir hareket tarzı ortaya çıkarsa pazarlık olur bir takım ödünler verilir ama nihai noktada Türkiye'nin tercih ettiği bir durumdur bu."
Akademisyenler PKK'ya yönelik hava operasyonlarının ardından akıbeti tartışılan “Kürt sorununa ilişkin çözüm süreci” konusunda iyimserliklerini koruyorlar. Mensur Akgün'e göre, savaş siyasetin bir aracı:
"Çözüm süreci rafa kalkmadı. Savaş siyasetin başka araçlarla devamıdır. Karşı taraf sana bir kart açtı 11 Temmuz'da ben ateşkesi “kaldırıyorum, saldırıyorum” dedi. Deklare ederek savaş açtı. Buna karşı da Türkiye resti gördü. Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun yaptığı açıklamalardan da anlaşılıyor ki pazarlığa açıklar. Açık olmasalardı “HDP ne yapsın, ne etsin gitsin Kandil ile konuşsun bu silahlı unsurların Türkiye topraklarından çıkmasını sağlasın 2013 de varılan mutabakata sadık kalsın” demezdi. Tüm bunlar gösteriyor ki Türkiye çözüm süreci pazarlığına açık ama bu pazarlığın manivelası değişti. Karşı taraf askeri yönetimi seçince Türkiye de aynı yöntemle cevap verme ihtiyacı duydu. Şimdiki şartlar çok farklı dikkat edilirse PKK'ya karşı hava saldırısını Almanya ve ABD'de de destekliyor. Türkiye eğer İŞİD'i de vurmamış olsaydı, İncirlik Üssü'nü açmamış olsaydı bu ülkelerden aynı şekilde bir reaksiyon göremezdik."
Şaban Kardaş'a göreyse çözüm sürecinin kaderi PKK'nın vereceği tepkite bağlı:
"Çözüm süreci ne anladığınıza bağlı olarak bitmiş de olabilir bitmemiş de olabilir Çözüm sürecinde PKK İle bir diyalog vardı. Belli koşulların sağlanması, PKK'nın Türkiye'den silahlı unsurlarını çekmesi konusunda. Bu gelişmeler olmazsa bu anlamda çözüm süreci biter ama Kürt Sorunu'nun çözümüne dönük olarak farklı aktörlerin, farklı süreçlerin devreye sokulmayacağı anlamına gelmez. Özünde Kürt Sorunu'nun çözümüne dönük olarak sürecin bitmediğini ama PKK ile diyalog anlamında sürecin bitip bitmediği de bundan sonra PKK'nın vereceği tepkiye bağlı."
Deniz Ülke Arıboğan ise çözüm sürecinin sürmesi gerektiği görüşünde.
"Bence çözüm süreci dalgalanmalar yaşıyor, bitmemesi gerekir. Başka bir fazda başlaması gerekir. Türkiye'nin hem kendi vatandaşı olan Kürtlerle hem de Türkiye dışındaki Kürtlerle ilişkisi çözüm sürecinin ötesinde bir boyuta geçmiş durumda. Çözüm süreci ancak küçük bir kapsam olarak değerlendirilebilir. Çözüm süreci bitse bile yerine daha büyük bir paketin başlaması gerekir. Bu bakımdan adının değişebileceğini ama sürecin devam edeceğini düşünüyorum."