İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi, Adnan Oktar davasında verilen toplam 152 bin yıllık cezayı esastan bozdu. Cumhuriyet Yazarı Barış Terkoğlu bu kararın ardında İsrail'in olabileceğini iddia etti.
Oktarcıların Türkiye'deki İslamcı yapılar içinde İsrail'le belki de en sıcak ilişkiye sahip grup olduğunu vurgulayan Terkoğlu kaleme aldığı yazıda, “Acaba Oktar kararı, İsrail-Türkiye ilişkilerinde bir düzelmenin sonucunda mı alındı” sorusunu sordu.
İşte Terkoğlu'nun yazısının tamamı:
“Affetmek, menekşenin kendisini ezen topuğa bıraktığı kokusudur”. Çoğunlukla Mark Twain'e atfedilen söz, ezen ile ezilen arasındaki çarpık hikâyeyi anlatıyor.
Bu aslında yargı içinde bir savaş. Adnan Oktar grubuyla ilgili verilen bozma kararından söz ediyorum. Oktar'a yapılan operasyon, aslında devlet içinde bir ayrışmanın görünür haliydi. Oktar grubu, aralarında Süleyman Soylu'nun da olduğu devletin zirvesindeki isimlerle samimi ilişkilere sahipti. Buna karşın Oktarcıları bir suç örgütü olarak gören, hatta casusluk faaliyetiyle suçlayanlar da vardı. 2018 yılında İstanbul Emniyeti düğmeye bastı. O dönem, Soylu ile kavgalı Mustafa Çalışkan'ın başında olduğu polis teşkilatı, operasyonu Ankara'ya haber vermeden yaptı. Korku, “sızma”sı ihtimaliydi.
Soruşturma davaya dönüştü. İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi, yargılamaların sonucunda toplamda 152 bin yıla varan ceza verdi. Derken, geçen hafta, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi, davada verilen cezaları esastan bozdu. Mahkemeye göre yetişkin ve çocuk yaştaki isimlerle toplu cinsellik rıza ürünüydü. Rıza olmasa, bu insanlar şantaj amaçlı görüntülere bakmadan, hemen o gün şikâyetçi olurlardı. İstinaf mahkemesi, 68 sanığı tahliye ederken, mallarındaki tedbirleri kaldırırken, “örgüt yok” diyerek Adnan Oktar dahil kalanların da serbest bırakılmasının önünü açtı.
Kararın ardından yargı kulislerinde dolaştım. Çeşitli notlar aldım.
En ilginci en sona saklayarak başlayayım…
KARARI OKTARCILAR YAZMIŞ GİBİ
Öncelikle mahkemenin vermiş olduğu bu radikal karar, “çok yukarıdan” gelen bir etkiye bağlanıyor. Zira son dönemin yargı pratikleri içinde, böyle radikal bir hamlenin, başka türlü olması pek de mümkün görünmüyor.
Bunu destekleyen bir olay ise yandaş medyanın tavrı. Oktar operasyonu, hükümet medyasının desteğiyle yapılmıştı. Ancak dikkat çekici şekilde, bozma kararının ardından yandaşlar sessizliğe büründü. Bu da bir tür “onay” demekti.
İkincisi, mahkemenin kararındaki detaylar. İstinaf mahkemesinin bozma kararı, yer yer Oktarcıların savunma dilekçesi gibi. Mahkeme sanki bir karar vermemiş bir kanaat oluşturmuş. Bunu yaparken kimi zaman ifadeleri sanıkların lehine olacak şekilde cımbızlamış. Örneğin bir mağdurun, “cinsel istismara uğruyordum” dediği kısmı çıkarmış. Yerel mahkemenin verdiği 152 bin yıllık cezayı sıfıra indirmiş. Haliyle meseleyi bir usul tartışmasından çıkarmış. İşin esasını tartışmış.
MAHKEMEYE UZANAN BAĞLANTI
Konuştuğum bir hukukçu, bozma kararının ardından, aynı istinaf mahkemesinin verdiği önceki kararları incelemişti. Oktarcıların 400 sayfalık bozma kararıyla karşılaştırmıştı. Anlattığına göre, mahkemenin hiçbir kararı, bu denli detaylı, böyle taraflı, bu kadar uzun değildi.
Bir başka hukukçu ise daha ilginç bir noktaya dikkat çekti. O da sanıklardan biriyle istinaf mahkemesi arasındaki dolaylı ilişkiye. Sanıklar arasında İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi eski Cumhuriyet Başsavcısı Hadi Salihoğlu'nun koruması da vardı. İşin ilginci, soruşturma dosyasından, Salihoğlu ile Oktarcıların zaman zaman görüştüğü anlaşılıyordu. Koruma da bu ilişkinin ortasındaydı. Salihoğlu, bu tuhaf ilişkinin açığa çıkmasının ardından istifa etmişti. Gelgelelim, cezaların temyizi Salihoğlu'nun bir dönem yönettiği adliyeye gelmişti. Salihoğlu'nun ortak kitap yazdığı isimlere bakınca bile mahkemenin hâkimleriyle tanışıklığı görülüyordu. Mahkeme belli ki bu dosyaya “özel önem” göstermişti.
Gelelim son ve ilginç detaya…
İSRAİL İLİŞKİSİNDE OKTARCILAR
Oktarcılar, Türkiye'deki İslamcı yapılar içinde İsrail'le belki de en sıcak ilişkiye sahip grup. Oktar, İsrail'deki Sanhedrin hahamlarıyla kamuoyu önünde de yakın diyalog kuruyor. Karşılıklı ziyaretler gerçekleştiriliyor. Bu sayede Oktar'ın tutukluluğu İsrail parlamentosunda bile gündeme geldi. İşte bilinen tüm bu nedenler, İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog ile Oktar kararının eşzamanlılığını daha da şaşırtıcı hale getiriyor. “Acaba Oktar kararı, İsrail-Türkiye ilişkilerinde bir düzelmenin sonucunda mı alındı” fikri herkesin aklında.
Burada somut bir detay da var…
Oktarcılara yıllardır destek veren ailelerden biri, Gökçaylar. Davanın sanığı Ayça Gökçaylar, Oktar'ın önde gelen kedicikleri arasında yer alıyor. Abla Tuğba Gökçaylar ve annesi de grubun açık destekçileri arasında bulunuyor.
İsrail Cumhurbaşkanı Herzog, geçen gün Türkiye'ye geldiğinde, anne şu fotoğraflı mesajı paylaştı: “Kızım İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog'u İstanbul'da karşıladı ve kısa ziyaretinde ona eşlik etti.”
Gerçekten de Tuğba Gökçaylar, Herzog'un yanındaydı. Ayrıca Cumhurbaşkanlığı'nda da görülüyordu. Sebepsiz değil, bir zamanlar hosteslik yapan Tuğba Gökçaylar, İsrail konsolosluk çalışanı olmuş, İsrail-Türkiye görüşmelerinin ortasına düşmüştü.
Ayça Gökçaylar'ın davanın sanığı olması bir yana, Ayça-Tuğba kardeşlerin yaşamı Oktar'ın kedicikler topluluğunun içindeydi.
Daha da ilginci, bu İsrail meselesi davada da gündeme gelmiş, Gökçaylar'ın İstanbul Konsolosluğu kartviziti dava dosyasına girmişti.
Kısacası Herzog'u karşılayıp Erdoğan'la buluşturan isim Oktarcı olmasının yanında, bizzat davanın da tarafıydı.
DEVLET ‘AFFET' Mİ DIYOR?
Buradan sonra…
Devletlerin hesaplaşmalarının adının karıştığı öykülerin gölgesi, mahkeme kararlarının üstüne düşmeye devam edecek. Muhtemelen bizzat Adnan Oktar'ın tahliyesinin de konuşulacağı önümüzdeki günler, devlet içindeki grupların itişmesine de sahne olacak. Elbette filler tepişirken çimenler ezilecek.
Nereden mi biliyorum?
Kararın ardından tepkisini gördüğüm, dava sürecinde yaşadığı cinsel saldırıları anlatan bir mağdur tam da şunu söylüyordu: “Çocuk yaşta başıma hayal edemeyeceğim şeyler geldi. Devlete inandım, güvendim. Adli Tıp'a, karakola, mahkemeye gittim. Yüzlerce kişinin içinde ağlayarak başımdan geçen iğrenç olayları anlattım. Rezil olayım diye alıp bunları sosyal medyada yayımladılar. Yıllarca sabrettim. Nefes alamadığım günlerin sonunda her şey bitti, yeni bir hayat kuruyorum derken, devlet ‘pardon' dedi. Bana da ‘Affet' mi diyor? Ben şimdi bir daha bu ülkeye, bu yargıya, bu devlete nasıl güveneyim.”
Menekşeler ezildi. Kokularını devlerin topuğuna bıraktılar. Devlet; devlerin mi, yalnız mevsiminde açan çiçeklerin mi? Yakında hepimiz daha net göreceğiz.