Prof. Dr. Şinasi Gündüz'ün ‘İslamofobinin geldiği nokta: Müslümanları ve İslami kuruluşları hedef gösterme ve cadı avı' başlıklı yazısı şöyle:
İslam korkusunun, kaygısının ve Müslüman karşıtlığının tezahürü olan İslamofobinin her geçen gün dünyanın çeşitli bölgelerinde biraz daha yaygınlaştığı görülüyor. Yeni Zelenda'dan Kanada'ya kadar, Müslümanlara yönelik bireysel saldırılar ve cinayetler yanında Asya'dan Avrupa'ya birçok yerde Müslüman kimliğine ve İslami değerlere, sembollere karşı siyasal iktidarlarca doğrudan ya da dolaylı bir mücadele yürütülüyor. İslam ve Müslüman karşıtlığına dair bu gelişmeler, geçtiğimiz yıllarda Yeni Zelanda'da bir camide onlarca Müslümanın katledilmesi ve Kanada'da son günlerde yaşanan ve bir ailenin hunharca katledildiği hadiselerde olduğu gibi masum insanların yaşamına kasteden boyutlarda karşımıza çıkıyor.
Gerek Yeni Zelenda'da gerekse Kanada'daki söz konusu bu son olayda, sevindirici olan, olayın hemen akabinde siyasal yönetimler de dahil dini çevrelerden akademiye ve sosyal kuruluşlara kadar hemen her kesimin bunu İslamofobik bir saldırı olarak değerlendirmeleri, yapılanları lanetlemeleri ve İslam ve Müslüman karşıtlığına/düşmanlığına karşı tavır almalarıdır.
Ancak İslamofobi ve İslamofobik tutum ve tavırlar maalesef her yerde Yeni Zelenda ya da Kanada örneğindeki gibi değerlendirilmiyor.
Asya'dan Avrupa'da birçok ülke maalesef gittikçe yaygınlaşan ve Müslümanlara karşı fiili şiddete ve baskıya dönüşen İslamofobiyi görmüyor, görmek istemiyor. Hatta yürürlüğe konulan uygulamalarla, politikalarla İslamofobik zihniyet meşrulaştırılıyor.
Bu konuda Asya ülkeleri arasında Çin ve Burma çarpıcı örneklerdir. Çin'in özellikle işgal altında tuttuğu Doğu Türkistan'da Uygur Müslümanlarını İslami kimliğinden ve kültürel değerlerinden uzaklaştırmak için yıllardır nasıl sistemli bir asimilasyon politikası uyguladığı biliniyor. Eğitim-öğretim faaliyetleri altında oluşturulan toplama kamplarından, aileler üzerinde uygulanan nüfus planlamasına, ailelerin sistematik olarak parçalanması politikasından Doğu Türkistan'ın demografik yapısını değiştirmeye yönelik yürütülen projelere kadar birçok asimilasyon uygulaması tüm insanlığın gözleri önünde cereyan ediyor.
Çin, bu yörede yaşayan insanların inançlarını ve kültürel değerlerini kendi işgal politikasına bir tehdit olarak değerlendiriyor. Bu nedenle Müslümanların din eğitimine, Kur'an öğrenmelerine, camilerine, mescitlerine, İslami değerleriyle sembollerine karşı bir savaş yürütüyor.
Benzer bir durum yıllardır Burma'da da yaşanıyor. Müslüman karşıtlığı, Arakan Müslümanlarına yönelikdışlamalarla, sistematik cinayetlerle, sürgünlerle şekilleniyor. Yalnızca İslam ve Müslüman karşıtı olan halk kesimleri tarafından değil, bizzat iktidarlar tarafından da bu Müslüman karşıtı tavırlar destekleniyor.
Çeşitli Batı ülkelerinde de İslam karşıtlığı ve Müslüman düşmanlığı yalnızca halk arasında yaygınlaşan bir durum olmaktan öte siyasal iktidarlar tarafından sahiplenilen bir politika haline gelmiştir. Son dönemlerde özellikle Fransa ve Avusturya gibi ülkelerde yaşanan gelişmeler açıktan bunu destekliyor.
Fransa'da, İslam'ı “krizde olan bir din” olarak tanımlayan Macron ve yönetimi, ülke genelindeki bir takımMüslüman kuruluşlara karşı bir mücadele yürütüyor. Siyasal İslam'la mücadele adı altında çeşitli camiler ve bazı Müslüman sivil toplum kuruluşları kapatılıyor. Siyasi iktidar tarafından ülkedeki Müslüman kuruluşlar, siyasal İslam'ın reddi bağlamında, İslam'ı ve Müslümanları ötekileştiren ve toplum önünde suçlayıcı birüslup içeren bir ilkeler beyannamesini imzalamaya zorlanıyor. Yönetim, bunu imzalamaktan kaçınan Müslüman kuruluşlarına yönelik dışlayıcı bir tutum takınıyor.
Ülkedeki Yahudilerden, Hıristiyan mezheplerinden ya da diğer başka herhangi bir dini cemaatten istenmeyen bu beyannamenin Müslüman kuruluşlardan istenmesi, Fransa yönetimi nezdinde İslam'a ve Müslümanlara yönelik nasıl bir ön yargısal perspektifin mevcut olduğunun açık bir göstergesidir. Bununla açıkça ülkede yaşayan Müslüman azınlık, yönetim nezdinde potansiyel bir suçlu olarak görülüyor ve bu tarz belgelerle zapturapt altına alınmaya çalışılıyor. Esasen İslam'ı yeniden yapılandırmaya ve bir Fransa İslam'ı oluşturmaya soyunan Fransa, bu tarz girişimlerle Müslümanların inanç ve değerlerini kendine göre yontup biçmeye ve tabir yerindeyse ıslah edilmiş bir İslam ve Müslüman tipolojisi üretmeye soyunuyor.
Benzer bir durum Avusturya için de geçerlidir. Avusturya'da son günlerde basında hayli gündem oluşturan bir gelişme, İslamofobik zihin yapısının geldiği nokta açısından hayli düşündürücüdür.İslam landkarte adı verilen bir proje dahilinde Avusturya genelinde 620 civarı cami, mescit ve Müslüman kuruluş tespit edilerek fişlenmiş ve internet aracılığıyla bulundukları lokasyonlar da dahil bunlarla ilgili veriler halka servis edilmiştir.
Cami, mescit ve benzeri Müslüman kuruluşların fişlenip afişe edilmesi doğal olarak ülkedeki İslam ve Müslüman düşmanı ırkçı çevreleri harekete geçirmiş ve afişe edilen Müslüman mabetlerinin bulunduğu bazı yerlere bunlar tarafından “Tehlike: Siyasal İslam” tabelaları asılarak buraları hedef gösterilmiştir. Viyana'daki örnekleri gibi böylesi hedef gösterilen Müslüman mabetleri ve kuruluşları basında yoğun tartışmaya konu olmuştur.
“İslam Haritası” adı verilen bu projenin, İslam'a ve Müslümanlara karşı ötekileştirici, dışlayıcı bir politikanın tezahürü olduğu değerlendirmeleri karşısında Avusturya hükümet yetkilileri, bunun siyasal İslam'a karşı bir mücadele olduğu savunmasını yapmıştır. Entegrasyon Bakanı Raab, Politik İslam Dokümantasyon Merkeziçerçevesinde yürütülen bu projeyle dine karşı değil politik ideolojilere karşı bir savaş yürütüldüğünü ileri sürmüştür.
Burada ilginç olan;bu proje ile fişlenen Müslüman azınlığınAvusturya genelindeki cami, mescit, sivil organizasyon ve diğer kuruluşlarının siyasal İslam ve politik ideoloji merkezleri olarak afişe edilmesidir. Müslümanlaraait altı yüzün üzerindeki kuruluş fişlenerek siyasal İslam merkezleri şeklinde hedef gösterilmiştir. Nitekim bundan vazife çıkaran Patrioten im Bewegunggibi örgütler de afişe edilen bu cami ve mescitlerin önlerine siyasal İslam'a dikkat çekici tabelalar asmışlardır.
Avusturya'da camilere ve Müslüman kuruluşların fişlenmesine yönelik yapılan bu çalışmanın Avusturya hükümeti katkılarıylaViyanaÜniversitesi İslam Araştırmaları Enstitüsü tarafından yapılmış olması da dikkat çekicidir.Basında yer alan bilgilere göre, başlangıçta Avusturya hükümeti Politik İslam DokümantasyonMerkezi ile ortak bir proje halinde yürütülen projede, gelen tepkiler üzerine üniversite geride kalmaya çalışmış ve projeden logosunu çekmiştir.
İslam Haritası adlı bu proje, haklı olarak çeşitli kilise temsilcilerinden siyasal parti yetkililerinde kadar birçok kesim tarafından şiddetle eleştirilmiştir. Avusturya hükümetinin siyasal İslam karşıtı söylemleri bağlamında ülkede yaşayan Müslümanları, Müslüman mabetlerini ve kuruluşlarını fişleyerek hedef gösterdiği eleştirileri karşısında gerek Avusturya hükümet yetkilileri gerekse projeyi hazırlayan İslam Araştırmaları Enstitüsü savunmaya geçmişlerdir.
Hükümet yetkilileri bununla siyasal İslam'a karşı mücadele edildiği tezini öne çıkarmıştır.Söz konusu Enstitünün başında olan ve daha önce yine çokça tartışılan ve 2017'de Sebastian Kurtz'un başında olduğu Uyum Bakanlığı tarafından finanse edilen İslami Çocuk Yuvaları konulu projeyle de gündeme gelen Prof. Ednan Aslan ise, İslam haritasındaki temel amacınAvusturya'daki İslami yaşam hakkında farklılaştırılmış bir tartışmayı mümkün kılmak ve Avusturya'daki İslami yaşamın çeşitliliğini tüm renkleriyle göstermek olduğunu savunmuştur.
Haklı olarak birçok kişi, Müslümanların ve Müslüman kuruluşların fişlenmesine karşı yapılan bu savunmaları tutarsız ve gerçek dışı olarak değerlendirmişlerdir.Başka dinsel ya da etnik gruplar için asla düşünülemeyecek olan böylesi bir fişlemenin ve hedef göstermenin Müslümanlar için yapılmasının da asla kabul edilemeyeceğine dikkat çekmişlerdir.
Gerçekten de böylesi bir fişleme ve hedef gösterme ne Yahudiler ne Hıristiyanlar ne de bir başka dini grup ya da cemaat için yapılabilir. Esasen bu tarz hedef göstermeler Nazi dönemi Avrupa'sını hatırlatmaktadır. Nazi döneminde Avusturya ve Almanya başta olmak üzere Nazi zihniyetinin egemen olduğu bölgelerde Yahudilerin inançları nedeniyle nasıl ötekileştirildikleri, hedef gösterildikleri ve bunun nasıl bir katliama neden olduğu bilinen bir konudur.
Bugün Avusturya ve benzeri ülkelerde Müslümanlara karşı siyasal iktidarlar marifetiyle yürütülen politikalarda yapılan da budur. Gerçekte olan; İslam'ın ve kendi inanç ve değerleriyle yaşamaya çalışan Müslümanların potansiyel bir tehdit ve düşman olarak görülmesidir.
Maalesef bazı Batılı siyasal iktidarlar ve diğer politik figürlerce öne çıkarılan bu faşist, ırkçı ve dışlayıcı zihniyet, hem halk arasında İslam karşıtlığını ve Müslüman düşmanlığını kışkırtmakta hem de gittikçe artan İslamofobik tutum ve tavırlardan beslenmektedir. Bu nedenledir ki son dönemlerde Fransa ve Hollanda'dan Avusturya'ya kadar birçok Batı ülkesinde seçimlerde öne çıkarılan en önemli argümanlardan birisi, İslam ve Müslümanlar üzerine tartışmalardır. Bir tehdit unsuru olarak görülen İslam ve Müslümanlar üzerine projeler, çeşitli politikacılar tarafından önemli bir seçim yatırımı olarak öne çıkarılmaktadır.
Tüm bunlar,İslam'ın ve Müslümanların böylesi çevrelerce adeta bir günah keçisi haline getirilmiş olduğunu göstermektedir. Bazıları maalesef, halk arasında gitgide yaygınlaşan yabancı (özellikle de Müslüman) düşmanlığından beslenmekte ve bu nedenle İslam'a ve Müslümanlara karşı nefret diline ve düşmanlığa destek vermektedir. Öyle anlaşılıyor ki Hıristiyan Batı tarafından üretilen ve Ortaçağlardan beri Yahudilere karşı önyargıların, nefretin ve şiddetin ifadesi olan Antisemitizmin yerini İslam ve Müslüman karşıtlığının ve düşmanlığının ifadesi olan İslamofobi almış gibidir.