'Hakiki ekonomistler ve liberal cambazlar'
Türkiye ekonomisinin de etkisi altında kaldığı küresel finans piyasasının çıkışa geçtiği tarihten itibarenm geldiği süreci özetleyen Prof. Dr. Süleyman Seyfi Öğün, yeni dönemde hakiki ekonomistlere ihtiyaç duyulacağını belirtti.

Oluşturma Tarihi: 2023-06-12 18:32:28

Güncelleme Tarihi: 2023-06-12 18:32:28

Finans ve ekonominin devleti yönetmesi gerektiğini ileri süren neoliberalizmin sözde çözüm tekliflerini ve dayatmalarını değerlendiren Prof. Öğün, ekonomiyi finanstan ibaret gören liberal yaklaşımı dar kafalılık olarak niteledi.
Prof. Öğün'ün "Ekonomi ve Türkiye Yüzyılı" başlıklı yazısı:
Bazen acı acı 1990'ların baskın söylemlerini hatırlarım. Duvar çökmüş, Sovyet Bloku dağılmış, milyonlarca insanın üzerinden resmî sosyalizmin ağır baskıları kalkmıştı. Tam bir özgürleşme esrikliği yaşanıyordu. Hegel'den aşırma bir kavramlaştırmayla da olsa, artık tarihin amacına ulaştığını; hatta tarihin sonunun geldiğini iddia edenler bile vardı. Bu aynı zamanda kapitalizmin zaferiydi. Sosyalizm yenilmiş, onun muarrızı olan kapitalizm kazanmıştı.

"EKONOMİNİN KANUNLARI SİYASETİ BELİRLEYECEKTİ"

Bir müddet sonra gördük ki, bu özgürleşme rüzgarı bizzat kendisini kapitalist olarak tarif eden coğrafyalarda da esmeye başladı. Batı'nın o mâhut sosyal devlet yapılanması onun yeni hedefiydi. Devletçi sosyalizmden sonra sosyal devletler de tasfiye edilmeli, kamucu siyasetler mârifetiyle ekonomiye müdahale edilmesinin önüne geçilmeliydi. İddialarına göre ekonomiyi boğan siyâsal müdahalelerdi. Sosyal devletler bunun en kuvvetli ajanlarıydı. Eğer ekonomiler serbest bırakılıp, siyasetlerin müdâhalesinden âzad edilirlerse, verimlilik artacak ve refah seviyesi yükselecekti. Ezcümle, siyasetler ekonomiyi değil, ekonominin kanunları siyasetleri belirleyecekti. Ekonominin zarûretleri özgürlüklerin bittiği yerdi. İmlenen, bu zarûretlerin başladığı yerde kuzulaşmak ve ekonominin ulu kanunlarına boyun eğmekti.

"PALAVRA"

Senaryolar bununla bitmedi. Yeni bir ekonomik model de devredeydi. Bu modelin içinde milyonlarca işçinin çalıştığı yerleşik sanayi yapılarını hedef aldığı ortadaydı. Post endüstriyel bir evredeydik. Ağır sanayiler çevreyi, tabiatı ve insanı kirletmişti. Bunlardan da kurtulmak gerekiyordu. (Yeşiller'in yıldızı parlıyordu). İnsanlar işsiz kalacak, ama balıkları kurtaracaktık. Gördük ki, Çin, aç ve karnına doyurmak için canla başla çalışmaya âmâde yüzlerce milyarlık nüfusuyla hazır edilmişti. Batı sanayii parça parça işgücünün ve vergilerin düşük olduğu diyarlara taşınmaya başladı. 1971 Nixon Şok, 1973 Petrol Krizi ve Kissinger'ın mimârı olduğu Çin ile yumuşamayı simgeleyen Ping Pong diplomasisinin zaferi birbirine eş gelişen süreçlerdi. Verimlilik sağlamak adına devletleri, kamusal siyasetleri tasfiye etmek tam bir palavraydı. (Zâten 1970'lerden itibâren verimlilik düşüşü başlamıştı. Ne reel sosyalizmin çöküşü, ne de nevzuhûr neoliberal ekonomi uygulamaları bu derde şifâ olabildi). Batı mahreç ve merkezli kapitalizm, sosyal devlet temelinde toplumlarını görece refaha ulaştırmış, lâkin beklenen olmamış; refah etkisi verimlilik artışına yol açmamış, tam aksine yüksek bir alım gücüne kavuşan, rahata eren, egoistleşen işçi sınıfları tembelleşmiş, emeğin verimliliğini düşürmüştü. Devlet ise vergileri yükseltiyordu. Artan mâliyetler sermâyenin de verimliliğini düşürüyordu. Ellerinde iki güç kalmıştı. Bunlardan ilki finansaldı. Dünya ticâreti zâten II. Umûmî Harp sonrasından başlayarak Dolar'a bağlanmıştı. Verimliliğini kaybeden Batı artık eskisi kadar çalışmayacak, üretmeyecekti. Sınırsız basılan paralar da zâten üretken sektörlere dönmeyecek, başta çeşitli hizmetler sektörü olmak üzere tüketime dayalı kör, ölü yatırımlara savrulacaktı. Olsundu.. Nasıl olsa mâliyeti sıfıra yakın olan, ama üzerindeki bol sıfırlarla sahte bir alım gücü yaratan yeşil dolarlarla, borçlandırarak tekmil dünyanın artığını çekecek, kendi toplumlarının refah projesini en yüksek seviyesine ulaştıracaktı.

"NEOLİBERALİZM KOKTEYLİ"

II. Dünyâ Harbi'nden sonra kurulan ve devlet-ulus-sermâye üçlüsünün evlendirilmesine dayanan nazik dengeler bozuluyor, bunu sağlayan yapılar çökertiliyordu. Neoliberalizm, ekonomizm, etnik, kimlik ve cinsiyet temelli siyâsetlerin bir kokteyliydi ve onun doğurduğu özgürlük esrikliğiyle büyük bir yapı yıkımına başlamışlardı. Ekonominin finansallaşmasına karşı koyabilecek unsurlar devletler ve ulusların içinden gelebilirdi. O halde her ikisi de çökertilmeliydi.

2008 Krizi'nden başlayarak 2019 Krizi'ne, oradan da günümüze doğru bu hesaplar Bağdat'tan döndü. Şatafatlı, mutantan söylemlerle bezenen neoliberal dalga kıyıya vurdu ve kırıldı. Deniz bitti. Evvela ekonomik üretkenliğini, daha sonra da finansal hegemonyasını kaybeden Batı şimdi elindeki son kozu, savaş ve silah kapasitesini ileri sürüyor. Dünyayı yakmak umurlarında değil.

"TÜRKİYE'DEKİ LİBERAL CAMBAZLAR"

1990'larda Türkiye'de liberal çığırtkanlık yapanların pek çoğunun sesi kesildi. Hâlâ liberalizmin hakkının verilmediğini, o sebeple bunların yaşandığını iddia edenler de var. Ama halleri, reel sosyalizmin yanlış bir uygulama olduğunu, esas sosyalizmin bu olmadığını iddia eden hasımlarından farklı değil. Ama daha mühimi nedir biliyor musunuz? Bâzıları mahçup, mahçup da olsa, bir zamanlar dinozorlaşma olarak addettikleri kamusal ekonomilerin canlandırılmasını savunmaya başladılar.. Tabiî ki bunu açık açık söylemiyorlar. Kavramsal cambazlıklarla anlatıyorlar…

"HAKİKİ MANADA EKONOMİSTLERLE ÇALIŞMAK GEREKECEK"

Yeni Türkiye Yüzyılı çok heyecan verici bir motto. Türkiye ve Türkler insanlık âilesi içinde çok daha muteber bir yeri hak ediyor. Tayyip Erdoğan ve AK Parti'nin önünde artık siyâsal bir mânia kalmadı. Muhalefeti ağır bir mağlûbiyete uğrattılar. Bunun çok mühim olduğunu düşünüyorum. Muhalefetin seçim propagandası tam bir neoliberal çerçeveye oturuyordu.

Kazansalar muhtemelen, “temiz para bulduk” saflığıyla beynelmilel tefecilerden yüksek fâizlerle borçlanacak; memleket ve millet olarak defâlarca seyrettiğimiz ve sonunu çok iyi bildiğimiz bir filmi yeniden seyredecektik. AK Parti buna karşı haklı olarak millici bir duruş sergiledi ve unutmayalım ki bu duruşuyla kazandı. Doğrusu iktidârdan önümüzdeki mahalli seçimlere kadar, büyük çaplı yapısal dönüşümler beklemiyorum. Bu itibârla seçimlere kadar finans alanındaki uzmanlaşmış kişilerle çalışmak son derecede anlaşılır bir durum. Ama mahalli seçimlerin ardından finans uzmanlığı kadar, belki de ondan kat be kat fazla olarak hakikî mânâda ekonomistlerle çalışmak gerekecek. Yeniden devlet öncülüğünde sektörlerimizin gözden geçirilmesi, makro plânlamalar üzerinde kamusal ağırlığı olan, Türkiye'nin ismini dünyâ piyasalarında SİHA'larımız kadar parlatacak yeni yatırımlara girişilmesi şart. Ekonomiyi hâlâ finanstan ibâret gören liberal dar görüşlülükle Türkiye Yüzyılı hedeflerine ulaşmak zorlaşacaktır.

Yeni Şafak