Korkunun negatif bir deneyim olduğunu düşünürüz, mümkün olduğunca engellenmesi gereken bir duygu olarak görürüz. Ancak çocuğu olan herkesin çok iyi bildiği gibi çocuklar riskli yollarla oyunlar oynamayı severler. Bu yollar, özgürlük coşkusu ile en doğru ölçüde korkuyu birleştirir ve ikisinin canlandırıcı bir karışımı olan heyecan duygusunu üretir.
6 Kategoride Riskli Oyun
Norveç Queen Maud Üniverisitesi profesörü Ellen Sandseter, oyunları sırasında çocukların her yerde ilgisini çeken riskleri altı kategoriye ayırıyor:
Büyük yükseklikler: Çocuklar, dünyaya kuşbakışı bakabilmek ve heyecan verici “başardım!” duygusunu yaşayabilmek için ağaçlara ve diğer korkutucu yükseklikteki yapılara tırmanır.
Yüksek hız: Çocuklar iplerde ya da parklardaki salıncaklarda sallanır; kızaklarla, kayaklarla, patenlerle ya da oyun parkındaki kaydıraklardan kayar; kayıklarla ya da botlarla hız yapar; bisiklete, kaykaya ve heyecan duygusunu yaşayabilecekleri hızda başka araçlara binerler. Neredeyse kontrollerini kaybederler ama asla tam olarak değil.
Tehlikeli aletler: İçinde yaşadıkları kültüre bağlı olarak çocuklar, bıçakla, ok ve yayla, çiftlik aletleriyle ya da potansiyel olarak tehlikeli olabilecek diğer aletlerle oynarlar. Elbette bu aletleri kullanmalarına izin verilmesinin yarattığı büyük bir tatmin duygusu yaşarlar. Ancak bu aletleri kullanırken yaşadıkları başka bir duygu da, onları kontrol ederken yaşadıkları heyecandır. Çünkü tek bir hatanın onlara zarar vereceğini bilirler.
Tehlikeli doğal elementler: Çocuklar ateşle oynamaya bayılır. Aynı zamanda biraz tehlike barındıran derin suların içinde ya da etrafında oynamayı da çok severler.
Dövüş oyunu: Çocuklar her yerde birbirini kovalar ve şakacı bir şekilde kavga ederler. Ve genellikle en savunmasız pozisyonda olmayı tercih ederler. Yaralanma riski içeren ve kurtulmak için en çok beceri gerektiren pozisyon: Yakalanan olmak ya da güreş sırasında altta olmak…
Saklanmak/kaybolmak: Küçük çocuklar saklambaç oynarken arkadaşlarından geçici ve korkutucu bir ayrılığın verdiği heyecan duygusunu deneyimlerler. Daha büyük çocuklar ise kendi başlarına, yetişkinlerden uzak tehlikeli maceralara atılır. Kendileri için yeni olan ve hayali tehlikelerle dolu yerlere giderler. Buna kaybolma tehlikesi de dahildir. Riskli oyunun değeri
Diğer yavru memeliler de riskli oyunu sever. Keçi yavruları dik yamaçların kenarlarında oyun oynarlar ve inişi zorlaştıran garip şekillerde havaya sıçrarlar. Küçük maymunlar ağaçlarda daldan dala sallanırken becerilerine meydan okumak için birbirine uzak olanları ya da düşünce canları acıyacak kadar yüksek olanları seçerler. Pek çok türün memeli yavrusu, sadece bizimkiler değil, zamanlarının çoğunu birbirlerini kovalayarak, dövüşme oyunu oynayarak geçirirler. Ve onlar da en savunmasız pozisyonları tercih ederler.
Evrimsel bir perspektiften bakarsak, riskli oyunla ilgili en temel soru şudur: Neden var? Yaralanmaya sebep olabilir (her ne kadar ciddi yaralanmalara az rastlansa da) ve hatta ölüme (çok az görülür). Peki neden doğal seleksiyon bu özelliği elemedi? Bu davranışın hala sürüyor olması, faydalarının risklerinden çok daha ağır bastığı gerçeğinin kanıtıdır. Peki faydaları neler? Hayvanlara yönelik çalışmalar bize biraz ipucu veriyor.
Araştırmacılar, yavru fareler için, gelişimlerinin önemli bir döneminde onları oyundan mahrum edecek ama diğer sosyal deneyimlerden mahrum etmeyecek bir ortam hazırladı. Fareler bu şekilde duygusal olarak oldukça eksik büyüdüler. Yeni bir ortama koyulduklarında abartılmış bir korkuyla tepkiler verdiler, normal bir fare gibi uyum sağlayamadılar ve keşfedemediler. Hiç bilmedikleri başka bir yavru farenin yanına koyulduklarında da korkudan donakalmak ya da uygunsuz ve boş bir öfkeyle etrafa saldırmak gibi tepkiler verdiler. Maymunların oyundan mahrum bırakıldığı başka bir deneyde de benzer sonuçlar elde edildi.
Bu tür bulgular, oyunun duygusal regülasyon teorisini destekliyor. Bu teoriye göre oyunun en temel fonksiyonu, yavru memelilere korku ve öfkeyi regüle etmeyi öğretmek. Riskli oyunda yavrular, yönetilebilir dozda korku hissi ile doluyorlar ve korkuyu deneyimlerken ona adapte olarak davranmayı keşfediyorlar. Korkuyu yönetebildiklerini, üstesinden gelebildiklerini ve içinden “canlı çıkabildiklerini” öğreniyorlar. Dövüş oyunlarında bir oyuncu diğerine kazayla zarar verebileceği için öfke duygusunu da deneyimliyorlar. Ancak oyuna ve eğlenceye devam ederek bu öfkeyi yenmek zorunda kalıyorlar. Eğer etrafa saldırmaya başlarlarsa oyun bitiyor. Duygusal regülasyon teorisine göre oyun, yavru memelilerin korku ve öfke duygularını öğrenmelerinin bir yolu. Böylece negatif duygulara teslim olmadan gerçek hayatın tehlikeleri ile yüz yüze gelebiliyor ve başkalarıyla yakın temasa geçebiliyorlar. Oyun Yoksunluğunun Zararlı Sonuçları
Sandeter'in 2011 yılında yayınlanan bir makalesinde şöyle yazıyor: “Eğer çocuklar yaşlarına uygun riskli oyunlara katılmaktan alıkonulursa, toplumda artan oranda duygu, düşünce ve davranış bozuklukları gözlemleyebiliriz.” Sandeter bu makaleyi geleceğe yönelik bir tahmin olarak yazmıştı, ancak elimizdeki veriler bu geleceğin artık geldiğini ve hatta bir süredir zaten burada olduğunu gösteriyor.
Elimizdeki en somut kanıt şu: Geçtiğimiz 60 yılda içinde yaşadığımız kültürde, çocukların serbest bir şekilde, yetişkin kontrolü olmadan ve özellikle riskli yollarla oyun oynama fırsatlarında, sürekli, kademeli ama sonuç olarak dramatik bir düşüşe şahit olduk. Ve aynı 60 yıl içinde çocuklarda zihinsel ama en çok duygusal bozukluklardaki sürekli, kademeli ama sonuç olarak dramatik bir artışa da şahit olduk.
Riskli oyunun altı kategorisine tekrar bir göz atın. 1950'lerde en küçük çocuklar bile bu tür oyunlar oynadılar. Aileler çocuklarının bu oyunları oynamasını bekledi ve izin verdi. (Her zaman mutlu olmasalar da) Şimdi bu tür oyunlara izin veren anne babalar, ya çevresindekiler ya da otoriteler tarafından ihmal ya da dikkatsizlikle suçlanıyor.
Bu konudaki en önemli kanıt, uzun yıllardır çok sayıda ve örnek oluşturacak gruplar halindeki çocuklara ve genç yetişkinlere verilen standart klinik değerlendirme anketlerinden elde edilen analiz sonuçları. Bu analizler gençlerin 1950'lere oranla 5 ila 8 kat daha fazla klinik düzeylerde endişe ve depresyon yaşadığını ortaya çıkardı. Çocukların riskleri yaşama özgürlüğü azaldıkça, çocuklarda psikopatolojik sorunlarda artış başladı.
Hikaye hem ironik hem trajik. Görünüşte çocukları tehlikelerden korumak için onları serbest ve riskli oyundan mahrum bırakıyoruz. Ama bu süreçte onları zihinsel bozukluklara hazırlıyoruz. Çocuklar riskli ve duyguları tetikleyen oyunlar oynayarak kendi kendilerine doğal bir şekilde duygusal esnekliği ve iyileşmeyi öğretirler. Bu tür oyunlara izin vermek yerine onları engelleyerek uzun vadede onlara daha fazla zarar veriyoruz. Ve en önemlisi onları eğlenceden mahrum bırakıyoruz. Riskli oyunun yerini spor alırsa…
Çocuklar riskli oyunlar oynama konusunda yüksek bir motivasyona sahiptir, ama aynı zamanda kendi kapasitelerini bilme ve fiziksel ya da duygusal olarak almaya hazır olmadıkları risklerden kaçınma konusunda da çok iyilerdir. Çocuklar neye hazır olduklarını bizden çok daha iyi bilirler. Yetişkinler, çocuklara hazır olmadıkları riskleri alma konusunda baskı yapar ya da hatta onları cesaretlendirirse, sonuç büyük ihtimalle bir travma olur, heyecan değil.
Çocuklar arasında büyük farklılıklar vardır, aynı yaşta, aynı boyda hatta aynı güçte olanlar arasında bile. Biri için heyecan verici olan bir şey, diğer için travmatik olabilir. Beden öğretmenleri beden dersinde bütün sınıfın bir ipe ya da direğe tırmanmasını isterse, bunu yapmakta çok zorlanan bazı çocuklar travma ve utanç duygusu yaşarlar. Onları zorlamak, tırmanmalarına ya da yüksekleri deneyimlemelerine yardımcı olmak yerine, bu tür maceralardan tamamen uzaklaşmalarına sebep olur. Çocuklar oyunlarına ve yaptıkları şeylere en doğru dozda korku duygusu eklemeyi çok iyi bilirler. Bu yüzden kendi oyunlarının yönetimi onlarda olmalıdır, yetişkinlerde değil. (Burada bir parantez açıp çocukların çok az bir yüzdesinin yeteneklerini abartmaya meyilli olduğunu ve riskli oyunlarda düzenli olarak kendilerini incittiklerini belirtmeliyim. Bu çocuklar sınırları öğrenme konusunda yardıma ihtiyaç duyabilir.)
Başka bir ironik gerçek de şu: Çocuklar özgürce seçtikleri ve kendilerinin yönettiği oyunlarda, yetişkinler tarafından yönetilen spor oyunlarında olduğundan çok daha az incitiyorlar kendilerini. Bunun sebebi, yetişkin cesaretlendirmesinin ve sporun rekabetçi doğasının, çocukları özgür oyunlarda seçmeyeceği riskleri almaya – hem kendilerini hem de diğerlerini incitme – itmesi. Bir diğer sebep de çocukların bu tür sporlarda uzmanlaşmaları beklendiği için belli kasları ve eklemleri gereğinden fazla kullanmaları. Amerika Hastalık Kontrolü ve Koruma Merkezi'nin en güncel verilerine göre her yıl 14 yaşın altındaki 3,5 milyon çocuk spor yaralanmaları ile ilgili tedavi görüyor. Bu neredeyse sporla uğraşan her 7 çocuktan 1'i anlamına geliyor. Çocuklara yönelik spor ilaçları artık büyük bir pazar. Bu pazarın yaratıcıları ise genç oyuncuları topu çok hızlı atmaları için cesaretlendiren ve bu sayede çocukların dirseklerini çıkarmalarına sebep olan ya da genç yüzücüleri çok fazla ve çok sık antrenman yapmaları için cesaretlendiren ve bu sayede çocukların omuzlarına ameliyata varacak kadar zarar vermelerine sebep olan yetişkinlerdir.
Eğlenmek için oyun oynayan çocuklar çok nadir belli bir alanda uzmanlaşırlar (çünkü oyunda çeşitliliği severler) ve canları acıdığında ya dururlar ya da oyun oynama şekillerini değiştirirler. Ayrıca sadece eğlence için oynadıklarından, oyun arkadaşlarına zarar vermemeye dikkat ederler. Kazanmaya odaklanan ve belki de olası bir bursun hayalini kuran yetişkinler, doğanın zarar vermeyi önleyici etkisini dikkate almadan çalıştırırlar çocukları.
Özet olarak, tehlikeli olmadığı halde tehlikeli olduğuna inandığımız için çocukları kendi seçtikleri heyecanlı oyunlarından alıkoyuyoruz ve onları sakatlanma tehlikesinin çok daha yüksek olduğu rekabetçi bir spor dalının içinde uzmanlaşmaları için cesaretlendiriyoruz. Sanırım öncelikleri yeniden düşünmenin zamanı geldi.
Kaynak: Eğitimpedia-PsychologyToday