Artuklu'nun “ABD güvenlik şemsiyesinden istifade dönemi kapanıyor! Çin artık bu maliyete katlanmak zorunda” başlıklı analizinden önemli bir bölüm;
ABD'nin II. Dünya Savaşı sonrası dönemde Orta Doğu güvenlik mimarisinin başat aktörü ve hegemon gücü olmasıyla bölge enerji kaynaklarına şiddetli bir biçimde bağımlı olan endüstrileşmiş ABD müttefiki rejimlerin enerji ihtiyacı güvene alınmış oldu. Bu dönemde ABD liberal Batı ekonomilerinin lider gücüydü ve bu liderliğinin bir gereği olarak Sovetler karşısında Batı blokunun hamiliğini yaptı. ABD'nin sağladığı güvenlik şemsiyesi sayesinde Batı blokunun küresel ekonomi ve siyasetteki ağrılığı önemli ölçüde arttı.
2010'lu yılların başlarına kadar ABD'nin büyük maliyetler ödeyerek oluşturduğu bu güvenlik şemsiyesinden en fazla endüstrileşmiş Batı ekonomileri istifade ediyordu. Fakat bu tarihten sonra ABD güvenlik şemsiyesinden liberal Batı'dan ziyade Komünist Çin istifade etmeye başladı. Bu değişimin sebebi Batı ekonomilerinin ılımlı büyümesine karşın Çin'in son kırk yılda yakaladığı muazzam ekonomik büyüme ve bu ekonomik büyümenin yol açtığı enerji ihtiyacıydı.
1980 yılında 200 milyar dolardan daha az olan Çin milli geliri 2020 yılında yaklaşık yetmiş beş kat artarak yaklaşık 14 trilyon dolara ulaştı. 1993 yılında günlük 4 milyon varil petrol üreterek kendi kendine yeten Çin, 2020 yılında günlük yaklaşık 15 milyon varil petrol tüketiyor ve bu rakamın yaklaşık 10 milyon varilini yurt dışından ithal ediyor. Orta Doğu bölgesi, Çin'in petrol ithalatının yüzde elli beşini sağladığı için Çin enerji güvenliği açısından en kritik bölge olarak ön plana çıkıyor. Yakın gelecekte Çin'in ekonomik büyümesine de bağlı olarak enerji ihtiyacının önemli ölçüde artacağı ve bu durumun doğal bir sonucu olarak da Çin'in Orta Doğu petrollerine olan bağımlılığının yüzde yetmişlere ulaşacağı tahmin ediliyor.
Çin'in petrol ithal rotalarına yakından baktığımızda Bab el-Mendeb, Hürmüz ve Malaka Boğazlarının Çin enerji güvenliği açısından kritik suyolları olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Çin'in toplam petrol ithalatının çok büyük bir kısmı tankerlerle deniz üzerinden taşınıyor ve tankerlerle taşınan petrolün neredeyse tamamı bu kritik suyollarından geçiyor. Benzer şekilde Çin'in petrol ithal ettiği bölgelere baktığımızda Körfez bölgesi ön plana çıkıyor. Çin, önemli ölçüde Körfez'den tedarik ettiği petrolü Bab el-Mendeb, Hürmüz ve Malaka Boğazlarından geçirerek Çin ana karasına ulaştırıyor. Sayılan bölgelerin tamamının güvenliği bugüne kadar ABD tarafından sağlandı ve Çin, Kızıldeniz'deki korsanlıkla mücadele operasyonlarına sağladığı kısıtlı desteği saymazsak, kendi enerji güvenliğini sağlamak için dahi bu bölgelerde bugüne kadar hiçbir maliyete katlanmadı.
Çin'in ABD güvenlik şemsiyesinden maksimum derecede istifade ederek enerji güvenliğinde sergilediği "beleşçi" tavır, son dönemde ABD'li karar vericilerde ve yönetimi kademesindeki etkili isimlerde ciddi bir rahatsızlığa yol açtı. Soğuk Savaş sürecinde geliştirilen ve endüstrileşmiş Batı müttefiki rejimlerin enerji güvenliğini sağlamak için dizayn edilen ABD güvenlik şemsiyesinin, ABD'nin en büyük küresel rakibi tarafından bu tavırla istismar edilmesi rahatsızlığın en önemli sebebidir. Washington'daki bu rahatsızlığı en açık bir biçimde dile getiren Başkan Trump olmuştur.
2019 yılında gerçekleşen ve İran destekli Husilerin üstlendiği ARAMCO saldırıları sonrası uluslararası kamuoyunda, ABD'nin, enerji tesislerine ve iletim hatlarına yönelik bundan sonraki olası saldırı girişimlerini caydıracak bir misilleme yaparak İran'ı cezalandırmasına yönelik bir beklenti oluşmuştu. Bu dönemde basına verdiği bir demeçte Trump; ABD'nin artık Orta Doğu enerji kaynaklarına bir bağımlılığının olmadığını, Çin, Japonya ve Güney Kore'nin Körfez bölgesinden büyük miktarda enerji ithal ettiğini savundu. Trump sözlerine şöyle devam etti; "öyleyse neden diğer ülkelerin nakliye hatlarını sıfır bedel karşılığında koruyoruz. Tüm bu ülkeler kendi gemilerini korumalıdır".
2019 yılı Eylül ayı ortalarında Suudi Arabistan'ın maruz kaldığı ülke tarihinin en büyük saldırılarından biri olarak nitelendirilen saldırılar sonrası Suudi ARAMCO tesisleri önemli bir hasar almıştı. Suudi petrol üretiminin yarısı, küresel üretimin ise yüzde beşi bu saldırılar sonrası devre dışı kaldı. Suudi yönetiminin yaptığı yüksek meblağlı ödemler sonrası Trump Riyad'ın 115 km güneydoğusuna, Yemen kaynaklı balistik füze ve dron saldırılarını caydırmak için gelişmiş ABD hava savunma sistemlerinin konuşlandırılmasını kabul etti. Ancak geçtiğimiz Ağustos ayı sonlarında bu savunma sistemlerinin Suudi Arabistan'dan geri çekildiği açıklandı. Dolayısıyla ülkenin en büyük petrol üretim tesisleri olan Abkayk ve Hureys artık gelişmiş bir hava savunma şemsiyesinden mahrum durumda. Bu yeni durum ABD-Suudi ilişkilerinde bir zayıflamaya işaret ettiği kadar artık ABD'nin başta Çin olmak üzere diğer ülkelerin enerji güvenliğini sağlama konusunda maliyet üstlenmeyeceğini ifade etmesi açısından oldukça önemlidir. Rekabette yeni dönem
ABD yönetimi bu son hamlesi ile Çin'e iki tür mesaj veriyor; Çin'in, ABD güvenlik şemsiyesinden istifade ederek enerji ihtiyacını güvene alma dönemi kapanmıştır ve Çin ulusal bütçesinden savunmaya daha fazla para harcamalıdır. Her iki durum da Çin'in ekonomik büyümesini tehdit eden sonuçlar ortaya çıkarabilecek önemdedir.
Öncelikle ABD son hamlesiyle, tüm enerji ihtiyacını, güvenliği sağlamanın çok zor ve maliyetli olduğu kritik suyollarından sağlayan Çin'in enerji ihtiyacının artık güvende olmadığı bir uluslararası siyasal ortam oluşturuyor. Bu durum ekonomik büyümesi için çok büyük miktarda enerjiye ihtiyaç duyan Çin'in enerji maliyetlerinde ciddi bir artışa yol açacaktır. Çünkü yakın tarihte Körfez bölgesinde enerji tesislerine ve nakil hatlarına yapılan her saldırı sonrası petrol fiyatları anormal bir biçimde artmıştır. Örneğin 2019 yılındaki ARAMCO saldırıları sonrası Brent türü ham petrolün varil fiyatı yüzde 19 artışla 60,22 dolardan 71,62 dolara kadar tırmandı. Günlük 10 milyon varil petrol ithal eden Çin açısından bu artışın günlük maliyeti 100 milyon dolardan fazla olmuştur.
İkinci olarak ABD yönetimi bu son hamlesiyle Çin'i savunma harcamalarını artırmaya zorluyor. İçinde bulunduğumuz dönemde ABD'nin yıllık yaklaşık 750 milyarlık bir savunma harcamasına karşın Çin, yaklaşık 250 milyar dolarlık bir savunma harcaması yapıyor. ABD'nin ulusal refahı artırmak için kullanacağı bütçenin önemli bir kısmını savunmaya giderken Çin, savunma harcamalarını düşük tutarak karlı yatırımlara imza atıyor ve bu sayede ekonomisini büyütebiliyor. ABD son dönemde geliştirdiği politikayla, Çin'i, artık savunmaya ulusal refahtan daha fazla kaynak aktarmaya zorluyor. Bu durum uzun vadede Çin yatırım bütçesinde önemli miktarda kesintiye yol açarak ülke ekonomisinin büyümesini frenleyecektir. Çin rejiminin istikrarının sürdürülebilir ekonomik büyümeye ve ulusal refah artışına olan bağımlılığı göz önüne alındığında savunma harcamalarındaki beklenmedik artışlar içeride bir rejim güvenliği sorununa da yol açacaktır.
2010'lu yıllar uluslararası siyasette ABD-Çin rekabetin yoğunlaştığı bir dönem olarak ön plana çıktı. Bu süreçte ABD yönetimi geliştirdiği "Asya Pivot" stratejisi ile Çin'i sınırlamak isterken Çin "Kuşak ve Yol İnisiyatifi" ile ABD'nin bu politikasına bir cevap üretti. Orta Doğu siyaseti açsından bu rekabetin anlamı, ABD'nin, Çin'in enerji ihtiyacını güvene almada takındığı beleşçi politikayı engellemek için bölgeye sağladığı güvenlik garantilerini azaltması olmuştur. Bu yeni durum Orta Doğu'da ABD güvenlik garantilerine bağımlı olan rejimlerin güvensizliğini derinleştireceği gibi Çin'in enerji ihtiyacının artık güvende olmadığı anlamına gelmektedir. Yeni süreçte Çin yönetimi, ekonomik büyümesini sürdürmek için ihtiyaç duyduğu enerji kaynaklarının güvenliğini kendi savunma bütçesini artırarak sağlamak zorunda kalacaktır. ABD yönetimi bu son hamlesiyle Çin'e savunma bütçesini artırması gerektiği mesajı vermiştir. Çünkü Çin'in, ABD güvenlik şemsiyesinden istifade ederek enerji ihtiyacını güvene alma dönemi artık kapanıyor.
Star