Trump başkanlığında Türkiye-ABD ilişkilerini neler bekliyor?
Sabancı Üniversitesi'nde Türkiye Tarihi alanında Eğitim Görevlisi olan Dr. Adam McConnel, AA için kaleme aldı:

Oluşturma Tarihi: 2016-11-15 14:00:39

Güncelleme Tarihi: 2016-11-15 14:00:39

TİMETURK | PINAR HİLAL BALTA
ÇEVİRİ: ÖMER ÇOLAKOĞLU

Tıpkı Brexit gibi, 2016 ABD başkanlık seçimi de, bahis ve istatistik sitelerini olduğu kadar neticeye dair tahminleri de altüst etti.

Ortaya çıkan sonuç, tahminlerin yanılma payı dahilinde olsa da, Trump'a oy veren bazı eyaletler Clinton'ın kazanacağı yerler olarak öngörülmüştü. Kuzeydoğu ve Kaliforniya'daki şehirlerden gelen oylar sayesinde Clinton genel halk desteğini neredeyse kesin bir şekilde kazandı, böylece Seçiciler Kurulu'nu kazanarak başkan olan kişi son 16 senede ikinci keredir halkın çoğunluğunun desteğini kazanamamış oluyor. Bu iki seçimde de Demokrat aday sistemin kurbanı oldu, fakat bu sonuç, [en azından] Trump destekçilerinin haddinden fazla kibirlenmesinin önüne geçse gerek.

SOL SAHİL

Yazdığım diğer bir makalede, ABD'nin belli bir siyasi seçmen bloğunu tarif ettim. Bu blok muhafazakar, kırsal kesimde yaşayan ve beyaz Amerikalılarla ilişkili ve İkinci Dünya Savaşı'ndan beri nüfuzu azalan bir kesimi temsil ediyor. Salı günü yapılan seçimin sonuç haritasında göz gezdiren bir kişi, bahsedilen bloğu net bir şekilde teşhis edebilir. Rocky Dağları'ndan güney ve güneydoğu eyaletlerine uzanan bir hat boyunca uzun bir eyalet dizisi istikrarlı bir şekilde Cumhuriyetçi Parti'ye oy veriyor.

Bu eyaletler aynı zamanda daha kırsal bir nüfustan oluşuyor. Kuzeydoğu ve batı sahili eyaletleri - mesela Kaliforniya, Oregon ve Washington'a ABD siyaset dilinde topluca 'Sol Sahili' denir - geleneksel olarak liberalizmin kaleleridir.

ORTA BATI

İşte bu yüzden 'gidip-gelen eyaletler' orta batıda olma eğiliminde. Orta batının sanayileşmiş eyaletleri, genelde daha şehirli, liberal fikirli ve emekçi bir nüfusa sahip olduğu için, Demokratlara oy verebiliyor, fakat orta batının çalışan sınıfı son yıllarda Demokrat Parti'den kayıp gitmekte. Bu seçimlerde o orta batı eyaletlerinin çoğunu Trump kazandı.

ANALİZLER

Bu neticenin nasıl alındığına dair daha somut bir şeyler söyleyebilmemizden önce belli bir vakit geçecektir. Fakat ilk yapılan analizlerin nelere işaret ettiğine şöyle bir göz atabiliriz: Analistler, mesela Clinton'ın, kadın seçmenlerin oyunu yüzde 12'lik farkla kazandığını, ama erkek seçmenleri de aynı oranla kaybettiğini söylüyor. Analistler ayrıca neticede belirleyici olan bu orta batı eyaletlerindeki seçmenlerin ticaret ve ekonomiyle ilgili endişelerine işaret ediyor.

Eldeki verilere göre ABD ekonomisi büyüyor olsa da orta batı seçmeni, seçimden önce tahminlerde bulunanlara, ya bu verilere inanmadıklarını ya da verilerin işaret ettiği iyileşmeyi yaşamadıklarını böylece belirtmiş oldular ve Trump da [kampanyası boyunca] ticaret meselesinin üstünde çok yoğun bir şekilde durdu. Ekonominin performansı, geleneksel olarak ABD başkanlık seçim sonuçlarının güvenilir bir tahmin unsurudur ve bu seçimde de ekonominin performans seviyesine dair algı gibi basit bir unsur, Clinton'ın birkaç önemli orta batı eyaletini kaybetmesinin sebebi olabilir.

Belgesel yapımcısı Michael Moore, birkaç ay evvel yazdığı ve içinde adeta kahince yaptığı öngörülerin tamamı doğru çıkan makalesinde, [ABD'nin mevcut] ticaret politikasının orta batı'nın sanayileşmiş eyaletlerini nasıl etkilediğine dair yaptığı analizlerle seçimi Trump'ın kazanacağını öngörmüştü. Moore, Trump'ın yapması gereken tek şeyin Pennsylvania, Ohio, Michigan ve Wisconsin eyaletlerinden oluşan ve bölgenin paslanan, terk edilmiş sanayi altyapısı dolayısıyla "Paslanma Kuşağı" olarak bilinen eyaletleri kazanmak olduğunu söylüyor makalesinde; Mitt Romney, 2012 seçimlerinde Seçiciler Kurulunu kazanmasını sağlayacak bu eyaletleri alamadığı için başarısız olmuştu. Trump bunu, hatta daha da fazlasını başardı.

ENDİŞELENMELİYİZ

Türkiye'de bulunan bizler ise endişelenmeliyiz. Trump başkanlığındaki Türk-Amerikan ilişkileri, bir bakış açısıyla, belirli süre bir bilinmeyen olarak kalacaktır. Bunun temel sebebi de Trump'ın, dış politika konularında - kelimenin tam anlamıyla - 'sıfır' tecrübeye sahip olması. Hatta Trump'ın hiçbir siyaset tecrübesi bulunmuyor, zira daha önce böyle bir kamu görevine bir kere bile seçilmemişti. Netice olarak Trump'ın, kampanyası boyunca dış politikayla ilgili yaptığı açıklamalar, politikasının gerçekte ne olacağıyla ilgili mutlak göstergeler olarak alınmamalı. Trump'ın dış politika danışmanları da tartışmalardan darbe aldı ve Cumhuriyetçi Parti tarafından dahi eleştirildiler.

Trump'ın dış politika konusundaki başdanışmanı olan Walid Phares, geçtiğimiz günlerde bir Amerikan-Türk konseyinin toplantısında yaptığı konuşmada Trump'ın Fetullah Gülen kültüyle Clinton kampanyası arasındaki muhtemel bağları inceleyeceğini ve "Türkiye'yle daha yakın ilişkiler" kurmak istediğini söyleyerek Türk basınında bir heyecan yarattı. Köken olarak Lübnanlı bir Hıristiyan olan ve daha önce 2012'de Mitt Romney'in kampanyasında dış politika danışmanlığı ve aynı zamanda FOX News kanalında yorumculuk yapan Phares, Kuzey Suriye'de uçuşa yasak bir bölge ve güvenli bölgelerin oluşturulmasıyla ilgili de olumlu açıklamalarda bulunmuştu. Ama diğer yandan geçmişte, Türkiye'yle ilgili konularda son sekiz ayda yaptığından oldukça farklı açıklamalar da yapmış bulunuyor.

Daha da huzur kaçırıcı diğer bir ihtimal ise bizzat şimdiki zamanı ilgilendiriyor. Trump Cumhuriyetçi aday olduğu ve fakat hiçbir dış politika tecrübesi bulunmadığı için, Washington D.C.'deki 'yeni-muhafazakar' yani neo-con dış politika gruplarının, yeni yönetimde etkin konumlara gelme konusunda büyük istek göstermesini bekleyebiliriz. Mesela Phares geçmişte bir neo-con olarak nitelenmişti.

American Enterprise Institute (AEI) ve the Heritage Foundation gibi neo-con düşünce kuruluşları, geçtiğimiz sekiz yıl süresince iktidar odağının koridorlarından uzak tutulmuştu. Buna rağmen güçlerinden bir şey kaybetmediler ve Cumhuriyetçi bir başkanın yönetiminde dış politika tartışmalarında yeniden nüfuz kazanacaklar. ABD seçimlerinin netlik kazanmasını takip eden saatlerde, Trump'ın neo-con dış politika gruplarından toplantı için randevular talep edeceğini öneren makaleler hemen birer birer sökün etti. 15 Temmuz darbe kalkışmasını doğru tahmin eden ve geçtiğimiz günlerde de Türk toplumu için daha fazla şiddet öngörüsünde bulunan Michael Rubin, AEI'nin en önde gelen Türkiye yorumcusu. Görünüşe göre Rubin, Trump'ın kontrolündeki bir Beyaz Saray'ın bu tarz siyasi randevularla uğraşmak zorunda kalacağını daha bir sene önceden tahmin ediyordu.

Trump'ın dışişleri bakanı tercihi de çok yakından irdelenecektir, çünkü dış politika konularındaki tecrübesizliği ve bilgisizliği kuvvetle muhtemel dışişleri bakanına siyasi kararlarla ilgili daha fazla nüfuz, hatta bağımsızlık kazandıracaktır. Son olarak, Trump ayrıca Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'e hayranlığını ifade etmiş ve Trump kampanyası Rusya'yla bağlantılı olmakla itham edilmişti. Washington ve Moskova arasındaki ilişkiler muhakkak ki bir Hillary Clinton başkanlığına göre farklı şekillenecektir ve bunun da Doğu Akdeniz'de doğrudan etkileri olacaktır. Fakat Trump siyaset alanında tamamen yeni olduğu için, Türkiye ve bölgeye yönelik nasıl bir siyasi tutum takınacağını ancak zamanla görebileceğiz.

Doğrusu, şu anda iyimser olmak kolay değil. Hillary Clinton'ın Fetullah Gülen kültüyle arasında bulunduğu farz edilen bağlarla ilgili çok şey yazıldı, fakat Clinton kampanyasının aldığı yardımlar ve siyasi ilişkileri olsa olsa marjinal bir seviyede idi. Hillary Clinton'ın dış politika tecrübesi ve Türk siyaset önderleriyle geçmişteki iyi ilişkileri, geçtiğimiz dört seneden sonra makbul bir değişiklik olurdu. Gerçekten de 'Hard Choices' (Zor Tercihler) isimli otobiyografisinde Clinton Suriye meselesine bir tam bölüm ayırmış ve orada Türk siyasetçilerle ilgili olumlu yorumlar yapmıştı. Onun Suriye savaşıyla ilgili duruşunun, uçuşa yasak bir bölgenin oluşturulması ve ılımlı Suriye muhalefetinin silahlandırılması ve eğitilmesi gibi konularda Türk hükümetinin duruşuyla benzerlik arz ettiğini çok kişi unuttu. Bütün bunların yerine artık ABD dış politikası üzerinde yeniden canlanmış bir neo-con nüfuzunun hayaleti dolaşıyor.