Emlak vergisi, kişinin sahip olduğu taşınmazlar için yıllık olarak ödemesi gereken vergidir. Taşınmazla; ev, arsa, bahçe, ofis gibi sabit varlıklardır. 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanunu göz önünde bulundurulduğunda bu varlıklara sahip vatandaşların her yıl düzenli olarak emlak vergisi ödemesi gerekiyor. Bu vergi 6 aylık iki dönem halinde yıllık ödenen bir vergi türü.
Peki bu vergi günümüze hangi aşamalardan geçerek ulaştı:
Emlak vergisi, tarihin en eski vergi türlerinden. M.Ö. 2000 yıllarında Çin'de ilk şeklinin ortaya çıktığına dair kayıtlar var. Bu vergi Türk vergi sistemi içinde yer alan önemli bir servet vergisi türü.Osmanlı döneminde var olan gayrimenkullerin vergilendirilmesi uygulaması Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir.
Osmanlı'dan Cumhuriyet'e uzanan vergi
1931 yılında çıkarılan arazi vergisi ve bina vergisi 1972 yılına kadar uygulanmıştır. Arazi ve bina vergisi kanunlarında matrah idare tarafından belirlenmekte ve vergi, il özel idareleri tarafından tahsil edilmekte idi. Vergi matrahının aşınması, o dönemlerde Türkiye'de kadastronun tamamlanmamış olması ve uygulamadaki bazı aksaklıklar nedeniyle 1970 yılında 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanunu hazırlanmış ve bu yeni kanun 1972 yılında yürürlüğe girmiştir. 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanunu ile bina ve arazi vergileri emlak vergisi adı altında toplanmış, matrah tespitinde beyan usulüne geçilmiş ve verginin tarh ve tahsili il özel idarelerinden alınarak Maliye Bakanlığına devredilmiştir.
"Günümüzde uygulanmakta olan Emlak Vergisi Kanununun alt yapısını oluşturan ve 1972 yılından itibaren yürürlükte olan 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanununda kırk yıllık bir süre içinde birçok değişiklik yapılmıştır. Yapılan bu değişikliklerin büyük bir kısmını verginin matrahına ve yönetimine ilişkin düzenlemeler oluşturmaktadır." yorumunu yapan Gayrimenkul Satış Danışmanı Göktuğ Beşer kendi sitesinde konuya ilişkin şunlara vurgu yapıyor:
Medeniyetlerin tanıdığı en eski vergi
"Emlak vergisi, özellikle de arazi vergisi medeniyetlerin tanıdığı en eski vergilerden biridir. 19. yüzyılın başlarına kadar taşınmaz servet sahibi olmak vergi ödeme gücünün bir karinesi sayılmış ve bu varlıkların vergilendirilmesi iktidar prensibine dayandırılarak savunulmuştur. Ancak 19. yüzyılın ortalarından itibaren para ekonomisinin hızla gelişmesi, bina ve arazinin diğer servet unsurları yanında nispi önemlerini kaybetmeleri, sağlanan gelir ile taşınmaz servetin tutarı arasında yakın bir ilişkinin bulunmaması ve gelirin vergi ödeme gücünü yansıtan daha iyi bir ölçü olduğunun kabul edilmesi gibi nedenlerle emlak vergisinin iktidar prensibine dayandırılarak savunulması yerini fayda prensibine bırakmıştır.
Peygamber döneminden Tanzimata uzanan çizgi
...Osmanlı Devleti kuruluşundan itibaren vergilendirme alanında İslam Hukuku kurallarını esas almıştır. İslam vergi hukukunun, şer'i hukuk kuralları çerçevesinde şekillenmiş bir yapısı bulunmaktadır. Hz. Peygamber döneminden 1839 Tanzimat'ın ilanına kadar, bütün Müslüman Türk devletlerinde kabul edilen vergi sistemi aynıdır ve esas olarak kur'an ve fıkıh kitaplarında ifadesini bulan mali hükümlerden ibarettir. Osmanlı Devleti bir İslam devleti olarak kurulduğundan, devletin yönetiminde dinî kurum ve kurallar egemendi. Bu özelliğe uygun olarak devletin temel gelir kaynağı şeri vergilerdi. Ancak zaman içinde örfi vergilere de yer verilmiştir. Ülkede “Tek Hazine”, “Tek Bütçe” ilkeleri 1856 yılından itibaren yürürlüğe kondu. 1876 Meşrutiyet Anayasası ile vergilemenin kanuna dayalı olması ilkesi getirildi. Tanzimat'a kadar Osmanlı İmparatorluğu'nda emlak vergisi (bina veya arazi vergisi) olarak alınan bir vergi olmamıştır.
200 yıllık bir macera
Türkiye'nin ekonomik kalkınma faaliyeti son 200 yıllık bir maceradır. Osmanlı Türkiye'si 1838'den itibaren serbest ticaret, dış borç ve yabancı sermaye ile kalkınmayı denemiş ancak başarılı olamamıştır. Türkiye'nin Batı ile ekonomik durumu değerlendirilirken Türklerin dördüncü yüzyıldan itibaren Batı ile ilişkileri ve Müslümanlık faktörü mutlaka göz önüne alınarak yapılmalıdır. 87 Osmanlı İmparatorluğu'nda tasarrufa konu arazi, mülk arazi, vakıf arazi ve mirî arazi olarak üçe ayrılmaktaydı. Mülk ve vakıf olanlar dışında bütün arazi devletin tasarrufunda olup buna mirî arazi denilmiştir. Mirî araziyi işleyen çiftçiden ise dönüm başına her yıl maktu olarak alınan çift akçesi ve elde edilen zirai üründen nispi olarak alınan aşar Tanzimat'tan önce araziden alınan vergilerdir. Bu dönemde binalardan herhangi bir vergi alınmamaktadır. 1850'lerden sonrası Batı Avrupa'da dolaylı vergilerin ilk uygulamaya başlandığı dönemdir. Bu husus vergi ve mali tarih açısından yeni bir başlangıçtır. Gümrük gelirleri dışında Osmanlı Türkiye'sinin Cumhuriyet Türkiye'sine kadar gelir kaynağı büyük ölçüde “aşar” ve “ağnam” üzerine dayalı bir mali düzendir. Dolaysız vergi dönüşümünü sağlayamayan, 1838 Ticaret, 1839 Tanzimat sonrası liberalleşme ve merkezileşmenin, yeni ordu donanımının sebep olduğu giderleri karşılamayan Osmanlı Türkiye'si sürekli dış borçlanmaya yöneldi...