Suriyelilerin dilinde şifrelenmiş katliam: Hama
Yeni Şafak Yazarı Taha Kılınç, bugünkü köşesinde 1982'de yaşanan Hama katliamına dair notlar paylaştı.

Oluşturma Tarihi: 2017-02-04 20:31:31

Güncelleme Tarihi: 2017-02-04 20:31:31

TİMETURK | HABER MERKEZİ

Bundan 35 yıl önce, bugünlerde yaşanan Hama katliamına dair notlar düşen Kılınç şunları paylaştı:

27 GÜNLÜK KUŞATMA

Suriye'nin Hama kenti yoğun bombardıman altındaydı. Savaş uçakları şehri havadan bombalıyor, tanklar da yerle bir olan binaların arasından eski şehrin dar sokaklarına giriyordu. Tam 27 gün süren kuşatma, ardında en az 38 bin ölü ve hiç bitmeyen bir travma bıraktı. Müslüman Kardeşler Teşkilâtı'na mensup muhalif gruplarla onları destekleyen sivil halkın kalkıştığı ayaklanma, Ortadoğu tarihinin en kanlı sayfalarından biri olarak kayıtlara geçti.

KATLİAM AF ÖRGÜTÜNÜN RAPORLARINDA

2012'de Uluslararası Af Örgütü, Hama Katliamı'ndan sağ olarak kurtulan bazı isimlerle röportajlar gerçekleştirerek, ayrıntılı bir rapor hazırladı. Raporda görüşlerine yer verilen görgü tanıklarından Mahâ Musa'nın anlattıkları, 2 Şubat 1982 gecesinden itibaren yaşananların korkunçluğunu gözler önüne seriyordu.

Kuşatma sırasında, dedem yaşlılığa bağlı sebeplerle doğal yollardan vefat etti. Evimizin içinde sıkışıp kaldığımızdan, dedemi nasıl defnedeceğimizi düşünmeye başladık. Sokakta nöbet tutan askerlere durumu anlattığımızda, cesedi kapının önüne bırakmamızı söylediler. Oysa bunu da yapamazdık, sokak köpekleri cesedi parçalardı” diyen Musa, cenazeyi ancak haftalar sonra gömebildiklerini söylüyordu. Amcası da tutuklanarak cezaevinde işkenceyle öldürülen Mahâ Musa, bugün Londra'da yaşamını sürdürüyor, acıları taptaze olarak...

CESETLERLE DOLU SOKAKLAR

Bir diğer görgü tanığı, Abdulhâdî Revânî, kuşatma boyunca evinden sadece iki kez çıkabildiğini; birincisinde, ölmüş olan hamile bir kadını bombardıman altında güçlükle defnettiklerini, ikincisindeyse sokakların cesetlerle dolu olduğunu aktarıyordu. Revânî'nin ifadelerine göre, kuşatmanın üçüncü haftası dolduğunda Suriye ordusu askerleri, insanları şehir meydanında rejime destek için düzenlenen gösteriye katılmaya davet etmiş. İlan edilen süre içinde evlerinden çıkmayanlarsa, teker teker toplanıp kurşuna dizilmiş.

ŞİFRELENMİŞ KATLİAM

Suriye halkı, uzun yıllar boyunca Hama Katliamı'nı ağzına almaya bile korktu. Katliam, halkın dilinde kısaca “Olaylar” olarak şifrelenmişti. “Olaylarda kayboldu”, “Olaylarda öldürüldü”, “Olaylardan önce...” gibi cümlelerde neye atıf yapıldığını herkes biliyordu.

"BİR TANIK İLE KARŞILAŞMIŞTIM AMA..."

2001'de ilk kez Suriye'yi ziyaret ettiğimde, katliamdan sağ kurtulup Şam'a yerleşen bir amcayla tanıştırmışlardı beni. Gayet saf bir şekilde, yaşananlara dair bazı hatıralarını dinleyebileceğimi ummuştum, ama o bambaşka bir dünyadaydı sanki. Şahit olduğu şeyler hakkında konuşmak şöyle dursun, insanlarla günlük diyaloglara girmekten bile kaçınıyordu.

İRAN FAKTÖRÜ

İran'la Suriye arasındaki derin ve çok boyutlu bağlantıların da açığa çıktığı bir süreçti. İran-Irak Savaşı'nda (1980-1988) Şam'ın İran'dan tarafa olmasıyla, İran İslâm Cumhuriyeti yönetimi Hama Katliamı'na göz yummuştu. Katliamın boyutlarının ortaya çıkmasıyla birlikte, İran'dan Suriye'ye yönelik herhangi bir eleştiri ve kınama gelmediği gibi, Hâfız Esed rejimiyle bağlar daha da sağlamlaştırılmıştı. Bu, hem İran'ın nasıl bir devlet olduğunu, hem de Suriye'deki muhtemel bir kalkışmada İran'ın tavrını yansıtan bir örnekti. Nitekim, 2011'den sonra yaşanan gelişmelerde, İran tıpkı 1982'deki gibi davrandı. Hatta daha fazlasını yaptı: Suriye'ye asker de gönderdi.

SÜNNİLER...

Hama Katliamı'nın işaret ettiği bir başka gerçek, Suriyeli Sünnilerin Nusayrî rejimiyle ilişkilerinin derinliğiydi. Şehrin bombalanmasına nezaret eden Savunma Bakanı Mustafa Talas, Humus'lu bir Sünni idi. Kuşatmada çok sayıda Sünni asker bilfiil görev alırken, Said Ramazan el Bûtî gibi Sünni din adamları da Müslüman Kardeşler'in karşısında mevzilenmişti. Gelecekteki bir ayaklanmada, Sünni kesimin rejime aynı şekilde destek vermesi sürpriz olmazdı. Olmadı da.

Türkiye olarak, 2011'den bu yana devam eden ayaklanmada tavır alırken, acaba bütün bunların farkında mıydık?