Dolar

34,5424

Euro

36,0063

Altın

3.006,41

Bist

9.549,89

Türkiye ile Esed 'Kürt Devleti'ne karşı mı?

Fransızca yayınlanan Cezayir gazetesi El Watan, Türkiye ve Esed'in Kürt Devleti'ne karşı işbirliği içine gireceklerini iddia etti...

9 Yıl Önce Güncellendi

2016-06-22 01:57:49

Türkiye ile Esed 'Kürt Devleti'ne karşı mı?

Suriye'deki iç savaşın başladığı ilk günden beri, Türkiye ile Suriye arasındaki gerilim de giderek tırmanmıştı. Son dönemlerde ise Suriye ve Türkiye tarafları konusunda çeşitli iddialarda bulunuluyor. Fransızca yayınlanan Cezayir gazetesi El Watan, Türkiye ve Suriye ilişkilerini ele alırken, bölgede her iki devletin de Kürt Devleti'ne karşı olduğunu hatırlatarak, işbirliği içerisine girişeceklerini öne sürdü.

ODATV.com'da yer alan bilgide; Fransızca yayınlanan Cezayir gazetesi El Watan'ın 8 Nisan 2016 tarihli sayısında Cezayirli bir diplomatik kaynağa aktardığı habere göre, ülkesi Cezayir, geçtiğimiz haftalarda Ankara ve Şam arasında arabuluculuk rolü üstlenmeye başladı. Habere göre, her iki taraf da Kürt meselesi ve Kürtlerin bağımsız devlet haline gelmek istemelerine karşı tutum değişikliği arzusu içerisinde.

El Watan'a söylendiği kadarı ile, Cezayir'in bu konulara dahil olması aslında 2015'in Kasım ayında Türk Hava Kuvvetleri tarafından düşürülen Rus Su-24 jetinin Rusya ve Türkiye arasında yarattığı tansiyonun hafifletmek içindi. Suriye ve Türkiye arasında arabuluculuk rolü ise daha ileriki bir dönemde Ankara'da ve Şam'da bulunan Cezayir büyükelçileri aracılığı ile başladı.

El Watan Cezayir'de saygın bir gazete olduğu halde ve Cezayir devleti içerisinde sağlam kaynakları bulunmasına rağmen bunlar doğrulanması zor iddialar. Ancak bu bahar aylarında Suriye ve Cezayir arasında yoğun bir delege hareketi gözlendi. İlk olarak 2011'de Suriye iç karışıklığı başladığında, ülkenin Dışişleri Bakanı, Walid al-Muallim, 28-29 Mart'ta Cezayir'e bir ziyaret düzenlemişti. İlgi çekici şekilde bu ziyaret Fransız Dış İşleri Bakanı Jean-Marc Ayrault'ın ziyareti ile aynı günlere denk gelmişti. Cezayir bu görüşmelere kendi Mağrip, Afrika Birliği ve Arap Ligi'nden sorumlu devlet bakanını göndererek yanıt vermiş, Abdülkadir Messahel 24-25 Nisan günlerinde Şam'da Esad ile görüşmüştü.

2011 yaz aylarının sonlarına doğru Suriye ve Türkiye kanlı bıçaklı hale gelmiş, Türkiye Esed'e daha önce verdiği desteği keserek kendisini devirmek isteyen ülkelerin kurdukları koalisyona dahil olmuştu. O günden itibaren Esed'e  karşı sürdürülen askeri operasyon sürecinde Recep Tayyip Erdoğan koalisyonun en şahin tarafı haline gelmiş ve hükümeti katı İslamcıların da dahil oldukları Sünni isyancılar ile bu maksatla güçlü bir birliktelik içerisindeydi. Fakat ABD destekli Suriyeli Demokratik Güçleri – Türkiye'nin sürdürdüğü yıkıcı "kontrgerilla harekatı"na karşı duran PKK'ya bağlı Suriyeli bir grup – ülkenin kırsal alan kentlerinden Halep'e gürül gürül akarlarken, Erdoğan'ın öncelikleri belki de değişmeye başlamıştır. Ve tüm bunlar Türkiye'nin dışişlerinde önemli bir değişikliğin parçası haline gelebilir.

2011'e kadar, Türkiye'nin Ortadoğu'da ki etkisi hızlı bir şekilde gelişti. O zamanlar Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun çatışma yaşanan komşu ülkeler ve çıkmaza girmiş bölgesel çatışmalara çözüm aramaya yönelik ''komşularla sıfır sorun'' doktrini öne sürülmüştü. Komşularla sürdürülen güç gösterisi eksenli oyunlar yerine Türkiye ticaret ve diplomasinin gücüne güvenen bir konumda durmayı denemeye başlamış, Erdoğan'ın hükümeti kendisini bölgedeki Müslüman ülkelere demokratik bir İslamcı muhafazakarlık rol modeli olarak sunabilecek güce sahipti. İlk başlarda bu yumuşak güç oldukça işe yaramış ve iyi işleyen bir süreçti, ''Türk modeli'' sözü Ortadoğu'da günün sözü haline gelmişti.

 Beş yıl sonra tüm bunlar bir paçavra haline gelmiş vaziyette. Erdoğan'ın hükümeti günden güne otoriterleşmiş ve içeride yaşadıkları skandallar ile çamura batmış halde, buna bir de PKK ile söz verdiği barış sürecinin yıkılmış olmasını da ekleyebilirsiniz. Erdoğan ve Davutoğlu'nun Mısır, Libya ve Suriye'nin iç işlerine şiddetli bir şekilde karışmaları ellerine bir şey geçmesini sağlamadığı gibi, küçük düşürücü geri dönüşleri olmasıyla birlikte Türkiye'nin uluslararası imajını İslami bir mezhepçilik statüsüne düşürmüştü. 'Krizdeki Suriye' toplantısında konuşma yapan Türkiye ve Orta Asya uzmanı Bayram Balcı mevcut durumu şu sözler ile özetliyor, ''Türkiye sadece Orta Doğu'da izole olarak yalnızlaşmadı, Azerbaycan ile mevcut ilişkisi hariç küresel anlamda uluslararası bir yalnızlaşma hali içerisindedir. Bölgede artık Türkiye güvenilmez bir dost ve müttefik olarak algılanmaktadır.'' 

 Suriye çatışması tüm bu problemlerin bir özeti olma niteliği taşımaktadır. Türkiye savaş ortamına saplanmış ve buradan çıkmak için kesin bir stratejisi bulunmamaktadır. Türkiye destek verdiği militanlar sayesinde Esed'i devirerek yerine Ankara ile müttefik ilişkisi kuracak yeni bir hükümet kurulacağından kendince emin gibiydi, ancak bu gayretlerinin bölgedeki çatışmaları nihayete erdireceğine dair en ufak bir işaret dahi yok, aksine 2.7 milyon mülteci ve kabarmakta olan İslamcı ve Kürt militanlar ile baş başa kaldılar. Suriye savaşı umut verici gelişmeler gösteren Rusya ile ilişkilerine de büyük zarar verdi ve geçtiğimiz Kasım ayında düşürülen Su-24 jetinin ardından ekonomik yaptırımlar gündeme geldi.

PKK'NIN YÜKSELİŞİ

 Türk hükümetinin perspektifinden bakacak olursak, bölgedeki en tehlikeli gelişme geçtiğimiz 40 yıla yakın süredir mevcudiyetini koruyan PKK'nın yükselişi. PKK destekli Suriye Demokratik Güçleri sadece Türkiye'nin güney sınırlarını ele geçirmekle kalmadı, bu süreç içerisinde ABD ve Rusya ile güçlü bağlar da oluşturdular. İşte bu durum Ankara için kabus niteliği taşıyor ve bölgedeki politikalarında değişime gitmeleri için yeterli bir konu.

Bu yılın Mayıs ayının başlarında, Ahmet Davutoğlu'nun başbakanlık koltuğundan kaldırılarak yerine Erdoğan'a sadakati ile bilinen Binali Yıldırım geçirildi. 2009 ve 2014 arasında sürdürdüğü Dışişleri Bakanı görevi süresince Davutoğlu Türkiye'nin dış işleri politikasının mimarı olarak görünüyordu. Görevden alınışının ardından Dışişleri Bakanlığı'nda yapılan önemli bir ekip değişikliği hızlı bir şekilde gerçekleşti. Diğerleri arasında etkili ve nüfus sahibi bir kişi olan Feridun Sinirlioğlu New York'a gönderilerek Türkiye'nin daimi rolü gereği ABD ile görüşmeler gerçekleştirdi, Can Dizdar ise Abu Dhabi'ye gönderildi. Erdoğan destekli Daily Sabah yazarlarından Ragıp Soylu tüm bu değişiklikleri yorumlarken, yapılan kadro değişikliklerine rağmen bu isimlerin Türkiye'nin son yıllardaki dış işlerinde oldukça etkili isimler olduklarını belirtti.

BİNALİ YILDIRIM TÜRKİYE-İSRAİL İLİŞKİLERİNİ ISITMAYA BAŞLADI BİLE

Başbakan Binali Yıldırım ise elbette Erdoğan'ın cesaretlendirmesi ile tüm bu değişimlerin yaşanmaya başlamasından itibaren İsrail, Avrupa Birliği, Rusya ve Suriye ile ilişkileri düzeltecek bir yol arayışında.

 Türkiye İsrail ile ilişkilerini ısıtmaya başladı bile. Geçtiğimiz yıl Avrupa'da başlayan bir dizi görüşme bu yılın bahar aylarında masaya yatırıldı. Her iki ülke de bir gaz boru hattı kurulması projesi ile ilgileniyor ve İsrail mevcut durumda gaz ihtiyacının önemli bir bölümünü Türkiye üzerinden sağladıkları Irak Kürdistan'ından almaktadır. Şimdi ise, İsrail Hamas'ın Türkiye'de bulunan resmi ofisi konusunda tavır değişikliğine gidene kadar Türkiye ile mevcut diplomatik ve istihbarat ilişkilerini askıya almış durumda. Fakat Filistin meselesi Türkiye'de oldukça hassas bir politik konu olma özelliğini koruyor, benzer şekilde İsrail'de de durum farklı değil, işte bu sebeple görüşmeler oldukça yavaş bir tempoda devam etmektedir.

 Avrupa Birliği ile var olan ilişkiler Türkiye'nin beklenmedik bir hamlesi olarak görülen mülteci meselesinin baskın olduğu bir eksende sürmektedir. Avrupa'ya geçen mültecilerin geri alınmaları ve o yöndeki ilerleyişlerinin durdurulması karşılığında Türkiye vatandaşları için AB sınırları içerisinde vizesiz seyahat hakkı talep ediyor. Fakat Türkiye-Avrupa arasında bu konudaki görüşmeler feci şekilde tökezlemiş vaziyette, Avrupa'yı tedirgin eden konu ise, Türkiye'de artan otoriter yönetim şeklinin sosyal, politik ve ekonomik etkileri nedeniyle bu ülkeden Avrupa'ya yeni bir göç akımının başlama olasılığıdır. Kendi açısından Ankara'yı duraksatan konu ise, liberalleşme konusundaki adımların atılmaması ve terörle mücadele yasalarında değişikliğe gitmek istememesidir.

 Türkiye'nin Rusya ile olan yakınlaşma çabaları da iyi gitmiyor. Erdoğan'ın geçtiğimiz günlerde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'e Su-24'ün düşürülmesinden sonra Erdoğan'ın gururu bir kenara bırakarak resmi anlamda ilk defa kurduğu bağlantı olan ve Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkilerin ''layık olduğu düzeye'' gelmesini beklediğini söylediği mektupla uzattığı el Kremlin tarafından sert bir biçimde geri itildi ve ilişkilerin yeniden düzelmesi için yeterli olmadığı, resmi bir özür beklentisi içerisinde oldukları söylendi. Rusya'nın Orta Doğu uzmanı ve Carnegie'nin Moskova'da bulunan merkezinde görevli olan Nikolay Kozhanov ''Ankara ve Moskova arasındaki meseleye istinaden görüşüm, bu konunun malesef oldukça kişisel bir hale gelmiş olduğu yönündedir'' sözlerini dile getirirken şöyle devam ediyor, ''Bazı meslektaşlarım her iki ülke arasında süregelen bu iletişim şeklinin doğal olmadığını ve iki maço arasındaki sürtüşmeye dönüştüğünü düşünüyorlar. Bu konudaki endişemiz, her ikisinin de iktidarda kaldıkları süre boyunca bu sürtüşmenin devam edeceği yönündedir.''

SURİYE'Yİ NELER BEKLİYOR

 Türk diplomatlar bu konuda kuşkusuz biçilmiş kaftanlar. Fakat bu esnada Suriye'yi neler bekliyor?

 Carnegie'nin Brüksel'de bulunan merkezini ziyaret eden eski Türk diplomatı Sinan Ülgen ''Türkiye'nin Suriye politikası değişiyor'' sözlerini dile getirdi. Tahran ve Moskova'nın Suriye'deki mevcut rejime olan değişmez destekleri nedeniyle Ankara Şam yönetiminin değişmesi konusundaki ısrarında geri adım atmak zorunda kaldı ve Kürt meselesine yöneldi. Aslında bu değişimin ilk işaretlerinden biri Başbakan Binali Yıldırım'ın Suriye meselesine dair ümitsizce dile getirdiği ''anlamsız savaş'' sözlerinde gizliydi.

 Şimdilik Türkiye'nin politikasını nasıl geriye çevireceğini tahmin etmek güç, her iki tarafın da kamuya açık bir şekilde konu hakkındaki görüşlerinin değiştiğine dair dile getirdikleri açık bir sinyal bulunmuyor. Türk tarafı Esed'in istifa etmesi gerektiğini söylemeye devam ediyorlar, Esed da son olarak sert sözler dile getirmiş ve ''Erdoğan'ın faşist rejimi'' olarak başladığı sözlerine, Halep'i ''Allah'ın da yardımıyla bu kasap zihniyetin hayallerinin ve umutlarının gömüleceği yer'' olacağına söz vererek sürdürmüştü.

 Elbette, eğer Cezayir'in arabuluculuğu ile her iki taraf görüşüyor olsa bile, bu durum Ankara ve Şam'ın politik bir yakınlaşma hali içerisine gireceği anlamına gelmiyor. Çatışma diplomasisi bütünüyle gizli bir şekilde perde arkasında yürür, görüşmeler yapılır, masa altında gerçekleşen manevralar olur, fakat genelde bunlar herhangi bir yerde açık edilmezler.

 Belki de Türkiye'nin yeni tutumu AK Parti'den isimsiz bir üst düzey yetkilinin sözlerini Reuters'de yazan Tülay Karadeniz'in aktardığı bilgilerde gizlidir, ''Her şey bir yana Esed bir katildir. Kendi halkına eziyet etmektedir. Bu konudaki fikrimizde herhangi bir değişiklik bulunmamaktadır. Fakat kendisi aynı zamanda Kürt otonomisini desteklememektedir. Öteki konularda değil fakat bu hususta benzer bir politikaya sahibiz.''

 Burada dikkat vermemiz gereken nokta, özellikle işaret edilen bu hususun geçtiğimiz haftalar boyunca Türkiye ve Suriye arasındaki uzlaşmanın işaretlerini taşıyor oluşudur. PKKya yakın bir web sitesi, Baasçı Hasakah Valisi Muhammed Zaal al-Ali'nin Türk yetkililer tarafından Suriye ve Türkiye sınırı boyunca, Kamışlı'dan Nusaybin'e kadar örülecek bir duvar için görüşmeye davet edildiğini duyurmuştu. PKK'nın üst düzey yöneticilerinden Duran Kalkan ise, son açıklamalarından birinde Esed'in Cezayir aracılığı ile anlaşmaya vardığını söylemiş, buna kanıt olarak da son zamanlarda Suriye liderinin ''Erdoğan gibi' konuşmaya başlamasını örnek göstermişti.

 Türkiye'nin Suriye politikasında değişime yönelmesi sorunlu ve eziyetli bir süreç olacaktır, ancak mevcut pozisyonunu korumasının da pek farklı olmayacağı görülüyor. Suriye'de devam eden çatışmadan Ankara elini çekmiş gibi görünüyor, savaşa dair tartışmalar daha pragmatik bir yöne kaymaya başlayacak. Bu denli büyük bir politik geri adımı tasavvur etmek zor, fakat göründüğü kadarı ile ufak politik ayarlamalar ile gerçekleşecek ve pragmatik düzenlemeler ile sınırlandırılacak. Türkiye tarafından Suriye'nin kuzeyinde bulunan asilere verilen destek son bulurken, sürgündeki Suriye muhalefetine yardım edilmeyecek ve bu tip ufak dalgalar halinde Türkiye'nin Suriye politikası değişecek.

Haber Ara