Dünya o kadar uzun bir zamandır dönüyor ki içerisindeki yaşama dair her şeyin kalıcı olması mümkün değil. Dahası bu dünyada iz bırakmış nice tür, millet, coğrafya bile hala bir yerlerde ardında bırakmış olduğu izlerle keşfedilmeyi bekliyor olabilir. Petra Antik Kenti de bunlardan biriydi. Muazzam mimarisi ve eşsiz güzelliği ile keşfedilene kadar olduğu yerde bekleyip durmuş. Peki, keşfinden sonrası? Bu noktada ki bildiklerimi de sizinle de paylaştım.
Zengin Bir Kavim NebatilerŞehrin asıl sahibi onlardı. Nebatiler, Güney Ürdün'lü, Kenan'lı ve Kuzey Arabistan'lı bir kavimdi. Temelde yaşamları göçebelik üzerine kuruluydu. Ancak ticarette sağladıkları gelişme onları zengin bir kavim yapmaya fazlasıyla yetti.
Yaşadıkları vakitlerde onların denetiminde olan ticaret yolları sayesinde bilinirlikleri vardı. Daha sonrasında tütsü ve baharat konusundaki ünleri ticari kazançlarını perçinledi. Romalılar, Yunanlılar ve Perslerle ticaret yapıyorlardı. Çin'den ve Hindistan'dan getirilen tütsü, baharat, yağ ve parfümleri dünyanın her yanına bu işin merkezi olan Ürdün Petra Antik Kenti'nden ihraç ediyorlardı. Bir Keşifle Uyanan Şehir
Nebatiler tarafından kurulmuş olan Petra Antik Kenti nerde diye merak edenlere hemen cevabını vereyim; Ürdün'de, Lut Gölü ile Akabe Körfezi'nin arasında bulunuyor. M.Ö. 400 senelerinde kurulmuş olan Petra, bütün görkemi ve güzelliği ile M.S. 106 senesine kadar yaşamakta olan bir şehir olarak Nebati Krallığı'nın başkentti olmaya devam etti. M.S. 106 senelerinde Nebati Krallığı Roma'ya dahil oldu. Bölgenin tarihinde Müslümanlar, Hristiyanlar ve Haçlıların egemenliğine dair izlere rastlansa da Petra Antik Kenti meydana gelen depremlerin sıklığı yüzünden M.S. 400 senelerinde terk edilmeye ve zaman içerisinde de unutulmaya başladı.
Petra tam manası ile tarih defterleri arasında kaybolmaya başlamıştı. Yüzlerce sene boyunca kimsenin haberi olmadan orada, öylece durdu. Ancak bazı dedikodular da duyulmuyor değildi. 1812 senesinde bu dedikoduları duyan meraklı bir kaşif ise şehrin peşine düştü. Johann Bruckhardt isimli kaşif şehri tekrar buldu Petra Vadisi tarih boyunca kaybolmaktan kurtuldu.
Şehir kayaların içerisine oyulmuş, muazzam bir güzelliğe sahip olması ile dikkatleri hemen üzerine çekti. Kireç taşı oyularak yapılmış mezarlar, amfi tiyatrolar, tapınaklar, evler ve hepsi kadar güzel olan Petri girişi görenleri büyüledi. 6 Aralık 1985 senesinde UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne alındı. Macchu Picchu ile kardeş şehir olan Petra, 2007 senesinde da Dünyanın Yeni Yedi Harikası arasına girdi. Renkleri Güllerden Gelen Petra
Güneşin doğuşundan batımına kadar kayaların renkleri kırmızı, turuncu, sarı ve pembe olabiliyor. Kayaların aldığı bu renkler dolayısı ile “Rose City” olarak da bilinen şehir 100 kilometre'lik bir alana yayılmış durumda. Şehrin girişini ise “The Siq” adlı geçit oluşturuyor. Depremler yüzünden birbirinden ayrılmış olan kumtaşı kayalarının arasında kalan bu geçit bir vakitler kervanların Petra'ya girişi olan noktaydı.
The Siq boyunca ilerledikten sonra ise insanları El-Hazne karşılıyor. Hollywoos yapımı bazı filmlere de mekanlık etmiş olan bu müthiş yapıya bakan birinin Nebatiler'in ne denli zengin olduğunu anlamamak mümkün değil. Büyük sütunlar ve oymalardan oluşan bu giriş ziyaretçilerin ilgisini fazlaca çekiyor.
Şehrin en önemli bu yerlerinin beraberinde gezilecek çok fazla noktası da bulunuyor. Ancak, gezmeyi düşünüyorsanız son bir tavsiyem de Petra by Night olsun. Haftanın belli günleri düzenlenen bu etkinlikte bir vakitler kervanların geçiş yolu olan The Siq'de yürüdükten sonra El-Hazne önündeki müzik dinletisine katılabilirsiniz.
Hazırlayan: Özlem Akçin (Özlem Keşifte)