İşte Önder Güzelarslan'ın kaleme aldığı o yazı;
Tarihi ve coğrafyası ile Neolitik dönemden bu yana çeşitli kültürlerin kaynaşma noktasını oluşturan doğuda Adana, batıda Mersin, kuzeyde Pozantı, Çamlıyayla, güneyde Akdeniz ile çevrili Tarsus, Antik Kilikia'da da stratejik bir öneme sahip olan ülkemizin kültürel zenginliğinin en çok olduğu yerleşim yerlerinden biridir.
Hitit metinlerinde ismi “Tarşa” olarak geçen Tarsus'un merkezindeki Gözlükule'de yapılan arkeolojik kazılar şehrin tarihinin M.Ö. 7000 yıllarına kadar dayandığı anlaşılmaktadır. Birçok kez ziyaret ettiğim bu şehirde her seferinde İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden sınıf arkadaşım Cenk Kırıtoğlu bana mihmandarlık etti. Tarsus'u gezerken yanınıza şehri iyi bilen bir rehberiniz yoksa şehri tam anlamıyla tanıyamazsınız. M.Ö. 3000-1200 yılları arasında önemli bir ticari merkez olan Tarsus, Kilikia şehirlerinin önde gelen şehridir. Şehir M.Ö. 1500'den sonra Hitit İmparatorluğu topraklarına katılmış, Hitit İmparatorluğu yıkıldıktan sonra da M.Ö. 8. ve 7. yy. da Asur'lular'ın hakimiyetine geçmiştir.
M.Ö. 401 yılından itibaren şehir Pers İmparatorluğu'nun hakimiyetinde olmuş, Makedonya Kralı Büyük İskender'in bu bölgeleri ele geçirmesiyle M.Ö. 333'te Büyük İskender'in egemenliğinde olmuştur. Daha sonra da Romalıların hakimiyetine giren şehir bu dönemde gelişmeye başlamıştır. Şehir de hala açık hava müzesi olarak sergilenen bir Roma yolu bulunmaktadır. Tarsus'daki ilk Roma valisi Claudius'tur. Sonraki dönemlerde Tarsus'da bulunan Romalı yönetici Antonius'da Tarsus'u geliştirerek dünyanın en eski kütüphanesini olan Bergama'daki kütüphaneyi Tarsus'a getirtmiştir. Bu dönemde zenginleşen Tarsus bütün dünyanın ilgisini çekmeye başlamıştır.
Roma İmparatorluğu'nun 395 yılında Doğu Roma ve Batı Roma diye ikiye ayrılması üzerine Tarsus, Doğu Roma yani Bizans topraklarında kalmıştır. Doğu Roma'nın ilk imparatoru Arcalius 395-408'de Kilikia eyaletini Tarsus, Seleukos ve Anazarbos olmak üzere üçe ayırmıştır. Tarsus, 7.yy'dan itibaren Bizans İmparatorluğu, İran ve Araplar arasında sık sık el değiştirmiştir. Türklerin 1071 de Malazgirt Savaşı sonrasında Anadolu topraklarına gelmesiyle Tarsus, Anadolu Selçuklu Devleti'nin hakimiyetine girmiştir. 1375'ten sonra Ramazanoğulları ve Dulkadiroğulları Beyliği yönetimine geçen Tarsus, 1517'de Osmanlı Devleti topraklarına katılmıştır.
Birçok farklı kültürün harmanlandığı Tarsus, Kleopatra ve Antonius döneminde unutulmaz hizmetler almıştır. Tarsus kültürel geçmişi olduğu kadar tabii güzellikleriyle de görülmeye değer bir yer. Tarsus'ta görülmesi gereken kültürel ve tarihi yerleri belirtmeden önce Tarsus'ta yaşandığına inanılan önemli iki olayı nakletmeye çalışacağım. Bunlardan biri Ashab-ı Kehf olayı bir diğeri ise Danyal Peygamber. Ashab-ı Kehf olayını Tarsus dışında başka yerlerde de geçtiği anlatılmaktadır. Bu iki yeri de ziyaret ettim ve çok etkilendim.
Tarsus'un kuzeybatısında 14 km. uzaklıkta Dedeler Mahallesinde yer alan mağara Ashab-ı Kehf olayının geçtiği yer olarak inanılmaktadır. Kuran-ı Kerim'de Kehf Suresinde sözü edilen bu mağara Müslüman ve Hıristiyanlarca kutsal sayılır. Mağara içerisine 15 basamaklı bir merdivenle inilmektedir. Bu mağarada yaşandığına inanılan olay şu şekilde gerçekleşmiştir.
Mitolojik tanrılara inanışın, gücünü kaybettiği dönemlerde, tek Tanrıya inandıkları için eziyet edilmekten kaçan Hıristiyan dinine mensup Yemliha, Mekseline, Mislina, Mernuş, Sazenuş, Tebernuş ve Kefeştetayuş adında yedi genç, Putperestliğe dönmeyi kabul etmediklerinden Rum Hükümdar Dakyanus'un huzuruna çıkarılmışlar. Bu hükümdar, Putperestlik dinine bağlı kalmalarını, aksi takdirde kendilerini öldürteceğini söyleyerek birkaç günlük zaman vermiş. Köpekleri Kıtmir ile birlikte bu yedi genç ölümden kurtulmak için verilen süreden faydalanarak kaçmışlar ve bu mağaraya sığınmışlar. Allah tarafından kendilerine 300 yıl süre bir uyku verilmiştir. İlk uyanan, yiyecek almak için kente gider ama, elinde bulunan zamanı geçmiş para yüzünden yakalanır. Yakalayan parayı nerede bulduğunu ve oraya götürülmesini ister. O da yalnız olmadığını yedi arkadaşıyla beraber mağarada kaldığını söyler. Onunla birlikte mağaraya geldiğinde yedi yavru kuşun tünediği bir yuvadan başka bir şey görmemiştir. Bu nedenle burası Yedi Uyurlar Mağarası diye de anılmakta ve insanlar tarafından ziyaret edilmektedir.
Bir diğer çokça ziyaret edilen yer ise, Danyal Peygamberin makamının bulunmasından dolayı Makam-ı Şerif Camii olarak da anılan yerdir. Bugün müze binası olarak kullanılan Kubat Paşa Medresesi'nin 10-15 m. kuzeybatısında yer alan ana mekânı dikdörtgen planlı, tonozlu ve kemerli yapı şeklinde olan Makam-ı Şerif Camiinin doğusunda Danyal Peygamberin kabri yer almaktadır. Bu nedenle camiye "Makam Camii" adı verilmiştir. Danyal Peygamber M.Ö. 605-562 yılları arasında 2. Babil Kralı Nebukadnesar zamanında yaşamış, Yahudileri Babil esaretinden ilmi ve kehanetleriyle kurtarmış bir peygamberdir. Rivayete göre Babil Kralı rüyasında İsrailoğullarından gelecek bir erkek çocuğun kendi tahtını sarsacağını bildirmesi üzerine İsrailoğullarından doğan erkek çocukların öldürülmesini emretmiştir. Bu nedenle Danyal Peygamber doğunca onu dağ başında bir mağaraya bırakmışlar ve bu mağara da bir erkek ve bir dişi aslan himayesinde büyümüştür. Danyal Peygamber bir kıtlık senesinde Tarsus'a davet edilmiş ve Tarsus'a gelmesiyle birlikte şehirde bolluk bereket olmuş, bu sebeple Tarsus halkı Onu Babil'e geri göndermemiş, ölünceye kadar da Tarsus'ta yaşamış ve öldükten sonra da şimdiki Makam Camiinin bulunduğu yere gömülmüştür. Halife Hz. Ömer (r.a.) döneminde Tarsus Müslümanlar tarafından fethedilince, Danyal Peygamberin mezarı açtırılmış burada büyük bir lahit içerisinde altın iplikle dokunmuş kumaşa sarılı ayet uzun boylu bir ceset görülmüştür. Başından geçen maceraların sembolü olarak parmağındaki yüzüğün taşına biri erkek olan iki aslanın arasında genç bir çocuk, dişi aslan onu yalıyor şeklinde işlenmiştir. Cesedin Yahudiler tarafından çalınmaması için, Hz. Ömer'in emri üzerine önceki yerine gayet derince defnettirilip üzerinden de Berdan Nehrinden gelen ufak bir çayın suyunu kabrin üzerinden geçecek şekilde akıtıp hiç kimsenin kabre el sürmeyeceği şeklinde emniyete alınmıştır.
Bu iki olayın yaşandığı yer dışında Tarsus'ta görülmesi gereken yerler arasında; Çarşı başında yer alan 1102 yılında St. Paul Katedrali olarak yapılan Roma sitiline uygun kilise şu anda cami olarak kullanılmakta ve adı eski cami olarak geçmektedir. St. Paulus Kuyusu, Neolitik Çağda toprak tepe üzerinde kurulmuş en eski medeniyeti yaşamasıyla Anadolu kültürüne ışık tutan önemli yerleşim merkezlerinden biri olan Gözlükule höyüğü, Donuktaş anıtı, antik kent, Mahmutağa mahallesinin bitişiğinde bulunan höyük, Roma İmparatorluk çağından kalma Roma Hamamı, Şahmeran Hamamı, Yeni Hamam, Kleopatra Kapısı, Kaklıktaşı örenyeri, Karadiken köyü mezar anıtı, Taşkuyu mağarası, Tarsus Çayı üzerindeki Justiniaus (Bac) Köprüsü, Tarsus şelalesi, 1579 yılında Ramazanoğullarından Piri Paşanın oğlu İbrahim Bey tarafından yaptırılan Ulu Cami, Bilal-i Habeşi makamı ve mescidi, Kırkkaşık Bedesteni, Sarışıh hanı, Roma Yolu, Roma mezarları, Tarsus Siptilli çarşısı, Tarsus evleri, Tarsus müzesi, Gülek İskender yazıtı, Gülek kalesi, Gülek Karboğazı Kuvayi Milliye anıtı, Tarsus şehitler abidesi, Türk şehitliği, Nusret Mayın Gemisi ve Atatürk treni müzesi gelmektedir.
Birçok kültürün kesiştiği ve buluşma noktası olan Tarsus'tan ayrılmadan önce yöreye özgü lezzetleri de tatmayı ihmal etmeyin. Topalak çorbası, tatar çorbası, lepe çorbası, humus yemeği, dövme pilavı, tantuni, kerebiç tatlısı, karakuş tatlısı ve palıza tatlısı bu lezzetler arasındadır. Tarsus'u ne kadar anlatmaya çalışsak bir yanı eksik kalır en iyisi vakti zamanında şehre bolluk ve bereket getiren Danyal Peygamberin diyarı Tarsus'a hiç vakit kaybetmeden rotanızı çevirin.