Ahmet Hakan, Gençlik ve Spor Bakanlığı'nın “Genç Ne Sever” başlığıyla gençlerimizi sevdikleri etkinliklerle buluşturmayı amaçlayan platformun Rahmi Koç Müzesi'ndeki tanıtım toplantısına katıldığını belirterek, söz konusu toplantıda aynı masada oturduğu kişileri "Vay arkadaş! Nereye düştüm ben böyle" cümlesiyle özetledi. Hakan, Hürriyet gazetesindeki yazısında şunları kaydetti:
"Gençlik ve Spor Bakanlığı, “Genç Ne Sever” başlığıyla gençlerimizi sevdikleri etkinliklerle buluşturmayı amaçlayan bir platform kurmuş.
İşte bu platformun Rahmi Koç Müzesi'ndeki tanıtım toplantısına katıldım. Tabii ki bizim Adem Metan'la birlikte.
Masadaki yerimi anlatıyorum:
- Bir yanımda Trabzonspor Başkanı Ahmet Ağaoğlu.
- Bir yanımda Fenerbahçe Başkanı Ali Koç.
- Ali Koç'un hemen yanında ise Federasyon Başkanı Mehmet Büyükekşi.
- Karşımızda Gençlik ve Spor Bakanı Mehmet Kasapoğlu ve eşi Betül Kasapoğlu.
- Bakan Bey'in yanında Tekvando şampiyonumuz Kübra Dağlı.
- Bu arada Alişan ve Sinan Akçıl da masamızda.
*
Bir durdum. Bir ölçüp tarttım. Bir farkındalık geliştirdim.
Ve hemen ardından da içimden çığlığı bastım:
“Vay arkadaş! Nereye düştüm ben böyle?”
*
Potansiyel gerilim alanlarının farkında olduğum için...
Aldı beni bir tedirginlik, bir kaygı, bir “Şimdi olay çıkacak” korkusu.
*
Çünkü ben bekliyordum ki...
- Ali Koç ile Ahmet Ağaoğlu arasında inceden laf dalaşı olacak.
- Mehmet Büyükekşi araya girecek.
- Ali Koç ona, “Sen sus” diyecek.
- Alişan, ne yapacağını şaşıracak.
- Tekvandocu Kübra, hünerlerini sergileyerek olaylara müdahale etmek durumunda kalacak.
- Bakan Kasapoğlu, “Arkadaşlar ne yapıyorsunuz? Spor dostluktur, spor barıştır, spor kardeşliktir” diyerek ortamı yatıştırmaya çalışacak.
*
Heyhat! Heyhat ki heyhat!
Çok şükür, hiçbiri olmadı.
*
Hiçbiri olmadığı gibi...
Olup bitenler de aşağı yukarı şöyleydi:
*
- Ali Koç ile Ahmet Ağaoğlu, can ciğer kuzu sarması gibiydi.
*
- Ali Koç, Federasyon Başkanı Büyükekşi'yi övüyordu.
*
- Büyükekşi, süper babacan bir edayla etrafa gülücükler saçıyordu.
*
Masadaki her türlü potansiyel gerilim alanı, resmen muhallebi alanı gibiydi yani.
*
Her anne gibi benim annem de şu tarihsel uyarıyı yapar:
“Dikkat et oğlum. Herkes kendini kurtarır, olan sana olur.”
*
Az kalsın annemin tarihsel uyarısının işaret ettiği tez, gerçek oluyordu.
Masada herkes kendini kurtarmışken az kalsın olan bana oluyordu.
Nasıl mı?
Şöyle:
*
Alişan, hakkında yazdığım onca olumsuz yazıya gönderme olsun diye ve gayet ciddi bir yüz ifadesiyle, “Artık pek magazin yazmıyorsun” dedi.
Bir an durdum.
Birkaç saniye süren tehlikeli bir sessizlik.
“Evet. Artık pek yazmıyorum” falan diye kekeleme...
Ve mevzunun kapanması için içimden dua etmeye başladım.
Allah'tan Sinan Akçıl'ın her türlü anlaşmazlığı bir anda anlamsız kılan kalender tavrıyla konu arada kaynadı da olan bana olmadı.
*
Bu arada sahneden Alişan'a “İlk söylediğin türkü neydi?” diye soruldu. O da “Sabuha” diye cevap verdi. Masadan “Hadi söyle” talepleri gelince Alişan, öyle bir “Sabuha” söyledi ki...
Türkü resmen dilime takıldı.
*
İki gündür mırıldanmaktan kendimi alamıyorum:
*
“Bırakıp gitme dedim / Beni terk etme dedim / Sabuha çok bekledim / Haber bile etmedin / Vicdansız Sabuhaaaa / Sabuhaaaaa, Sabuhaaaaa.”
*
Alişan! Alişan! Nasıl kurtulacağım ben bu türküden be hey Alişan!