Enflasyon, faiz ve döviz kuru (9 Şubat 2021)
Türkiye yıllardır enflasyon, faiz ve kurun birbirine olan etkisi yüzünden bir türlü ekonomide istediği sonuçları alamadı. Özellikle doksanlı yıllarda üçünün de yüksek seyretmesi ülkemizde arka arkaya krizlerin gelmesine neden olmuştu. 2002 yılından sonra ise hem 2001 kriziyle başlayan uygulamalarla hem de 2003 yılından sonra oluşan siyasi istikrarla üçünün de düşüşe geçtiği bir dönemi yaşadık. Ancak, bu süreç içerisinde bugün de hep konuştuğumuz düşük kurun yani TL'nin gereğinden fazla değerlenmesinin topuzunu kaçırdık.
Süreç içerisinde yapısal reformların sadece bir kısmını gerçekleştirmiş olmamız nedeniyle, büyüyen ve güçlenen Türkiye ekonomisinde de kırılganlıklar oluştu. Özellikle ödemeler dengesindeki problemler ve cari açığın kapanması için yapılması gerekenler eksik yapılınca, Türkiye ekonomisindeki döviz kuru, enflasyon ve faiz hastalığı tekrar nüksetti.
TCMB'nin enflasyonda bir gevşeme görülünceye kadar faizleri düşürmeyeceğini hatta artırabileceğini açıklaması, hisse ve swap girişlerinde yeni bir artış dalgası başlattı. Yani sıcak para ve portföy yatırımların da artış gerçekleşti. Bu da gösteriyor ki bunların derdi alabilecekleri en yüksek faizi alabilmek.
Diğer taraftan atılan adımlarla kurun bir miktar dizginlendiğini görüyoruz. Fakat kurda elde edilen bu kazanımların, ne kadarı faiz artırımı kaynaklıdır? Parasal genişleme etkisiyle başlayan süreçte maliye politikasından ziyade faizin tercih edilmesinin bedeli ne? Nereye kadar kullanılmalıydı? İşte yine şok halinde atılacak faiz adımının fazlasının bizi nereye götüreceğini iyi tahlil etmek lazım.
Artık tüm kesimlerinin alışılagelmiş politikalardan vazgeçerek, daha yapısal çözümler üzerinde uzlaşması gerekiyor. Dünyada negatif faiz söz konusu iken bu ülkenin önemli ekonomi yazarlarının, bankacılarının, iş kuruluşu temsilcilerinin yüksek faizde istikrar aramaları gerçekten üzücü bir durum.
Öne sürdükleri tezlere bakıyorsunuz hep aynı şeyler. Örneğin; Türkiye'nin hukuk ve adalette sorunu bulunduğu, itibar ve güven sorunu olduğu, şeffaflık sorunu olduğu, insan hakları, düşünce özgürlüğü, basın özgürlüğü gibi sorunlarının bulunduğu. Bunun yanında uluslararası ilişkilerimizin sıkıntılı olduğunu, bütün komşularımızla, AB ve ABD ile aramızda sorunlar yaşadığımızı hatta Rusya ile özellikle Suriye ve Libya'dan dolayı sıkıntılarımızın bulunduğunu belirttiler.
Ayrıca, bütçe açığı, dış borçların yüksekliği, enflasyon, cari açık, döviz ve altın rezervlerinin yetersizliği gibi sorunların varlığından bahsettiler.
Bu sorunların giderilmeden ülkemize sıcak para veya doğrudan yatırım olarak para gelmesinin zor olacağını yazıp çizdiler. Hatta bu sorunlar çözülmeden faiz artırılsa da kurun düşmeyeceğini iddia ettiler.
Öncelikle, yukarıdaki sorunlar bugünkü dünyada çoğu ülkenin yaşadığı ve içinde bulundukları sorunlardır. Ama bu ülkelerde yüksek faiz yok hatta negatif faiz var. Ayrıca bu ülkelere sermaye akışında da sorun yok.
Dolayısıyla, Merkez Bankası'nın yüksek faiz politikasında ısrar etmemesi gerekir. Dünyada faizler sıfıra yakınken bizde faiz artışına gitmek ekonomik sorunları çözmeyecektir. Aksine, ilerleyen dönemlerde sorunları daha da derinleştirecektir. Çünkü, faiz artışları dolaylı olarak enflasyonun artmasına yol açacaktır.
Dünyada likiditenin bol olduğu dönemlerde Türkiye yıllarca yüksek faiz düşük kur politikası uyguladı. Sıcak para yatırıma değil yüksek faize geldi. Sıcak para ülkeden çıkarken de düşük kurdan TL'den dövize dönüp ülkeden çıktılar. Yüksek faiz düşük kur politikasından kaybeden hep ülkemiz oldu.
Türkiye tasarruf eksiği olan bir ülke konumunda ve ülkemizde milli geliri artırmak için yapacağınız yatırımlar için sermaye en önemli girdi. Üreticinin yüksek faizle aldığı para üretim maliyetlerini artıracaktır. Dolayısıyla faiz artışını değil üretimi artıracak, girdi maliyetlerini düşürecek kararları teşvik etmek gerekir.
Yoksa maliyet enflasyonu ile başlayan süreç talep enflasyonuna o kanaldan da tekrar faizlere yansıyacak. Bu arada enflasyonun kuru tetiklemesi, artan kurun da tekrar enflasyonu tetiklemesi şu anki kazanımları tersine çevirebilecektir. Ayrıca, bir yerden sonra faizlerin de ne kadar artırılırsa artırılsın sonuçsuz kalmasını sağlayacak.
*
2021 yılının ilk PPK toplantısında faiz artırımı olacak mı? (19 Ocak 2021)
Ekonomiyle ilgili tüm gelişmeler enflasyon, faiz ve kur üzerinden değerlendirildiği için bu hafta perşembe günü yapılacak Para Politika Kurulu (PPK) toplantısında alınacak faiz kararı oldukça önemli. Bir önceki PPK toplantısında beklentilerin üzerinde bir faiz artırımına giden kurulun, bu hafta yabancı yatırımcıların beklentisi ışığında hareket etmesi halinde, faizi 100 baz puan daha artırması ihtimal dahilindedir.
Ancak Cumhurbaşkanımızın Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) üyelerine yaptığı konuşmada yine faiz artırımına yönelik eleştirilerini ifade etmesi, TCMB'nin bu haftayı pas geçme olasılığını da artırıyor.
Bilindiği gibi TCMB, başkan değişikliğinden sonra sadeleştirme yönünde ilk olarak 475 baz puanlık faiz artırımına gitmişti. Hemen sonraki PPK toplantısında 200 baz puan artırıma gitmesiyse, bankaların faizleri yükseltmesine yaramaktan başka bir fayda sağlamadı. Netice itibariyle, bankalardaki yerleşik kişilerin toplam döviz hesaplarındaki artış devam ederek büyüklüğü 235,9 milyar dolar oldu. Diğer taraftan 8 Ocak haftasında TCMB'nin brüt rezervleri 644 milyon dolar azalışla 92,6 milyar dolara, net rezervleriyse 59 milyon dolar azalışla 13,5 milyar dolara indi.
Bunun yanında yurt dışında yerleşik kişiler 8 Ocak haftasında hisse senedi portföyünü 286 milyon dolar, tahvil portföyünü 491 milyon dolar artırdı. Böylece son 9 haftada yurtiçine portföy girişi 5 milyar doları buldu. Yüksek faizi kaçırmak istemeyen yabancılar tarafından Türkiye'ye 9 haftadır üst üste portföy girişi oluyor.
TCMB'nin enflasyon oranındaki artışa göre sıkılaştırma politikasına devam edeceği yönünde açıklamalarda bulunması, faiz artırımına devam edileceği anlamına gelmektedir. Bir nevi, enflasyondaki artış devam ederse faiz artırımının da devam edeceği yönünde piyasalara garanti verildi. Bunun anlamı “faiz sebep enflasyon sonuçtur” söyleminin tersi olarak “enflasyon sebep faiz sonuçtur” söylemini baz alarak enflasyonu indirmek için faiz artırımına devam edileceğidir.
Tabi burada iş dünyası dahil faiz artırımı konusunda TCMB'ye destek verenler, bankaların kredi faizlerini %20'lerin üzerine çıkarması ile haklı olarak feryat figana başladılar.
Diğer yandan kur oynaklığının da devam ettiği, bu artırımdan sonra 7,80'den 7,30'lara kadar düşmesine rağmen 7,50 seviyelerinde devam ettiği görülüyor. Nereye kadar ineceği veya nerede duracağı da hala net değil.
İlk olarak ihracatçılar bu durumdan ciddi derecede sıkıntı yaşamaktadır. Hem hammadde alımında enflasyon artışından dolayı maliyetleri arttı hem de yurt dışından gelen ihracat bedellerini maliyetlerin altında bozdurmaları gelir kaybına neden oldu. Ayrıca, finansman ihtiyaçlarını karşılamak için yüksek faizle kredi kullanmak zorunda kalmaları da onlar için yine maliyetleri artıran en önemli faktör oldu. Bu da ihracatın hedeflenen rakamlara ulaşılmasını zorlaştıracaktır.
Bence 2021 yılı için önümüzdeki en önemli sorunlardan birincisi ödemeler dengesi sorunudur. Her seferinde faizi yükselterek bu sorunları çözemeyiz.
Bu durumda yapılması gereken en önemli adımlar;
Yapısal çözümlerin yanında 2021 yılındaki tüm teşvik ve önceliklerin enerji, ihracat ve turizm sektörü bazında kullandırılması.
Reel sektör yatırımlarının daha ucuz maliyetle yapılabilmesi için, bütün iş dünyası kuruluşlarının öncülük yaparak hem yurt dışındaki tasarruflarını ülkemize getirmeleri hem de Türkiye bankalarındaki döviz mevduatlarının bir kısmını TL'ye dönmeleri.
Vatandaş açısından bakıldığında, enflasyonun artmasının bir nedeni de kur ve bankalardaki DTH'ların artmasının da bunu tetikliyor olmasıdır. Ülkemizin daha fazla yatırım sağlaması, istihdamı artırması ve ülkemizin refahı için bankalardaki döviz mevduatlarını TL yatırım araçlarına yöneltmeliler. Gereğinden fazla reel faiz varken TL yatırım araçlarına yönelmenin tam zamanı.
Faizlerin yükselmesi her ne kadar bankaların kar marjlarını artırıyor gibi gözükse de günün sonunda yüksek faizlerle sağlıklı kredi vermek pek mümkün olmayacaktır. Kaliteli aktif yönetimi açısından düşük faizlerle yaygın ve sağlıklı kredi verilmesi hem bankalar için hem firmalar için hem de istihdamın artırılması açısından önemli.
Son olarak TCMB, faiz sebep mi sonuç mu ikileminden sıyrılarak elindeki tüm araçları doğru kullanmalı ve bankaların ucuz finansman sağlamalarına yardımcı olmalıdır.
*
Ekonomide yeni dönem neyi ifade ediyor? (17 Kasım 2020)
Geçtiğimiz hafta sonu Merkez Bankası Başkanı Murat Uysal'ın görevden alınması ve ardından Hazine ve Maliye Bakanımız Sayın Berat Albayrak'ın görevden affını istemesiyle sonuçlanan hareketli bir haftaya girmiştik. Sonrasında Hazine ve Maliye Bakanlığı'na Sayın Lütfi Elvan'ın atanması ile Cumhurbaşkanımız tarafından yeni ekonomi dönemine geçildiği açıklandı.
Bu atamalar ve yeni dönem vurgusu piyasalar tarafından olumlu karşılanınca kurda önemli oranda bir düşüş yaşandı. Peki, daha bir ay önce açıklanan Yeni Ekonomi Programı, piyasalar ve STK'lar tarafından çok olumlu karşılanmasına rağmen, bugün o programdan hiç bahsedilmemesi ilginç değil mi?
Son bir ayda kur dışındaki ekonomik göstergelere baktığımızda, küresel ekonomideki kötü gidişe rağmen ülkemizde olumlu gelişmeler yaşanıyorken, neden yeni dönem vurgusu yapıldı?
Ülkemiz, Kovid-19 salgını ile mücadele tedbirlerini hızlı bir şekilde uygulamıştır. Üretim, ihracat ve istihdamın devamlılığı 18 Mart 2020 tarihinde açıklanan Ekonomik İstikrar Kalkanı Paketi ile desteklenmiştir. Paketin kapsamı daha sonra ortaya çıkan ihtiyaçlar doğrultusunda alınan yeni tedbirler ile genişletilmiş, salgın döneminde sağlanan destek paketlerinin büyüklüğü 494 milyar TL'ye ulaşmıştır. Toplumun tüm kesimleri bu süreçte desteklenmiştir. Kovid-19 süresinde yapılan bu mali canlandırmalar ve para politikası teşvikleri ile ekonomide görülen dip geride kalmıştır.
İş ve yatırım ortamının iyileştirilmesi ve son çıkarılan varlık barışı yasası ile kaynak girişi konusunda önemli bir adım atılmıştır.
Bunun yanında güçlü kamu maliyesi ve hazinesi sayesinde askeri alanda, terörle mücadelede önemli ilerlemeler kaydedildi. Dışarıda ise son zamanlarda hiç olmadığı kadar başarılara tanıklık ettik. Azerbaycan'da kardeşlerimize yaptığımız askeri yardımlarla 30 yıllık işgal altındaki topraklarının kurtulmasını sağladık. Yine Libya'da Hafter güçlerine karşı Libya Mutabakat Hükümeti'nin yanında yer alarak, Libyalı kardeşlerimizin güvenliğini sağladık. Yine Sudan'da, Katar'da üsler oluşturduk. Suriye'de Kuzey Irak'ta terör unsurlarının nerdeyse sonunu getirdik. Bunların hepsi askeri gücün yanında güçlü bir ekonomiye sahip olduğunuzda yapılacak işlerdi.
Ayrıca Doğu Akdeniz'de mavi vatanın savunulması, Karadeniz'de keşfedilen doğalgaz rezervi hepsi ekonomik ve siyasi gücünüz varsa yapabileceğiniz işlerdi.
Ancak, pandemi nedeniyle de zaten sıkıntılı olan bu ortamı iyi değerlendiren Soros ekibi, Türkiye'yi faiz artırması konusunda köşeye sıkıştırmak için tüm yolları kullandı. Son gelişmeler neticesinde, geçen hafta değiştirilen ekonomi bürokrasisi tarafından yapılan açıklamalarda bu faiz lobisi ve destekçilerini ümitlendirdi. Gerçekte bunlar ne istiyorlardı;
-Sert, doğrudan faiz artırımı.
-Faiz sebep, enflasyon neticedir söyleminin bırakılması.
-TCMB Başkanı'nın bağımsız olması.
Şimdi gözlerini 19 Kasım'a diktiler. Bu üç madde ile ilgili adım atılmazsa hayal kırıklığı yaratılabileceğine dikkat çekerek, faizde beklenen artışın gelmemesi durumunda tekrar kur tehdidine başlayacaklarını üstü kapalı ifade ediyorlar. Aslında bunların derdi pozitif faiz değil, daha yüksek faiz. Yoksa şu an Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) yıllık %11,89, TCMB'nin ağırlıklı ortalama fonlama maliyeti %14,46'ye yükseldi. Böylece, ağırlıklı ortalama fonlama maliyeti Temmuz ayı ortasından bu yana zaten 600 baz puan yükseldi.
Öyleyse neden ısrarla faiz artırımı istiyorlar. Çok basit. Yüksek faizle Türkiye'nin yatırımlarının önünü kesmek. Diğer taraftan da oluşacak bu yüksek faizle Türkiye'yi sömürmeye devam etmek ve gücünü zayıflatmak. Yani döviz kurunu bir siyasal mühendislik aparatı olarak belki de daha da ötesi bir silah olarak kullanıyorlar.
Yeni Hazine ve Maliye Bakanımız Sayın Lütfi Elvan Türkiye'ye karşı oluşan bu lobilerle mücadele için yeterli tecrübe, bilgi ve vizyona sahip. Sayın Bakanımız Berat Albayrak öncesinde ülkeyi uluslararası finansal müdahalelere açık hale getirip, kırılgan bir ekonominin mimarı ve aslında bugünün gerçek sorumlusu olanlara bir daha fırsat verilmemelidir. Oluşturacağı kadroları da bu minvalde seçerse daha başarılı olacaktır. Anadolu'da yılların tecrübeleriyle söylenmiş güzel bir söz vardır: “Ekmeği ekmekçiye ver de bir ekmek de üste ver”. Bu sözler boşuna söylenmemiştir.