TİMETURK BLOG | Hakan İNCE | @Hakanince46 Yaşadığımız asrın uzun süren sefaleti, maddeye bağlanan ilmin felaket kuvvetinin tesirindendir. Dünyanın her yerindeki bunalım ve hayattan tatminsizliğin illeti ‘'madde âleminin şöhreti'' için verilen mücadelelerdir. ‘'Bugün'', amaçsal bir yok oluşun tezahürüdür belki de.
Filhakika insan/lık namına ne zaman ‘'gerçek aydınlık''tan bahsedilmişse o dönem için ilimlerin ‘'sonsuzluk aşkı'' üzerine bina edildiği tarihin bugüne bir geçişimidir. ‘'Sonsuzluk aşkı'' ilim ile bilim arasındaki farkın hepsi'dir. İlimleri bil(e)mediğimiz bir sonsuzlukla hürriyetine kavuşturmak ise Bâki olan Allah'ın(c.c) salahiyetindedir. Zaten bilim'in gidebildiği en sonki çıkmaz noktasında da (eğer ideolojik bencillik ve hırs yoksa) ‘'Allah'ın takdiri'' deme mecburiyeti vardır. Yüce Rabbimizin bizden istediği de tam olarak budur aslında: Eserden müessire, sebepten müsebbibe geçiş…
Bilim, Cenâb-ı Hakk'ın kâinata koymuş olduğu kaideleri keşfetmek, yani olanı bulmak yada bulma çabasıdır. O, deney ve gözlemlere dayanarak, evrenin hikmetlerini genel geçerlilik yasalarına dökmek ister. Kendisine faydalı çıkarımları amaçlar… Bunlar olması gereken, doğal yönelimlerdir. Fakat sorun, insanın egemenlik arzusudur. Bunun için İslam'ın ‘'kendini bilen Rabbini bilir'' düsturu bilim'in amacını olması gereken noktaya hatta hizaya getirmiştir. Egemenliği kayıtsız şartsız Allah'a ait kılarak isyanın yolunu kapatmıştır. Bu yönüyle Allah'ın rahmetini de celbetmiş ve bir ilahi rahmet olarak ona ‘'İlham'' bağışlanmıştır. Bir misal olarak Müslüman b/ilim adamı Cabir B. Hayyan (721-805) bu konuda örnek olarak yeter galiba. O, daha Abbasi halifeliğinin ilk yüzyılında atom bombasına dair ilk işaretleri vermişti. Fakat bununda üzerinde, yıllarca ilmin merkezleri Müslümanlarda olmasına rağmen atom bombası gibi bir felakete hiçbir Müslüman cüret etmemişti. Allah korkusu bilim'e de haddini bildirebilmişti. İşte Cabir B. Hayyan'ın o açıklaması:
"Maddenin en küçük parçası olan el-cüz-ü la yetecezza (atom) da yoğun enerji vardır. Yunan bilginlerinin iddia ettigi gibi, bunun parçalanamayacağı söylenemez. O da parçalanabilir. Parçalanınca da öyle bir güç meydana gelir ki Bağdat'ın altını üstüne getirebilir. Bu Allah-ü Teala'nın kudretinin bir nişanıdır."(1)
Apaçık değil mi? Bir de A.B.D'nin 1945'te Hiroşima'ya attığı bombayı düşünün! 140.000 ölü…
İlim, akıl ve kalbin ‘'müşterek'' olduğu bir zeminde insanlar için amaç olmalı..!
Bilim, ilmin tatbikatının maddesel kısmı olup gayesi değildir. İlmin gayesi hakikati maddi ve dahi aslen manevi olarak tanıtmaktır. O, bu yoluyla insanın yönsemesini ifrat ve tefritlerden koruyup, makbul olan denge seviyesine getirme gayretindedir. Bu uzun ve meşakkatli ‘'denge'' gayretine tekâmül denir. Kur'ân'ın âyetleri de, kâinât'ın gerçekleri de Allah'ın kudret, azamet ve rahmetine bir tefekkür vesilesidir. Bu tefekkür insanı imana sürükler. Eserden müessire, sebepten müsebbibe geçişin adı iman olur. İmanın asıl, tekamülün vusul olduğu bu yolun da amacı mârifetullahtır. Öz haliyle, halis ilmin gayesi; Allâh'ı bilmek ve dünya/âhiret saâdeti için lüzumlu olan bilgileri ona boyun eğerek devşirmektir.
Bu ara başlık ile, imanın imtihanının bizim için en dehşetli hali olan ‘'gayba iman'' sahasında sırların mekanı olan kalbe dair bir mesaj vermeye çalıştım: İlmin manevi sahada muhtacı daha çoktur. Gayba iman müslümanın en büyük imtihanıdır. Müslüman, gücünü imanından aldığına ve Allah'a iman gayba iman olduğuna göre onun gelişiminin manevi boyutu görmezden gelinemez. Maneviyat; sevgi, fazilet, bereket, hikmet… Güzel ahlak gibi maddeden uzak olan her şeyin menbağıdır bir nevi. Zaten insanın bütün hâl ve hareketleri, iç âleminin dışa yansıması değil midir? O halde iç'in güzel olması ilmin en baş vâroluş sebebidir pek tabii. İşte ilimdeki en büyük hakkımızda bunun için kalbimizin payıdır. Oysa biz ilimden bu hakkımızı istemez olduk. Onun maddesel tatbikatları bizde amaç oldu. ‘'Madde âleminin şöhreti'' için verdiğimiz mücadelelerde bize sefaletler getirdi.
İlim, akıl ve kalbin ‘'müşterek'' olduğu bir zeminde insanlar için amaç olmalı. Aksi halde insanın bir takım kurallar bütünüyle sadece aklına hitap edilirse, o, ıslah olmamış hevâ ve hevesleriyle makam, mevki, iktidar ve menfaat mücadelesine girişecektir. Bu yönüyle de maddeye bağlanan ilmin felaket kuvvetinin tesiri bütün dünyayadır. Zira bu yolun galibi ve mağlubu süreklilik arzetmez, hatta sürekli değişir. Dolayısıyla anarşi bölgesel değil evrensel bir boyut kazanır. Fakat Müslümanların fert ve cemiyet olarak, bir ödev bilinciyle tekamülcü bir hayat yaşaması, aklının ve kalbinin müşterek olarak eğitilmesi, vicdanen istenilen bir hayatın inşasını mümkün kılacaktır. Dünyayı içinde bulunduğu buhranlardan kurtaracaktır.
Vesselam.
Kaynakça:
1-Daha geniş bilgi için: Modern Kimyanın Kurucusu Cabir b. Hayyan, Prof. Dr. Esin Kahya, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları No:183, Ankara, 1995
Müslüman İlim Öncüleri Ansiklopedisi