ANALİZ: ABD Türkiye’yi gerçekten ne kadar zorlar?
Yeni Şafak gazetesi uluslararası ilişkiler yazarı Nedret Ersanel, ‘Soykırım’ derse.. Demezse…’ başlıklı yazısında ABD’nin sözde ‘Ermeni soykırımı’nı tanıması durumunda muhtemel uluslararası baskı ve Türkiye’nin alacağı tavır üzerine değerlendirmede bulundu. Ersanel’in yazısından önemli bir bölüm…

Oluşturma Tarihi: 2021-04-24 15:41:54

Güncelleme Tarihi: 2021-04-24 15:41:54

Şimdi daha zorlayıcı atak ihtimali var ve bugün ‘final' kalınlığında yeni sınavdan geçecek ilişkiler. Sözde Ermeni soykırımının ABD tarafından alenen tanınıp tanınmayacağını göreceğiz…

TAHTA BACAKLI AHAB!..

Tanınırsa iki aşamalı bir süreci yürütmemiz, sonuca bağlamamız gerekecek; bir, soykırım tartışmaları ve buna Türkiye'nin vereceği yanıt…

Bu bir iftira. ‘Küresel mahkeme' kuracaklar ve haklılığımızdan gelen savunma direncimizi ezmek isteyecekler. ‘Sanık' görüntüsü çizecekler. Çare yok, bu savaşı vereceğiz…

İki, Amerika'nın bu son saldırısı karşısında güçlü ve etkili bir tutum kurmak. Biden yönetimi sözde soykırımını tanırsa bunu ABD'deki Ermeni varlığını pışpışlamak için yapacak. Ermenistan veya dünyanın farklı bölgelerindeki Ermeniler umurunda olduğu için değil. Kafkasya'daki, Ermenistan'daki yeni jeopolitiği durdurmaya gücü yetmeyen Washington'un bunu hangi kapasiteyle başarmayı planladığı zaten tartışma konusudur. Ancak asıl amacı Türkiye'yi cezalandırmaktır. İtiraz eden Türkiye'yi teslim olmaya, yeniden Amerika yoluna getirmek içindir.

Nihayetinde, “ABD bunu niye yapıyor? Üstelik biz alacaklı olmamıza rağmen. Muradı, hedefi nedir?” sorusunun yanıtı; Dünya'dır! Geri istiyor. ‘ABD döndü' odur ve çok geç, artık mümkün gözükmüyor…

ABD/NATO dünyanın nasıl olması gerektiğine ilişkin yeni bir düzenlemeyi kabul ettiler, Pekin-Moskova düşsün istiyorlar ve Avrupa'yı da cep(he)lerine katmaya çalışıyorlar. Yalnız Avrupa katıksız değil, itirazları/şikayetleri var. Bu hattın ar(k)asını tutan ülke ise Türkiye. Olmazsa olmaz. Yunanistan'la da olmayacağını biliyorlar. Çünkü Türkiye yerini boşalttığında, rakip olmasına da gerek yok, Çin'e kadar dünyanın yarı yolu boşalıyor. Onlara barınacak alan kalmıyor, tırnaklarının çıkardığı sesi duyuyoruz…

Oysa mesele zaten Çin. Ama iş planı var, önce Rusya'nın halledilmesi gerekiyor. Amerika, Rusya'yı da aynı yöntemle teslim olmaya zorluyor; üzerine yürüyerek. Ancak yürüyüş topaldır. Tek ayağı yok ABD'nin, Türk ayağı kımıldamıyor. Tek bacak kimseyi korkutmaz…

Bildik Herman Melville öyküsüdür. Kaptan Ahab'dır Amerika. Tahta bacaktır. Aklını kör eden hırsları, Beyaz Balina'nın gövdesine çivilenmiş halde sadece ‘okyanus'ta değil karada da son bulacak. Amerika dünyanın doğal dönüşüne savaş açtı ve ‘mürettebat' artık onunla değil. Türkiye de tayfa değil…

‘ÖNGÖRÜLEMEZ SONUÇLARI' SAHAYA GÖMÜN!

Washington avamlığına Amerikan edebiyatı bile fazladır, dönelim; uzun on yıllar boyunca Türk Dışişleri, Genelkurmay, ilgili kurum-kuruluşlar, ABD sözde soykırımı tanımasın diye büyük ve değerli emek sarf ettiler. Eğer o dönemlerde bu tanıma gerçekleşseydi, Türkiye'yi gerçekten de zora sokacak sonuçları olur, etkileri tatsız gelişmelere yol açabilirdi…

Kimsenin, “derse desinler” diyecek hali yok ama acaba bugün Amerika çıkıp, “soykırım” derse, dalgaları aynı derecede Türkiye kıyılarını vurur mu? Üreteceği komplikasyonlar Türkiye'yi gerçekten ne kadar zorlar? Tartışılması gerekir. Her konuşmanın, yazının başına, “Türkiye eski Türkiye değil, ABD eski ABD değil ve dünya eski dünya değil” deyip, bunun da etkisinin eskisi gibi olup-olmayacağını düşünmeyecek miyiz?

 

Hatta Türkiye böylesi durumun gerektirdiği reaksiyonu hakkınca verirse, asıl bunun ABD'nin bölgesel/küresel heveslerine/planlarına ne yaralar açabileceğini merak etmeyelim mi?

Bu satırlar yazılırken Amerikan basını, “Yetkililer Biden'ın soykırımı resmen tanımaya hazırlandığını söylüyor” haberini servis ediyorlardı. Peki Türkiye ne cevap verecek? Bu gerçekleşirse ülkenin tapusuna, tarihine, atalarımızadır söylenen. Cevabı, “Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması (SEİA)” bağlamındaki “üsler” mönüsünden olmalıdır.

Azı yetmez, anlamazlar.

Tekrar yazalım, “söylesinler bitsin” demiyoruz. Bitmez çünkü! Bitmeme ihtimali doğar ve ‘öngörülemez sonuçlar' üretebilir. Burada kritik kelime, ‘öngörülemez'dir. Bugün ‘soykırım' dendiğinde Türkiye'nin güç kompozisyonuna çarpıp sekebilir ama “zaman ve şartlar” değiştiğinde, soykırımın tanınmış olmasını küflü sandıklardan çıkarırlar…

O halde? Cari gücümüzü katlamak ve “diri” tutmak zorundayız. Yani, zaman ve şartlar değişse bile kimsenin tanımayı hatırlamaya cüret edemeyeceği bir ülke inşasına devam etmeliyiz. Bunun bir ayağı da, bölgesel jeopolitikteki yerimizi, onlar anlasın için ‘irreversible' diyelim, ‘geri çevrilemez/kesin/tersinemez' şekilde sahaya oturtmaktır!..

Ha, bir de.. “Soykırım” denmemesi ihtimali var. Geçmişteki ‘denmedi'lerden farklı olur. Dedik ya, ABD kaynakları ekseriyetle, “bu sefer soykırım ifadesi kullanılma ihtimali yüksek” diyorlar. Bu, ABD'nin Türkiye karşıtı politika ve duygularına uyumlu görünüyor. Bu uygunluğa rağmen son adımı atamıyorlar demektir! Bu dahi Ankara'nın ne yapması gerektiği hakkında fikir vermelidir!..