Yasemin Pakkan, 1974'te İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne devam ederken sınıf öğretmenliğini tercih ederek mesleğe ilk adımı atmış. Öğretmenlik sevgisi, hukuk eğitiminin önüne geçmiş. Uzun yıllar çeşitli okullarda öğretmenlik yapmış. Eğitim sorunları, yapılan yanlışlar, çözüm önerileri konularında çarpıcı tespitleri var. İşte, Yasemin Hoca ile yaptığımız söyleşiden satır başları…
Bizim dönemimizde en kolay şey, öğretmen olmaktı. Liseyi bitirdiğin zaman öğretmen olabiliyordun. Çok zor şartlarda öğretmen okullarında okuduk. Çayımız kazanda kaynardı, kepçeyle verilirdi. Zeytinle bir dilim ekmek ya da peynirle bir dilim ekmek verirlerdi. İkisi bir arada olmazdı, zeytinle peynirin buluşmadığı kahvaltılardı…
Pandemi öncesinde ilkokul 2'nci sınıf öğrencisine tam 10 sayfa matematik ödevi verildiğine şahit oldum. Çocuk daha 2'nci sınıfta, yazmayı bile henüz doğru düzgün bilmiyor. Sorulara baktım, sorularda mantık da yok; "Sekiz elmanın 5'ini yedin, geriye kaç elma kaldı?" diyor. Çocuk 5 elmayı nasıl yesin, anlamak mümkün değil. Sorular gerçekle uyuşmuyor! Koy elmaları masaya, çocuk görsün; saysın, dokunsun, hissetsin. İlkokul 1'den itibaren, tek sayfa da olsa, mutlaka okuma ödevi olmalı. Okumayan bir toplum olduk, sanalda gezinen bir toplum olduk, sayfaları kaydırarak geziyoruz…
Ben, kalıplardan çıkmak istiyorum, çünkü kalıpların içinde büyüdüm. Annem kalıplara çok önem veren bir kadındı. Allah rahmet eylesin, ayağımızın altındaki çamura bakardı, hangi mahallede gezdiniz diye. Yatılı bir okulda, Çapa Öğretmen Lisesi'nde okudum. Orası da çok sert bir okuldu, kalıplar orası için de geçerliydi. Hizmetli yoktu, okulu biz temizlerdik. Askerlik gibi bir eğitimdi, ama bugün bakıyorum, o yatılı okul, benim bugünkü hayatımın yönünü çizmiş. Yorulmayan, devamlı aktif, yeni bir şeyler yapmak isteyen bir yaradılışım oldu…
1974 yılında bana 18 çocuk verdiler. Şişli'de küçük özel bir okuldu. Dağınık ailelerin, yaramaz çocuklarıydı. Onlarla benim aramda neredeyse 10 yaş fark vardı. Ben de çok tecrübesizdim, ilk öğretmenlik deneyimimdi. İnanın, o çocuklardan harikalar yarattım. Birlikte eğleniyorduk, birlikte çalışıyorduk. Üç yıl sonra, o çocukların sekizi Galatasaray'ı kazandı. Çok çalışıyorduk, ama bir yandan da çok mutluyduk.
Müzik, beden, resim derslerini de ben yapardım. Eski bir piyanomuz vardı, Fransızlar'dan kalma. Çocuklardan piyano çalmayı öğrenenler oldu. Birlikte çalar söylerdik. Sadece okul şarkıları değil, türkü de söylerdik. Bütün yorgunluğumuz giderdi, çocuklar okula severek gelirdi. Bugün okulu sevme konusunda sonuncuyuz!
Posta