ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Lübnan ziyareti sırasında yaptığı açıklamada: “Beyrut'taki yetkililere bir siyasi partiden ziyade bir silahlı örgüt olan Hizbullah'ın yükselişe geçmesine tahammül edemeyeceğimizi bildirdik” dedi. Bu ziyaret, ABD'nin Orta Doğu'ya yönelik politikasında önemli bir yer tutan İran karşıtlığının açık bir göstergesi olduğu gibi Lübnan iç siyasetini dizayn etme çabası olarak da algılandı.
Trump yönetiminin Nükleer Anlaşmayı tek taraflı feshetmesi, İran'a yönelik artırdığı yaptırımlar ve Devrim Muhafızlarını terör listesine almasıyla Orta Doğu'da İran ile ilişkili bütün grup ve örgütleri kapsayacak şekilde baskı alanını genişletmesi en çok Lübnan'ın iç siyasetini etkiledi. Lübnan bu uluslararası siyasetin baskısı altında Hizbullah ile ilgili seçim yapmaya zorlandığı gergin günler geçiriyor. Pompeo'nun son Lübnan ziyaretinde ana gündem maddesi Hizbullah'ın Lübnan siyasetindeki konumuydu. ABD, Lübnan'ın iç dengeleri sebebiyle Hizbullah'ın siyasetteki varlığını tamamen ortadan kaldıramayacağını bilse de bu örgütle siyasal ittifak kuran ancak geçmişleri husumetlerle dolu siyasi parti ve hareketleri Hizbullah ile aralarına mesafe koymaya çağırıyor.
HİZBULLAH, LÜBNAN İÇİN İRAN'A SIRTINI DÖNER Mİ?
Hizbullah 90'lardan bu yana seçimlere katılan, siyasi yükselişi gittikçe ivme kazanan ve son seçimlerde 13 parlamenter ile meclise girerek kabinede biri kritik 3 bakanlık koltuğu elde eden bir parti olsa da uzun yıllardır meşruiyet tartışmalarının odağında. Bu durum da iç siyasette uygulanan “eşit temsiliyet” ilkesi ve ülkenin jeopolitik konumu sebebiyle dış etkilerden yeterince korunamadığı için çoğunlukla sancılı bir pratiğe dönüşüyor. İran Devriminin 40. yıl münasebeti ile İran'daki gösterişli kutlamaları aratmayan merasimlerin Hizbullah tarafından Lübnan'da organize edilmesi, seçim sonrası kurulan kabinede İran-Suriye'ye yakın Lübnanlı siyasi aktörlerin gözle görülen etkisi ve son olarak İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif'in Beyrut ziyareti, Lübnan siyasetine Batı karşıtlığının daha da hakim olacağı şeklinde yorumlandı.
Ancak Hizbullah'ın İran ile bu ilişkisi, ABD'nin ekonomik ve siyasi yaptırımlarıyla özellikle bu örgüte yakın iş adamlarının yurt dışındaki mal varlıklarının kontrol edilmesi suretiyle para akışlarının engellenmesi zaten oldukça zor günler geçiren Lübnan ekonomisine daha da zarar verdi. Kendisi de ekonomik sıkıntılar çeken Hizbullah bir de İran'a yardım için kampanyalar düzenlemeye başlaması, Hizbullah'a yönelik eleştirilerin artmasına sebep oldu. Hizbullah'ın “Lübnanlılaşma açılımı”nın sözde kaldığı, Lübnan'ın çıkarlarını yeterince gözetmediği şeklinde yorumlandı. Her ne kadar geçmişte İsrail'e karşı gösterdiği mukavemet sebebiyle çeşitli mezhepsel gruplardan sempati toplamışsa da İran'ın cezalandırıldığı bir dönemde Hizbullah'ın önceliğinin Lübnan olması bekleniyor. Ancak görünen o ki Hizbullah, Batının aleni ve dolaylı tehditlerine aldırmadan İran'a sırtını dönmeyeceğini Hasan Nasrallah'ın son yaptığı açıklamalarda da vurguluyor.
LÜBNAN ŞİİLERİ YOL AYRIMINDA MI?
Pompeo'nun Lübnan ziyaretinde Lübnan'ın Şii hareketlerinden Emel'in lideri ve Lübnan Meclis Başkanı Nebi Berri ile görüşmesinde Hizbullah ile aralarına mesafe koymaları yönündeki ifadeleri basına yansıdı. Lübnan medyasına göre Berri'ye terör listesindeki Hizbullah ile ilişkilerini koparmadıkları takdirde Emel Hareketinin de terör listesine girebileceği yönündeki Pompeo'nun tehditvari ifadeleri, Lübnan siyasetinde soğuk rüzgar etkisi yaptı. Yine Pompeo'nun Maruni Cumhurbaşkanı Mişel Avn'a da benzer ifadeler kullandığı ancak Lübnanlı siyasetçilerin Hizbullah'ın terör örgütü olmadığı, Lübnan'ın meşru siyasi partisi olduğu konusunda ağız birliği yaptığı da belirtildi. Lübnan'ın köklü gazetelerinden el-Ahbar, Amerikan yönetimi, Pompeo'nun Lübnan ziyaretinden aldığı geri bildirimden memnun olmadığına da değindi. Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, ABD'nin İran Devrim Muhafızlarını terör listesine alması ve Hizbullah ile alakalı Beyrut yönetimine yönelik ihtarlarını “bu bir savaş hazırlığı ”olarak yorumladı.
Aslında Pompeo'nun Emel Hareketine yönelik bu yaklaşımında Hizbullah'ı iç siyasette zayıflatma ve yalnızlaştırma niyeti var. Çünkü ABD'nin de çok iyi bildiği gibi bu iki örgütün arası tarihsel açıdan her zaman bugünkü kadar müttefiklik ilişkisiyle yürümemiştir.
İki taraf da gücünü mezhepsel olarak Şii tabandan alsa da 1980'lerde Lübnan İç Savaşı sırasında tarafların savaştığı ve kanlı çatışmalar yaşadığı bilinen bir gerçek. Her ne kadar bugün iki hareket de 8 Mart Bloğu olarak bilinen Suriye yanlısı politikalar üzerinde uzlaşmış görünseler de dönem dönem aralarında, tarihsel geçmişi olan gerginlikler zuhur ediyor. Dikkatle bakıldığında Hizbullah'ın Emel kanadındaki mezhepdaşlarına güvenmediği görülecektir. Taraflar bu ilişkiyi stratejik olarak sürdürse de Emel Hareketi mensuplarının Hizbullah'la olan ilişkilere pek sıcak bakmadığını söylemek gerekir.
Columbia Üniversitesi'nden Prof. Andrew Cooper'ın “Cennetin Düşüşü” adlı kitabında Emel Hareketinin kurucusu Musa Sadr'ın 1978'de Libya'da kaybolması hadisesinin arkasında Sadr ve Humeyni arasındaki anlaşmazlığın yattığını iddia ediyor. Bu iddia iki örgüt arasındaki çekişmeleri bilmeyenler için şaşırtıcı gelse de birçok Emel mensubu bu iddiaları geçmişte dillendirmişti. Ayrıca Musa Sadr'e bağlı kimseler için Hizbullah, İran'ın açık ajanlığını yapan bir yapıdır. Emel'in İran'a karşı bu mesafeli duruşunun tabii ki iç savaş döneminde Hizbullah ile giriştikleri çatışmalarda, İran'ın Hizbullah'ı, Suriye'nin ise Emel'i desteklemesiyle de ilişkisi var. Dolayısıyla Hizbullah'ın "Şii İttifakı" söyleminin arkasında Emel'i bastırmak suretiyle Şii gücünü kendisinde toplama amacının olduğu iddia ediliyor. Bütün bu bilgiler dahilinde bakıldığında 2016 yılında birçok analizci tarafından dikkat çekilen Emel-Hizbullah çatışmasının Hizbullah'ın Emel üzerinde hegemonya kurma çabasıyla ilişkili olduğunu düşünmek mümkün.
Ancak ilginç olan şu ki, tarihsel olarak Suriye ile ilişkisi olan Emel Hareketi, Suriye savaşında kendi taraftarlarını savaşmaya göndermemişken, Tahran'ın direktifiyle Hizbullah aktif olarak savaşa katıldı. Bunda Emel hareketinin silahlı bir güce sahip olmayışı önemli ancak sembolik düzeyde bile olsa bir katılımın olmayışının daha farklı bir anlamı var; Emel Hareketi lideri Nebi Berri'nin Şam ile ilişkisine rağmen, açıkça kendi grubunun çatışmalara katılmasını reddetmesinin sebeplerinden birinin de bu günkü Şam yönetiminin Hafız Esed'in ilkelerinden uzaklaştığı yönündeki bakış açısıdır. Hizbullah ve İran için Esed'in düşmesi ciddi tehlike iken, Emel Hareketi, bunu Lübnan Şiileri için varoluşsal bir mesele olarak görmemekte. Belki de bu Hizbullah ve Emel arasında bölgeye bakışları ile ilgili en önemli farktır. Emel Hareketi “Lübnanlılaşma” kodlarını korumaya çalışırken, Hizbullah daha önce bu ulus kimliğine dâhil olma açılımı yapmış olsa da bunu pratikte pek benimsemiş görünmüyor. Hizbullah'ın terör örgütü listesinde olmasından dolayı iletişimde olduğu devletler ve örgütler kısıtlı iken, Emel Hareketi lideri Berri, Şam yönetimine karşı çıkan devletler ve içerideki siyasi yapılar ile de ilişkilerini sürdürüyor. Hizbullah daha bölgesel aktör olma hevesindeyken Emel, içerideki Şiilerin hakları üzerine yoğunlaşarak Lübnan sınırları dışında kendisine belirgin hedefler koymuyor.
ABD, Şİİ İTTİFAKINI SARSMAYI HEDEFLİYOR
ABD her ne kadar İran'a yönelik politikasıyla ilişkili olarak Hizbullah ve halihazırdaki müttefiki Emel Hareketine karşı terör retoriğini kullansa da CIA'nın sitesinde 2007 tarihli bir belgeye bakıldığında Emel Hareketi'ni İran ile ilişkilendirilip terör eylemlerine dair bilgilere bu son olaylardan çok daha önce yer verdiği görülecektir. Yani aslında özelde Lübnan, genelde İran'ın dolaylı ya da doğrudan ilişkide olduğu bütün örgütlere yönelik böyle bir tehdidin var olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin Irak Siyasi Düşünceler Merkezi Başkanı İhsan el-Şammari'nin de değindiği gibi aynı tehdit, Irak'taki resmi hüviyeti olan Haşdi Şabi'ye yönelik de söz konusu ve yakın dönemde terör listesine girmesi muhtemel. ABD, şimdilik şahıslar bazında ekonomik ve siyasi baskı kursa da bununla sınırlı kalmayacağı düşünülüyor. ABD'nin Irak savaşı sonrası İran yanlısı Şiilere alan açtığı eleştirileri de göz önüne alındığında, İran'a karşı baskıların arttığı Trump yönetimiyle, İran'ın ön cephelerini kapatmak için Orta Doğu'da Arap Şiiler ve Fars Şiileri birbirinden uzaklaştırmaya yönelik yeni bir politikanın yürütüldüğü dikkat çekmektedir. ABD'nin Necef ve Kum arasındaki tarihsel rekabet ve ihtilafları da kullanarak stratejik Şii ittifaklarını bozmak suretiyle İran'ı iyice yalnızlaştırmaya çalıştığı düşünülmekte.
Lübnan özelinde çerçeveyi netleştirdiğimizde, Lübnanlı yazar Muhammed Kavas'ın görüşlerini de referans alarak şunları söylemek mümkün; dışarıdan bakıldığından her ne kadar Emel ve Hizbullah ittifakının sarsılmaz olduğu izlenimi edinilse de bu ittifakın altında kaygan bir zemin olduğu ve bir yol ayrımına gidileceği zaman tarafların yeterli argümanlara sahip olduğunu söylemek mümkün. Emel Hareketi, İran'ın çıkarları için Lübnan'ı ateşe sürükleyecek bir tavrın içine girmeyeceği açık. Lübnanlı Şii din adamı Muhammed Ali el-Hüseyni'nin, Emel'in yeterince gücü olmadığı ve Hizbullah'ı iç siyasette karşısına alamayacağı şeklindeki yorumu da dikkate değer. Özet olarak Emel, Lübnan'ın İran için tehlikeye atılmasını tasvip etmese de Hristiyanların da Hizbullah ile olan müttefikliğine güvenerek tehditlere boyun eğip ABD'ye da istediğini vermeyeceği söylenebilir.