Dolar

34,4215

Euro

36,4496

Altın

2.840,56

Bist

9.424,26

'AK Parti’nin kontrolündeki resmî kurumların hepsi bana sırtını döndüler'

Araştırmacı yazar Abdurrahman Dilipak, 2020 yılında hakkında açılan “AKP’nin Papatyaları” davası ile ilgili süreci yazarken dikkat çeken detaylar paylaştı.

1 Ay Önce Güncellendi

2024-10-10 09:35:01

'AK Parti’nin kontrolündeki resmî kurumların hepsi bana sırtını döndüler'

"AK Parti'nin kontrolündeki resmî kurumların hepsi bana sırtını döndüler" diyen Dilipak, “AKP'nin Papatyaları” davasındaki süreci yazdı;

27 Temmuz 2020'de başlayan, İstanbul, Küçük Çekmece 2. Asliye Ceza Mahkemesindeki “AKP'nin Papatyaları” davası ile ilgili olarak, önce mahkumiyet kararı verildi, sonra para cezasına çevrildi. Bizim de bu karara İstinaf üzerinden itirazımızla ilgili karar henüz verilmedi. Recep Tayyip Erdoğan'ın genel başkan sıfatı ile açtığı tazminat davası ise, Ankara'da devam ediyor. Ankara'da asliye hukuk mahkemesinde açılan davada tazminat kararı verilmişti. Bu karara itirazımız ise, İstinaf tarafından, aynı konuda açılan Asliye Cezadaki mahkeme kararını bekleme sebebi saymadığı için usulden bozulmuştu. 8.10.2024 tarihli Ankara 35 Asliye Hukuk'taki duruşmada yeni duruşma günü 27.2.20245 tarihine bırakıldı.

Dava konusu yazının aslına şu linkten ulaşabilirsiniz. (https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/abdurrahman-dilipak/akpnin-papatyalari-33008.html) Davanın seyrini görmek için, iddianame, savunmalarıma (www.dilipak.com) adresinden ulaşabilirsiniz. Bu davada 4 yılı bitirmişiz, 5. yıla giriyoruz.

Biliyorsunuz hakkımda açılan 2 dava var. Tabi bu yazı dolayısı ile “Halkın Kurtuluşu Partisi”nin suç duyurusu reddedildi. Onlar Beyoğlu'nda, İstiklal Caddesindeki LGBT'lilerin başını çektiği yürüyüşe Kadınlara ve LGBT'ye hakaret ettiğim iddiası ile suç duyurusunda bulunuyorlardı. TGC'de, yasalarda “İstanbul sözleşmesi ve o sözleşmeye dayalı çıkartılan yasa kapsamında pozitif ayırımcılığına tabi LGBT topluluğuna karşı ayırımcılık yaptığım” gerekçesi ile üyelikten ihraç edildim.

AK Partililerin iddiası ise, kendilerine “Fahişe” dediğim şeklindeydi. Oysa yazıdaki ifadem aynen şöyle, “AK Parti içindeki FETÖ'nün zihniyet ikizi AKP'liler ve AKP'nin Papatyaları”..

Fahişe kelimesi ise, bir takım Holdingler, İK'larında LGBT'ye Pozitif ayırımcılık kararı almışlardı. Ben de “Bu Fahişeler ve türevlerine o holdingler Pozitif ayırımcılık kararı alırken, bizim Yeşil Sermaye ne yapıyor” demiştim. Bunlara LGBT deyince halk bunun ne anlama geldiğini bilmiyor, biz buna kendi inanç ve geleneğimizdeki kelimelerle cevap verelim diye, konuyla ilgili bir STK istişare toplantısında o günlerde bir karar alınmıştı.

Aynı yazı ile ilgili olarak, ayrıca Ankara'da, AK Parti Genel Başkanı sıfatı ile Recep Tayyip Erdoğan tarafından açılan bir Tazminat davası var. Bu davada daha önce aceleyle bir karar verdi, ama İstinaftan geri döndü. Mahkeme tazminata hükmetmişti. Ancak istinaf, açılan ceza mahkemesinin beklenmesine karar verdi. Bu durumda o mahkemede durumu yeniden değerlendirerek ve yeni bir karar verecek. Ceza davasına yine Genel Başkan olarak Erdoğan da müşteki ve müdahil. AK Parti Kadın Kolları Genel Merkezi de. Bazı kadın milletvekilleri de. Ayrıca 80 ilin Kadın kolları başkanı da, suç duyurusunda bulunmuştu.. O da yetmiyor, Erdoğan'ın kızlarının da kurucusu olduğu KADEM de suç duyurusunda bulunarak davacı oldular.

Nedense AK Parti il ve ilçe yöneticilerinden başka hiç kimse suç duyurusunda bulunmuyor.

Yazımdan 3 gün sonra, 1 hafta süren hem malum medyada hem de sosyal medyada aleyhime bir linç kampanyası başlatıldı. “Sahibinin sesi kalemler” demediklerini bırakmadılar.

O gün yazdıklarımı artık bugün parti yöneticisi, parti üyesi birçok kişi yüksek sesle söylüyor ve benim uyarılarımın dikkate alınmadığı için partinin tabanında erime yaşandığını dile getiriyorlar. Gelinen nokta zaten herkesin malumu. Deistler, Ateistler, Agnostikler, Şamanistler, Satanistler artık her yerdeler. Artık yerli ve milli bir karnavalımız da var.

"HEPSİ BANA SIRTINI DÖNDÜ"

Bu süreç içinde, tabi, AK Parti'nin kontrolündeki resmî kurumların hepsi bana sırtını döndüler. Dernekler, vakıflar, sendikalar da öyle. Yerel ve ulusal basında lehimde ve aleyhimde hiçbir şey yazmamaya başladılar. Beni yok saydılar. Partili milletvekilleri, belediye başkanları, teşkilatları da aynı şekilde boykot uyguladılar. Benim katıldığım toplantılara iş adamları da gelmez oldular. Belediyeler bırakın etkinliklerine davet etmeyi, Kitap fuarları bile büyük ölçüde yüzüme kapatıldı. Hemen hemen yöneticilerinin çoğunu tanıdığım İstanbul'daki ve Ankara'daki Baro'dan, benim avukatlarım dışında duruşmalara gözlemci bile katılamadı. Tabi, diğer Medya, STK'lar da.. Bu nasıl bir baskı ya da nasıl bir korku, doğrusu hala anlayabilmiş değilim.

Sanki benim şahsımda birtakım çevrelere “kızım sana söylüyorum, gelinim sen dinle” gibi bir mesaj verilmek istenmiş olabilir. Ya da birileri bunu böyle anlamış olmalı. Ama sonunda keskin sirke küpüne zarar verdi. Fırlattıkları Bumerang kendilerine döndü. Bana verdikleri zarardan çok daha fazlasını kendi kendilerine verdiler. Kendilerine yazık ettiler. Dava sürecinde, duruşmalara aktif katılım yoktu. En sıkı şekilde duruşmalara katılan KADEM'di. Parti ve Erdoğan ailesi herhalde KADEM üzerinden duruşmaları takip ediyorlardı. 4 yıl boyunca öfkeleri dinmedi ve ısrarlarını sürdürdüler. Bu dava yüzünden en az AK Parti kadar KADEM de kendine zarar verdi.

AK Parti ve KADEM içindeki birileri, bana karşı sürdürdükleri mücadele kadar LGBT'lilere karşı bir tavır sergilemediler. Gazze'ye saldıran Siyonistlere karşı bile tepkiler sözde kaldı. Kendilerinin düzenledikleri kontrollü protesto etkinliklerinde, tabi ki ben çağrılmayacaktım.. Oysa 50 yıldır bu işin DeFacto sözcüsü bendim. Mavi Marmara'da Türkiye'yi dolaş dolaşıp halkı zulme karşı çağıranların sözcülerinden biri de bendim. Ben Kudüs platformunun sözcüsüyüm. Ben Aile platformunun sözcüsüyüm, ben CoVID'e karşı, mRNA dayatmasına karşı platformların sözcüsüyüm. Bu süreçte tam da meydanlarda olmam gereken bir zamanda bu davayı açarak beni adeta ev hapsine sokmaya çalıştılar. Mediyayı, salonları yüzüme kapattılar. Çünkü LGBT'yi koruyan İstanbul Sözleşmesi'ne karşı çıkıyordum. Ama sözleşmenin hayata geçmesini sağlayan Fatma Şahin sürecin örgütlenmesinde bakanlık yaptı. Daha sonra Beyoğlu belediye başkanlığı yaptı, yetmedi, Türkiye Belediyeler Birliği Başkanı yaptılar. Bütün belediyelere genelge gönderdi, “Belediye Meclislerinde LGBT'ye pozitif ayırımcılık için, Toplumsal Cinsiyet komisyonları kurulmasını” istedi. Belediye idari birimleri için aynı şekilde müdürlükler kurulması ve çalışanlara eğitim verilmesini istedi. Bunu denetleyecek olan GREVİO'nun başına atadıkları kişiyi daha sonra Maarif Vakfı'na yönetim kurulu üyesi yaptılar, ardından da bir İslam ülkesine büyükelçi yaptılar. Yetmedi, İstanbul sözleşmesinden çekildik dediler, ama aslında çekilmediler. Sözleşmenin tüm hükümleri yasada var ve yasanın daha ilk maddesinde İstanbul Sözleşmesi'ne atıf yapılıyor. Sonra CEDAW, İstanbul Sözleşmesi ve Lanzarote'nin toplamını tek sözleşme şeklinde değerlendiren bir kararla, bu işin uygulama, denetimi, EğitDonat kısmını örgütlemesi için kurulan UN WOMAN'ın, bölgesel merkezini İstanbul'a getirdiler. Bu örgüte, Yargı ve Vergi muafiyeti getirdiler. Diplomatik imtiyaz sağladılar. Kamu, yerel yönetim dahil, sivil toplumla özel ve tüzel kişi ve topluluklarla doğrudan ilişki kurma, para alma ve verme imtiyazı tanıdılar. Bugün bu örgüt üzerinden LGBT topluluklarına yüz milyonlarca dolar para aktarılıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın BM Genel kurulu için gittiği son ABD seyahatinde TÜRK EVİ'nde F. Şahin'le de buluştu. Fatma Şahin'in GlobalReset Lobisi ile birlikte hareket ettiğini biliyorduk ama, meğer o bu UN WOMAN gibi söz konusu sözleşmelerin uygulanması ile ilgili oluşturulan BM Genel Sekreterinin danışma kurulu üyesi imiş.

İşte bugün ülkenin geldiği nokta. Birileri hala 5G'den, Karbon ayak izinden söz ediyor, İklim yalanları ile insanımızı “her fırsatta birlikte hareket edecekleri sözü”nü verdikleri meçhule doğru sürüklenirken, ben yazdığım bir yazı, ki aynı ifadeleri mutlaka, her ay, yazılı ya da sözlü dile getirdiğim ifadelerim sebebiyle, hiç cezaevine girmediğim halde, AK Parti döneminde de 53 yıldır devam eden Sanıklık kariyerimi bu davalarla taçlandırıyorum. Evet, Dilipak cephesinde, adalet arayışında yeni bir durum yok. Erdoğan o şiiri okudu diye, bir grup arkadaşla birlikte il il dolaşıp o şiiri okumuştuk. Herkesin o şiiri okuyup, kendini savcılıklara ihbar etmesi için çağrı yapmıştık. Bu kadar darbe oldu. Her darbe döneminde de sanık oldum. Ama inanın böyle bir dava “312 General davası” kadar anlamsız. O paşaların şanı oldu, bu dava da “Sivili ile Siyasetçisi ile” AKP'lilerin şanı oldu! Yarın, bana yaptıklarını başkalarına yaparlarsa, yine onların karşısında olacağım, ama onlara karşı bir haksızlık yapılırsa da bir kişi ya da topluluğa karşı yapılacak bir haksızlık karşısında haklıdan yana olacağım. Bir topluluğa olan öfkem, beni onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmeyecek inşallah. Ve ayrıca, bu vesile ile şunu da söyleyeyim: Haklı olmak, kimseye, başkasına haksızlık yapma hakkı vermez.

Bu davalar bu duruma göre, özür dilemedikleri sürece, bu dünyada bitmeyecek. Öbür dünyada dava dosyasında adı bulunmamakla birlikte, 81 ilde o suç duyurularına katılanlar, o genel merkezdeki bazı isimler, onların avukatları, STKlar, basın mensupları ve daha birçok kişi ile hesaplaşacağız. Şimdi başıma gelenleri daha iyi anlıyorum. DAHLAN / KUSHNER lobisinin ayağına basmışım, CHABAT / AGARTHA lobisinin ayağına basmışım. Meğerse, GlobalReset çetesinin mayınladığı MAYINLI ALANDA TOP OYNUYORMUŞUM!?

50 yılı aşan sanıklık kariyerim var, bu kadar anlamsız bir davanın hiç muhatabı olmadım. Bu dava sadece dava açanların bana yaptığı bir haksızlık değil. Bu ülkeye daha doğrusu hiçbir ülkeye, haktan hukuktan yana kimseye yakışmayan bir durum bu. Adında “Adalet ve Kalkınma” olan bir partinin Adalet konusunda daha titiz davranması gerekirdi aslında. Neyse, zulm ile abad olunmaz. “Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste” derler. Zalimler için yaşasın cehennem! Selam ve dua ile.

Kaynak: HaberVakti

SON VİDEO HABER

Hastaneye giderken parkta öldü

Haber Ara