Küresel ekonomide enflasyonist risklerin deflasyonist risklerden daha fazla konuşulduğu bir süreçten geçilirken, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını sürecinde devreye alınan destekleyici politikalar ve yeniden şekillenen dünya düzeni konunun uzunca bir süre daha gündemde kalacağına işaret ediyor.
Küresel ekonomik kriz dönemlerinde ortaya çıkan sorunların çözümüne yönelik her ne kadar literatürde denenmiş uygulamalara başvurulsa da düğümlerin çözülmesinde dönemin kendine has sorunlarına eğilmek kritik önem taşıyor.
Daha önce deneyimlenmemiş Kovid-19 krizinde, 2008 küresel ekonomik kriz döneminde merkez bankaları tarafından devreye alınan alışılmadık politikalara başvurulurken, sürecin kendine has dinamikleri 10 yıllardır deflasyonist riskle karşı karşıya kalan birçok ülkede enflasyonist baskıları gündeme getirdi.
ABD ve Avrupa merkez bankalarının öncülük ettiği parasal destek programlarına kamu teşviklerinin eşlik etmesi ve normalleşme sürecine geçilmesiyle birikmiş talep etkisi, birçok ülkede enflasyonun yüksek seviyelere çıkmasına neden oldu.
Analistler, Kovid-19 krizinin çözümünde öncekilerden farklı olarak uygulanan "kapanma" çözümünün tedarik zincirinde bozulmalara neden olduğunu, buna ek olarak iklim koşullarının da özellikle emtia tarafında arz yönlü baskıları artırdığını belirtiyor.
Özellikle normalleşme sürecine geçilmesinin ardından tüketici harcamalarındaki artışın da talep yönlü enflasyonist baskıları beslediğine işaret eden analistler, dünya ticaret düzeninin yeniden şekillendiği bu süreçte merkez bankaları desteklerinin geri çekilmeye başlanması durumunda bile enflasyonla mücadelenin uzunca bir süre gündemde kalacağını öngörüyor. "Elimizde enflasyonist bir oyun değiştirici var"
Küresel çapta enflasyonist baskıların ne kadar daha süreceği tartışmaları ve bunun para politikalarına yansımasına dair belirsizlikler devam ederken, İngilizce'de "Delta variant (Delta varyantı)", "Dignity of finance (mali saygınlık)", "Deglobalisation (Küreselleşmeden uzaklaşma)", "Dominance (hakimiyet)", "Disarray (karışıklık)" ve "Dollar (dolar)" terimlerinin baş harflerini temsil eden "6D" risk faktörlerinin, enflasyonla mücadeleyi uzunca bir müddet daha gündemde tutması bekleniyor.
Bunlardan ilki olarak gösterilen Delta varyantının, salgının ekonomiye etkilerine ilişkin riskleri canlı tuttuğu belirtilirken, bu durumun merkez bankaları desteklerinin bir süre daha gündemde kalarak enflasyonist baskıları besleyeceği ifade ediliyor.
Enflasyonist baskıları destekleyen ikinci risk unsurunun da hükümetlerin mali saygınlığı korumak adına sağladığı teşvikler olduğu belirtiliyor.
Nordea Market Küresel FX Başekonomisti Andreas Steno Larsen, AA muhabirine yaptığı değerlendirmede, mali saygınlığın Kovid-19 salgını sürecinde hükümet politikalarına yeniden dahil edildiğini, birçok ülkede hemen her sektöre ve vatandaşa yönelik kurtarma paketleri sağlandığını söyledi.
Bu durumun, 2008-2011 küresel ekonomik krizinin bir sonucu olduğuna işaret eden Larsen, şu değerlendirmelerde bulundu:
"Politika yapıcılar, her zaman yeni krizlerde bir önceki krizden öğrendikleri dersleri uygularlar. Geriye dönüldüğünde, 2008 sonrasında talebi doğrudan teşviklerle desteklemek iyi bir fikirdi. Bu nedenle de Kovid-19 krizinde devreye alınan ilk silah teşvikler oldu. Ancak sorun şu ki Kovid-19, talepten çok arz yönlü baskıların daha fazla hissedildiği bir kriz. Birçok ülkede ihtiyaç duyulmasa bile kurtarma paketlerinin devam edeceği sinyalleri mevcut. Bu da kamu borçlarındaki artışın devamı anlamına geliyor. Parasal genişleme tek başına enflasyonist değil, ancak bu hükümetlerin açık vermeye devam ederek ekonomide dolaşan para stokunu artırmasıyla birleşince durum değişiyor. Dolayısıyla elimizde parasal genişleme ve kamu teşvikleri bileşimi paralelinde enflasyonist bir oyun değiştiricimiz var." "İstihdam piyasasında hakimiyet tamamen kayboldu"
Enflasyonist riskleri canlı tutacak risk unsurları arasında küreselleşmeden uzaklaşma da gösterilirken, hükümetlerin küresel entegrasyonun azaldığı Kovid-19 sürecinde yeniden şekillenen tedarik zincirinde ülkelerini önemli pozisyona getirebilmek adına teşviklerden kaçınmayacağı belirtiliyor.
Söz konusu risklerden hakimiyet unsuru ise arz yönlü Kovid-19 krizi sürecinde talebi karşılamaya yönelik teşviklerin verilmesiyle iş gücü piyasasında kaybedilen hakimiyeti temsil ediyor.
Capital Economics Kıdemli ABD Ekonomisti Michael Pearce, iş gücü piyasasında kaybolan hakimiyetin enflasyonist etkilerine yönelik değerlendirmesinde, "Üretim süreçlerinin tamamen durduğu süreçte, maaş destekleri, işverene yönelik vergi avantajları ve işten çıkarma yasakları gibi teşvikler, hareketliliğin az olduğu istihdam piyasasında hakimiyeti tamamen kaybettirdi. İşverenler yeni pozisyon açmadı ve birçok ülkede işsizlik tarihi yüksek seviyeleri gördü. Mevcutta istihdam piyasasındaki sıkıntıların gündemde kalacağı aşikar ve 2019 öncesi döneme geri dönmek yıllar alacak gibi gözüküyor. Ben iş gücü piyasasındaki uyumsuzlukların 2022 sonuna kadar sürmesini, bunun ücretler üzerinde baskı yaratarak çekirdek enflasyonda yukarı yönlü etki yaratmaya devam etmesini bekliyorum." ifadelerini kullandı.
Afganistan ve Güney Afrika başta olmak üzere jeopolitik riskleri besleyen siyasi karışıklıkların, ürün fiyatları üzerinde yukarı yönlü etkisi bulunuyor. Halihazırda kuraklık ve sel gibi felaketler nedeniyle tırmanan gıda fiyatları, karışıklıkların da etkisiyle enflasyonist baskıları besleyen unsurlar arasında gösteriliyor.
Vadeli işlem ve emtia piyasaları uzmanı Zafer Ergezen, konuya yönelik değerlendirmesinde, "Hava koşulları, son 2 yıldır emtia fiyatları üzerinde oldukça etkili ama bu etki 2021'de çok daha kuvvetli oldu. Bir taraftan sıcaklar, diğer tarafta soğuklar, seller ve kasırga derken neredeyse bütün tarım emtia fiyatlarında benzer bir seyir var. Bunlara siyasi karışıklıklar da eklenince emtia fiyatlarında yukarı yönlü baskı önemli ölçüde hissedildi. Son yıllarda ABD ve Çin arasındaki anlaşmazlıklar da emtia fiyatlarını direkt etkiliyor. Tüm bunları bir arada değerlendirdiğimizde hem siyasi karışıklıklar hem de hava koşulları emtia fiyatlarını etkileyen önemli değişkenler olurken, bunların enflasyona yansımaları bir müddet daha gündemde olacak gibi gözüküyor." dedi.
Kovid-19 sonrası süreçte değişen gündemin etkisiyle her ne kadar dünyanın en büyük iki ekonomisi ABD ve Çin arasında süregelen "kur savaşları" daha az dillendirilir olsa da Çin'in "yuanı uluslararasılaştırma" emelinden vazgeçmediği biliniyor.
Özellikle son 3-4 yılda küresel ticarette ABD egemenliğinin sona erdirilmesi amacıyla birçok hamle yapan Çin, yuanın yaygınlaştırılması ve rezerv para birimi olarak kullanılması amacıyla finansal sistem üzerindeki kısıtlamaları gevşetirken, döviz kuru kontrolünü de azalttı.
Çin'in söz konusu yuanı uluslararasılaştırma çabalarının daha az dezenflasyon ihracatına yol açabileceği öngörülürken, daha zayıf bir doların ise ABD'de enflasyonist baskıların gündemde kalmasına neden olacağı belirtiliyor.
Harvard Üniversitesi'nden Prof. Dr. Jeffrey Frankel, konuya ilişkin bir araştırmasında, "Bir para biriminin uluslararasılaşması; ekonomik büyüklük, para birimine olan güven ve finansal piyasaların büyüklüğüne bağlı. Çin'in mevcut konumuna bakıldığında, yuanın uluslararasılaşmasının önünde çok fazla engel yok ancak daha gidilecek yol var. Çin hükümeti, özellikle 2010'dan sonra para biriminin denizaşırı kullanımını aktif olarak teşvik etmesine rağmen finansal piyasaların derinleşmesini hafife alıyor. Dolayısıyla yuan uzun bir süre daha dolara meydan okuyamayacaktır." ifadelerini kullandı.
Nordea Market Küresel FX Başekonomisti Andreas Steno Larsen de Çin'in milli gelirinin ve dünya ticaretindeki rolünün giderek arttığını, bu nedenle yuanın ticarette kullanımının yaygınlaşmasını beklemenin doğal olduğunu vurguladı.
Çin yuanına talebin artmasının dolar iştahını azaltacağını ve küresel döviz rezervlerinde sürekli bir dolarizasyona yol açacağını anlatan Larsen, "Bu zaten yavaş yavaş yapım aşamasında olan bir süreç." dedi.
AA