Türkiye gazetesi yazarı Prof. Dr. Muharrem Kılıç bu haftaki yazısında, akademisyeblerin kaleme aldığı metne değinerek, "Ayrım gözetmeksizin sivilleri katleden terör gerçekliğini yok sayan bu metin, kışkırtıcı nefret dilinin ardında çaresizce gizlenmeye çalışılan özgüvensizlik hissinin izlerini taşıdığını" aktardı. Kılıç, metnin sorunlu bir dile sahip olduğunu ve yargılayıcı bir üslup içerdiğini söyleyerek, "Söylem dili olarak, yurttaşlık bağı ile bağlı olunan devleti hizaya sokma küstahlığı gösteren bu metin, marazi bir ruh haletini yansıtmaktadır." dedi.
Türkiye gazetesi yazarı Prof. Dr. Muharrem Kılıç bu haftaki yazısı:
Kamuoyunda ‘Akademisyenler Bildirisi' olarak anılan metin, akademi dünyasının zihin haritasının kısmen çözümlenmesi açısından bir fırsat doğurmuştur. Tarihi ve kültürel kökleri derinlerde olan patolojik bir zihin durumunu ifşa eden bu metin, akademik camiamızın bir kısmının fikri zeminini keşfe dair bir imkân sunmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti devletini ‘ağır hak ve hukuk ihlalleri, sürgün ve katliam' ile suçlayan bu metin, sorunlu dil örgüsü, yargılayıcı üslup ve tutarsız anlam yapısı açısından zafiyeti bir yana, muhtevası itibariyle derin anlamsal paradoksları ihtiva etmektedir. Muhtemelen bir kısım imzacıları tarafından da kavranamamış olan savruk argümanların ve/ya yargıların kifayetsiz diline tanık olmaktayız.
Ayrım gözetmeksizin sivilleri katleden terör gerçekliğini yok sayan bu metin, kışkırtıcı nefret dilinin ardında çaresizce gizlenmeye çalışılan özgüvensizlik hissinin izlerini taşıyor. Politik retoriğin yüzeyselliğine sığınan ve ideolojik konumlanmaların ardından sürüklenen bu ‘akademik aktivizm', ne idealitesi, ne dili ve ne de disipliner misyonuyla akademinin ruhu ile bağdaşıktır. Bu metin, sosyolojik ömrünü çoktan tamamlamış olan apolitik ve apolojetik dilin ardına gizlenmiş sözde aydın duruşunu ifşa etmektedir.
Ne yazık ki bu metin, sevinç, kıvanç ve tasada birlik ve bütünlük içerisinde var olabileceğimiz ortak tarihi ve sosyolojik zemini muhafaza etme konusundaki kayıtsızlığa da işaret ediyor. Bu kayıtsızlık durumu ve ideolojik söylemsel konumlanış, ortak değer alanlarımızın kuşatma altına alınmasına yol açıyor.
Bu metin, politik olmayan statülerin korunaklı mevzilerinde üretilen siyasetsizlik üzerinden siyaset üretme çabasının bir ürünüdür. Hangi bağlamda ve hangi aktörlerce icra edildiğine bakılmaksızın bu türden çabalar, demokrasi tarihimiz açısından ağır bir tahribata yol açıcı niteliktedir. Ayrıca, sahici bir temeli olmayan bu tutum, millet olma bilinci, egemenlik ve vatanperverlik gibi tarihsel müştereklerimiz üzerinde tepinme iştiyakında olan harici bedbahtlara misyonerlik vazifesi görmektedir. Vatanperverlik, hiçbir siyasi çekişme, husumet ve politik angajmana kurban edilemez.
Bu metin, akademinin bütün renk ve desenleri ile Türkiye'nin tarihi ve sosyolojik gerçekliğine ne ölçüde yabancılaştığının da bir göstergesi niteliğindedir. Bu metin, ulusal sınırları ile devletin varlık ve bölünmez bütünlüğünün millet olabilmenin ontolojik ve etik gerekliliğini kavrayamayan bir zihin dünyasının eseridir. Bütün mütecaviz güçlere ve terör şebekelerine karşı vatan topraklarının her bir karışının muhafaza ve müdafaasının, hak ve özgürlüklerin müdafaası anlamına geldiğini ve kamu güvenliği olmaksızın hiçbir hak ve özgürlüğün anlamının olmayacağını idrakten yoksundur.
Bu metin, kör ideolojik koşullanmışlıklar ile devleti ve ona içkin olan bir takım kamusal değerleri şeytanlaştırmayı amaçlayan bir dile sahiptir. Söylem dili olarak, yurttaşlık bağı ile bağlı olunan devleti hizaya sokma küstahlığı gösteren bu metin, marazi bir ruh haletini yansıtmaktadır. İmzacıları açısından metin, ‘katil' olmakla itham ettiği devlette kamu görevlisi olmanın derin paradoksunu taşıyan bir psikozu da göstermektedir.
Bu metin, dayandığı anlam dünyası, muhtevası ve mesnetsiz argümanları ile dünyanın hiçbir ülkesinde ne kamusal ve ne de toplumsal hoşgörüyü mucip değildir. Hem siyasal ve hem de sosyolojik bir gerçeklik olarak millete ve onun değerlerine rağmen üretilen bu metin, hiçbir toplumsal meşruiyet zeminine sahip değildir.
Sonuç olarak burada, onlarca yıldır yüzleştiğimiz terör gerçekliği karşısında toplumsal sorumluluk çerçevesinde akademi camiamızın ve üniversitelerimizin ne ölçüde duyarlılık sergilediklerini sorgulamamız gerekmektedir. Siyasi, iktisadi, sosyolojik, kamu güvenliği vd. bütün boyutları ile etüt edilmesi gereken bu acı gerçekliğe akademi dünyası ne ölçüde temas etmiştir? Üniversiteler ve Yükseköğretim Kurulu sorunu etüt etmeyi amaçlayan araştırma merkezleri kurmak, araştırmalar yapmak gibi hangi inisiyatiflere öncülük etmiştir?
Akademik camianın, soruna dair çözümleyici ve yapıcı bir dil üretmesi tarihî bir sorumluluktur.