TİMETURK | HABER MERKEZİ
İstanbul Aydın Üniversitesi, Afrika Araştırmaları Merkezi Müdürü Prof. Dr. Sedat Aybar, İstanbul'da 2016 Kasım başında gerçekleşen Birinci Türkiye-Afrika Ekonomi ve İş Zirvesini ve Türkiye'nin 'Afrika Açılım Stratejisi' hakkındaki fikirlerini AA için kaleme aldı:
Amerikan seçimlerinden bir hafta önce İstanbul'da düzenlenen zirve, Afrika ve Türk iş çevrelerini bir araya getirmişti. Bu zirve, Türkiye'nin kıtaya olan ilgisini yeni aşamaya taşıyacak bir dönemin de başlangıcını müjdeliyordu. Birinci Türkiye - Afrika Ekonomi ve İş Zirvesi, 2014 yılında Ekvator Ginesi'nin Malabo kentinde gerçekleştirilen Afrika - Türkiye Zirvesi'nin bir devamı niteliğindeydi. Türkiye'nin Afrika'ya yönelik yeni stratejisinin temelleri orada atılmıştı. İstanbul'daki zirve bunun gereklerini yerine getirmek içindi.
Malabo Zirvesinden iki önemli uygulama planı çıkmıştı. Bunlardan birincisi, "Afrika-Türkiye Ortaklığı için Ortak Uygulama Planı 2015 - 2018" çerçevesinde bir yol haritası çiziyordu. İkincisi ise "Afrika - Türkiye Ortaklığı Öncelikli Projeler Matrisi 2015 - 2018", önemli işbirliği alanlarını belirliyordu. Bu bağlamda Malabo Zirvesi, ekonomik ve diplomatik ilişkilerin belli stratejik projeler etrafında şekillenmesi gerektiğini vurgulamaktaydı. En azından sonuç bildirgesi böyle bir yorumu destekliyordu.
KITAYLA İLİŞKİLERDE YENİ SAYFA
Bu durum genel geçer bir Afrika Açılımı senaryosundan ötede, daha tumturaklı, daha detaylı iktisadi, siyasi ve kültürel stratejilerin öncelikli projelerini oluşturmayı gerektiriyordu. Öncelikli projelerden kastedilen ise ziraat, endüstriyel tarım, kırsal kalkınma, sivil savunma, su kaynakları yönetimi, mikro/küçük-ölçekli işletmelerin, güvenlik, sağlık ve ulaşım gibi alanlardaki projelerdi. İstanbul'da 2016 Kasım başında gerçekleşen Birinci Ekonomi ve İş Zirvesi'ni bu bağlamda önemli bir merhaleyi simgeliyordu. Türkiye'nin 'Afrika Açılım Stratejisi' artık başarıyla tamamlanmış ve kıtayla ilişkilerde yeni bir sayfa açılmıştı.
Birinci Ekonomi ve İş Forumu'nda yaptığı açılış konuşmasında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Afrika ülkeleri ve Türkiye arasında daha derin ekonomik, sektörel ve firma işbirliklerinin gerekliliğini bir kez daha vurguladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'a göre sürdürülebilir bir 'kazan - kazan' işbirliği yaratmanın yolu, ciddi bir 'iş atmosferi' oluşturmaktan geçiyordu. Demek ki, yeni strateji karşılıklı iş yapmayı kolaylaştırıcı ortamın oluşturulması üzerine kurgulanacaktı.
Küreselleşmenin sonuçlarını değerlendirirken, birçok fırsat yaratan bu sürecin özellikle Afrika kıtası için çok da hayırlı bir tablo çizmediğini vurgulayan Erdoğan, fakirlik tuzağını aşmak için kıtanın 'iyi günde olduğu gibi kötü günde de dostu' olan Türkiye ile yapılacak iş birliklerinin önemine değindi. Aynı şekilde, Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu terör, göç, gelir eşitsizliği gibi sorunlara değinerek Afrika'yla daha kapsamlı bir iş birliği çağrısında bulundu. Bir dayanışma ruhu içinde 'yeryüzünün sefilleri olmanın asla kabul edilemeyeceği' sözleri, ağzına kadar dolu olan konferans salonundan coşkulu bir alkışla onaylandı.
TRUMP DÖNEMİNDE ABD'NİN AFRİKA POLİTİKASI
Zirvenin zamanlaması birçok yönden doğruydu. Özellikle sonuçları bağlamında Amerikan seçimlerine denk gelmesi, zirvenin en uygun zamanda gerçekleştirildiğinin ispatı. Amerikan seçimlerinden Cumhuriyetçilerin adayı Donald Trump'ın galip çıkması, Türkiye - Afrika ilişkileri üzerinde de kaçınılmaz etkiler yaratacak. Peki, neden?
Donald Trump'ın seçim kampanyasının kurgulandığı "Amerika'yı Yeniden Büyük Yapacağız" sloganı, yurtiçi ekonomik öncelikleri tekrar ön plana taşıyan milliyetçi bir söylemi destekliyordu. Seçim kampanyası süresince Trump, Amerika'nın küresel rolünü tanımlayan mevcut ekonomik politikaları tersine çevireceğini vurguladı. Verilen mesaj, yeni yönetimin daha az küreselci, daha az dayanışmacı, daha az yardımsever, daha az dış ticaretçi ve göçmenlere destek vermeyen bir yönetim olacağı mesajıydı. Bunun, Afrika kıtası için olumlu niyetler beslemediği şimdiden çok açık. Afrika'daki birçok ülke, acil müdahale gerektiren sorunlarla başa çıkabilmek için Amerikan yardımına muhtaç. Sağlıktan güvenliğe, Amerikan yardımlarının kesilmesi, bu ülkeleri önümüzdeki yıllarda kaçınılmaz olarak olumsuz etkileyecek.
Bu nedenle Birinci Afrika - Türkiye Ekonomi ve İş Zirvesi, ABD'deki seçim sonuçlarının açıklanmasından sonra daha da önem kazandı. Özellikle küçük - büyük her türden yardımın işe yarayacağı bir durumla karşı karşıya olan Afrika kıtası için Amerikan yardımlarının kesilmesi ciddi sorunlar yaratabilir. Bu yüzden Türkiye'den giden yüklü bir yardım paketinin ne kadar önemli olacağı açıklık kazanıyor. Ancak, Türkiye'nin Afrika'yla ilgili varmak istediği hedefler, kıtaya yapılan yardımlarla sınırlı değil; Türkiye aynı zamanda “eşit ortaklarla, eşit bir zeminde”, uzun vadeli ekonomik ve diplomatik iş birliği geliştirmenin ve böylece ortak ekonomik kalkınma ve büyümeyi teşvik etmenin peşinde.
AFRİKA'DAKİ GÜLEN BAĞLANTILI OKULLAR
Türkiye'nin Afrika stratejisi, 15 Temmuz 2016'da gerçekleşen başarısız darbe girişiminden çok önce bu yeni safhaya geçmiş olsa da, menfur darbe teşebbüsü Türkiye - Afrika ilişkilerine dair algıda önemli bir dönüm noktası da oluşturuyor. İstanbul'daki zirvenin zamanlaması bu bağlamda da önemli. Birçok yorumcu, Türkiye'nin 'Afrika'ya açılım' politikasıyla, Gülen bağlantılı okulların kıtadaki varlığı arasında ciddi bir bağ olduğunu düşünüyordu. Bu yorumcular yanlış bir şekilde, kıtaya yayılmış olan orta eğitim kurumları ağının Türkiye'nin Afrika stratejisine büyük bir katkısı olduğunu iddia ediyorlardı. Ancak, akademik çalışmalar, bunun gerçeklerden ne kadar uzak olduğunu gösteriyor. Bu çalışmalara göre Türkiye'nin Afrika kıtasına yönelik ilgisinin temel itici güçleri “karşılıklı anlaşmalar” ve “tarihi bağlar” olmuştur. Bu yüzden, İstanbul zirvesi kıtayla geliştirilecek ilişkilerin “karşılıklı bağlar” zemininde olacağı algısını yaratması açısından da önemlidir.
Afrika'ya açılma stratejisi aslen, Afrika'da hizmet vermiş bir grup ileri görüşlü diplomat tarafından geliştirilmişti. "Afrika'ya açılma” politikası, çok cesur bir şekilde, 'karanlık kıtaya' yönelik cehaletin hakim olduğu bir ortamda, 1989 yılında başlatıldı. Ve bu cehalet hali, kıtadaki Türk varlığının 1913 gibi yakın bir tarihte sona ermesine rağmen hüküm sürüyordu.
BAŞLICA BİLGİ KAYNAĞI BATI MEDYASIYDI
O zamandan beri, akademisyen-gazeteci Dr. Hıfzı Topuz'unkiler başta olmak üzere, nadir çıkan çok az sayıda haber ve gözlem yazısı dışında, Türkçe düşünen dimağlara kıtayla ilgili bilgi kırıntısı aktarılmamıştı. 1990'lara gelindiğinde kıtada sadece sekiz Türk elçiliği bulunmaktaydı. Ayrıca, Sahra-altı Afrika'daki herhangi bir Afrika ülkesine gidebilmek için takip edilebilecek en hızlı rota ya Londra'dan ya da Paris'ten geçiyordu. Kıtayla ilgili doğrudan bilgi sahibi olmayan Türkler, 'umutsuz kıta' hakkında Batı medyasında çıkan kötümser görüşleri yansıtmak eğilimindeydiler.
"Türkiye'nin Afrika'ya yönelik açılım politikası artık başarıyla tamamlandı."
Bu ifade, yukarıda bahsedilen Ekvator Ginesi'nin başkenti Malabo'da 2014'de gerçekleştirilen İkinci Türkiye - Afrika Zirvesi'ne katılan Türk Dışişleri Bakanlığı yetkilileri tarafından dile getirilmişti. İlişkilerin gelecekte nasıl bir rota takip edeceği bu zirvede ele alınmıştı. Orada 'Afrika'da sürdürülebilir bir kalkınmanın ve entegrasyonun güçlendirilmesi için yeni bir ortaklık modeli' oluşturulmasına karar verilmişti. Zirve boyunca yapılan konuşmaların kapsamı ve genel havası, Türkiye'nin zirve bağlamında Afrika'da ortağı olan ülkelerle sürdürdüğü diplomasinin, Türkiye'de "Afrika Yılı" ilan edilen 2005'ten bu yana kaydettiği hızlı ilerlemeyi yansıtıyordu. Ekonomik, diplomatik ve siyasi ilişkiler engebeli yoldan geçti ama aynı süre zarfında bu ilişkiler belli bir kaliteye ve niceliğe ulaştı.
Niceliksel artış sadece ticaret hacminin artışından değil, aynı zamanda açılan yeni Türk temsilciliklerinin, THY'nin uçtuğu noktaların artan sayısından ve Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı'nın (TİKA) kıtada artan varlığından da izlenebilir. Türkiye'nin yeni politikası, 'Afrika'nın sorunlarına, Afrikalı çözümler' bulunmasına yardımcı olacak karşılıklı iş etkileşimlerinin teşvik edilmesine dayanıyordu.
İstanbul'daki Birinci Ekonomi ve İş Forumu, kıtadaki tüm ülkelerden ticareti, şirketleri ve idarecileri temsil eden 1600 delegeye ek olarak aynı vasıflarda 900 Türk delegeyi de ağırladı. Organizasyona ek olarak Türkiye çapında şirketlere ve fabrikalara geziler, ikili ve sektörel iş görüşmeleri düzenlendi. Büyük firmalar ve hükümetler arasında altyapı ve enerji alanlarında bazı önemli anlaşmalar yapıldı. Küçük ve orta ölçekli işletmeler arasında ise çok daha fazla sayıda anlaşma imzalandı. Bütün bunlar, ekonomik bağların derinleştirilmesinin karşılıklı zenginlik üretimine ve karşı karşıya bulunulan ortak sorunlara birlikte çözümler yaratmak inancıyla yapıldı.
Ancak, tam potansiyele ulaşmak için yürünmesi gereken uzun bir yol var.
Türkiye, Afrika ülkelerinin kendi aralarında imza ettikleri serbest ticaret antlaşmalarının hem kendilerine hem de Türkiye'ye “ne getirip ne götüreceğini” dikkatli bir şekilde hesap etmeli. Türkiye, Afrika'yla ticari ilişkilerini tıpkı Cibuti ile yaptığı gibi bir takım serbest ticaret bölgelerinin oluşturulması ve teşvik edilmesi yoluyla kolaylaştırmalı. Çifte vergilendirme ve ulaşımla ilgili sorunlar bir an önce çözülmeli. Ticaret ve yatırımların finansmanının yetersiz kalması, ele alınması gereken başka bir konu. Banka kredileri yeterli değil ve sigorta hizmetleri potansiyele rağmen yeterince mevcut değil.
ÜNİVERSİTELER HAREKETE GEÇİRİLMELİ
Eximbank'ın kıtaya yönelik verdiği kredilerin limitleri arttırılmalı. Özel sektör - kamu ortaklıkları teşvik edilmeli. Türkiye, hedef ülkeleri ve stratejik sektörleri seçerken dikkatli davranmalı ve sektörel büyümelerin muhtemel olumsuz etkilerini hesap etmeli. Büyük Türk şirketlerinin kıtaya girmesinin yolu açılarak orta ve küçük ölçekli firmaların işini kolaylaştıracak ölçek ekonomilerinin oluşturması teşvik edilmeli.
Bunların ne getirip götüreceği bilimsel yöntemlerle yapılacak ampirik araştırmalarla desteklenmeli. Bu anlamda üniversiteler proje bazlı harekete geçirilmeli ve iş dünyası ve politika yapıcılara destek verecek çalışmaları hızlandırmalı.
Bütün bunlara ek olarak, bu problemlerin önüne geçilmesi için gereken stratejik düşünce, Türkiye'de eninde sonunda birtakım kurumsal düzenlemelerin yapılmasıyla karşı karşıya kalacak. Maliyetine rağmen, uzman okullar, tropik hastalıklarla uğraşan uzman hastaneler, uzman bankalar ve uzman sigorta ve şirketlerin oluşturulması bir gereklilik olarak Türkiye'nin önüne çıkacak. Ancak bu sıralananlar Afrika - Türkiye ilişkilerinin bir sonraki aşamasına damga vuracak gereklilikler olacak. Şimdi mesele içinde bulunduğumuz bu yeni dönemin gereklerini başarıyla yerine getirmek.