'Afganistan’a Taliban yerleşti, Türkiye’de şeriat hortladı!'
Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan, Afganistan'da yaşanan gelişmelerin Türkiye’ye yansımalarını değerlendirdi. Kaplan, “Taliban Afganistan’a yerleşti, Türkiye’de şeriat hortladı, İslâm Düşmanlığı tavan yaptı. Oysa kadın taşlama uygulamaları emperyalistlerin vekalet savaşları için icat ettikleri kara propaganda savaşının bir uzantısıdır.” dedi.
Oluşturma Tarihi: 2021-08-20 07:45:09
Güncelleme Tarihi: 2021-08-20 07:45:09
Yusuf Kaplan'ın, "Afganistan'a Taliban yerleşti, Türkiye'de şeriat hortladı!" başlıklı makalesi şöyle:
Türkiye'de, “şeriat” denilince tüyleri diken diken olan tuhaf insanlar var! Sadece Türkiye'de var bu tür tuhaf insanlar. Şeriat'ın ne olduğu, ne demek olduğu sadece Türkiye'de bilinmiyor!
EZBERLERİNİ DİN HÂLİNE GETİREN HİLKAT GARİBELERİ ÜLKESİ
Türkiye'deki şeriat algısı, İslam'la savaş stratejisinin bir ürünü olarak geliştirilen İslamofobi gibi en ürpertici küresel nefret söyleminin Türkiye'de de aynen karşılık bulmasının bir sonucu aynı zamanda.
İslamofobi, dünyanın hiçbir yerinde Türkiye'de olduğu kadar iğrenç ve ilkel nitelikler ve boyutlar kazanabilmiş değil.
Türkiye'nin yaşadığı kaba, anakronik, sığ laiklik anlayışı, İslâm'ı hayatın her alanından uzaklaştırmakla kalmadı; dünyada eşi benzeri olmayan sığ, ilkel bir İslamofobi biçiminin de tohumlarını ekti.
Sonuçta, İslâm'la ilişkileri sadece ezberlere dayalı, ezberlerini din haline getiren, şeriattan da, İslâm'dan da zırnık kadar anlamadığı hâlde nefret eden acınası bir entelijansiya zuhûr etti.
Oysa İslam hukuku anlamında şeriat, hayatın ve hakikatin, tabiatın ve insanın korunmasının yegâne sigortasıdır gerçek anlamda Müslüman bir toplumda. Türkiye'deki jakoben, tepeden, zorla montelenen laikçilik uygulamasının, henüz tam anlamıyla kök salmadığı 1970'li yıllarda, Uğur Dündar'ın yaptığı bir program bütün Türkiye'yi hayretler içinde bırakmaya yetmişti: Van'ın bir ilçesinde hiç hırsızlık vakası yaşanmadığını ağzı açık bir dille anlatmıştı Uğur Dündar.
Gerçek anlamda Müslüman toplumda hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet olmaz: Eğer oluyorsa orada İslâm'ın, bizzat özde değil sözde Müslümanlar eliyle öldürüldüğüne hükmedilir.
Türkiye'de ezberlerini, saplantılarını din haline getiren, icat ettikleri bu hayalî dinin gerçek olduğuna inanan ve bütün bir toplumu, İslâm'ı ve şeriatı bu sahte dinle yargılamaktan çekinmeyen bir hilkat garibesi tipi var. Dünyada bir benzeri var mıdır bu tipin, bilmiyorum.
ŞERİAT NEDİR, İNSAN ŞERİATIN NERESİNDEDİR?
İyi de, şeriat, bütün bu söylediklerimizin neresinde gizli, peki?
Biraz derin nefes alırsak, şeriatın izini, gizini ve söylediklerimizin neresinde gizli olduğunu görebiliriz…
İslâm medeniyetinin şiarı, İbn Sina'nın, İbn Arabî'nin kendilerine özgü şekillerde dile getirdikleri şu kurucu ve herkesi kendi olarak yaşatıcı ve varedici ilkedir: “İyilik varlıktadır, kötülük yokluktadır.”
Bu öylesine varedici bir İslâmî hassasiyettir ki, hiç kimse inancından, derisinden, ırkından, dilinden ötürü kınanamaz ve ötekileştirilemez. Bütün farklı inançlar, farklı deriler, farklı ırklar, farklı diller, yalnızca Allah'ın âyetleridir.
İslâmî hassasiyetleri oluşturan zihnî / entelektüel temeller, amelî eylemler, irfanî “genler” ve bu genlerin hayata ruh üfleyen örfî tezahürleri, Avrupa'da olduğu gibi farklı olanı dışlamayı değil, neyse o olarak görmeyi; yok etmeyi değil, neyse o olarak varetmeyi; her şeyi ve herkesi ne ise o olarak benimsemeyi eksene alan şaşmaz ilâhî adalet ve hakikat ilkeleridir.
ENGİZİSYONLARIN OLMAMASINI İSLÂM HUKUKU'NA BORÇLUYUZ
Şeriatı, pejoratif bir dille ve kaygıyla, yalan yanlış bir şekilde, «el kesmek, kadın taşlamak» olarak sunarak şeytanlaştırmaya kalkışan insanlar, şeriatın ilâhî adalet ve hakikatin yeryüzünde gerçekleştirilmesini mümkün kılan muhkem bir kaynak olduğunu bilmiyorlar.
Şeriatın İslâm insanın ve dünyasının varolduğu, varlığından haberdar olduğu İslâm antropolojisinin kurucu kaynağı olduğundan bîhaberler.
“İnsanların, birbirlerini tanımaları, bilmeleri ve sevmeleri için farklı ırklar, renkler, deriler ve mizaçlarda yaratıldığı” ilkesine dayanan İslâm antropolojisinin, herkesi neyse o olarak kabul eden en köklü, en sarsılmaz ama herkesi, her şeyi ve bütün varlıkları kuşatıcı ve kucaklayıcı, her türlü yeni durumu değerlendirebilecek, her türlü yeni durumu içselleştirebilecek, her türlü yeni duruma fıtratın, yaratılışın özünün özsuyunu armağan edebilecek eskimez, pörsümez yeni, ezel ve ebed spektrumunda yol alan ezelî ve ebedî niteliklere sahip, kadîm, asil ve aslî bir kaynak olduğunu bilemeyen, İslâm'la ilgisi ve bilgisi, esas itibariyle Batı medyasının İslamofobik medyatik düzeneğinin çemberine takılıp kalarak, İslamofobik yayınlarının marazî, ötekileştirici, nefret tohumları ekici, nefret dilini ayartıcı yollarla pekiştirici söylemlerinden öteye geçemeyen medyatik sömürgeciliğin kurbanları acınası insanlardır.
El kesmek ve recmetmek cezaları, hayatı korumak için emredilmiştir. O yüzden nadiren uygulanmıştır. Osmanlı'da 6 asırda iki el kesme vakası yalanmıştır! Ve bu cezalardan ötürü, sözgelişi, Engizisyonlarda olduğu gibi milyonlarca insanın kanına girilmemiş; aksine, Engizisyonvârî milyonlarca insanın kanına girecek barbarca girişimlerin ve kurumların kurum kurum kurumlanarak zuhurunun önü kesilmiştir.
Taliban Afganistan'a yerleşti, Türkiye'de şeriat hortladı, İslâm Düşmanlığı tavan yaptı. Oysa kadın taşlama uygulamaları emperyalistlerin vekalet savaşları için icat ettikleri DEAŞ, Boko Haram gibi örgütlere kameralar önünde yaptıkları bir kara propaganda savaşının bir uzantısıdır.
Bu örgütlerin İslâm'la ilgileri yoktur, emperyalistlerin vekalet savaşları içim kullandıkları kuklalardır. İslâm'a karşı İslâm savaşı projesinde kullanışlı operasyonel aygıtlardır bunlar. Bunu göremeyen ya salaktır ya da asalaktır!