ANALİZ: ‘Amerikancı mahfiller’, Erdoğan-Biden buluşmasını doğru anladı mı?
Uluslararası ilişkiler yazarı Nedret Ersanel, 14 Haziran’da Brüksel’de yapılacak zirve öncesi ABD-Türkiye ilişkilerinin nasıl yön alacağı hususunda değerlendirmede bulunurken Rusya ve Çin’in ABD ile arasındaki krize, NATO’nun içinde bulunduğu bunalıma dikkat çekti

Oluşturma Tarihi: 2021-06-09 10:47:07

Güncelleme Tarihi: 2021-06-09 10:47:07

Washington, İngiltere-G7-NATO-AB ortaklarıyla Haziran ortasından başlayarak yapacağı görüşmelerinde, elle tutulur ve dünya sahnesinin ortasına koyabileceği ikna edici bir profil yaratmak zorunda

Kendi tariflerine göre bu; “güçlü bir ABD liderliği”dir. ‘Yine mi' demekte haklısınız. Amerika, hem iç politikasının, orta sınıfının ihtiyaçlarını/beklentilerini gidermek hem ortaklarının başta ekonomik çıkar ve şerhlerini ihya etmek hem de Rusya ve Çin gibi süper güçlerin, Türkiye gibi ‘eşit ve adil' ilişki bekleyen ülkelerin taleplerini de yönetmek zorundadır. Ancak hiç o havada değiller.

Soru(n)lar da böyle başlıyor…

Çünkü bunların gerçekleşmesi için ABD'nin liderlik taahhütleri yetmiyor. Bahsedilen ülke ve kuruluşların Amerikan liderliğine destek vermesi gerekiyor. Vitrin bu ama vitrinin camdan olduğuna yönelik vurgu artık daha yoğun duyuluyor, üstelik camın her iki yanından geliyor.

Eğer Başkan Biden'ın 6 Haziran'da Washington Post için kaleme aldığı (‘Joe Biden: My trip to Europe is about America rallying the world's democracies') yazıda belirttiği gibi, “Dünyanın önde gelen demokrasileri Çin'e yüksek standartlı bir alternatif sunma” arayışında olacaksa, gerçekten de ortaklarını/müttefiklerini ‘duymak', istediklerini vermek zorunda…

Bu bağlamda, Türkiye'nin planını anlamak gerekiyor. Ankara'nın ABD ile ilişkileri, NATO, BM, AB gibi temel Batı organizasyonlarına yönelik kritikleri belli. Kırmızı sınırlar geçilmedikçe, ABD ve AB ile ilişkilerini sağlıklı tutma arzusu ortada.

Madalyonun diğer tarafında ise Washington'un Biden'ın seçildiği günden, sözde Ermeni soykırımını tanıdığı ana değin geçen sürede-tek tek sayıp ‘saatlerinizi' almayayım-tüm resmi ağızlarından Ankara'yı ısıran ‘ağır' ifadeleri var. İki ülkenin ortak dosyasındaki ‘açmazlar' da belli. İlaveten, NATO içinde Türkiye'nin yeri belliyken, buradaki varlığının eritilmesi ihtimalini aba altından gösteren yaklaşımlar da hafızalarda duruyor. Görüşmelerin başlıklardan açılması halinde tüm dosyanın rafa kaldırılması bile kimseyi şaşırtmaz.

Bu noktada Ankara'nın yaptığı, Türkiye'nin NATO özelinde, ABD ve AB geneline güç ve etkisini hatırlatmak, daha doğrusu, ‘yeni Türkiye'nin güç ve etkisinin nasıl katlandığını ‘ortaklarına' göstermek. Bu şekilde ifade edince kulağa ‘naif' gelebilir. Ama pratikte, harita üzerinde gösterildiğinde işin rengi değişiyor…

O renk paleti şudur…

Türkiye, Libya'da ABD ve Rusya ile yüz yüze. Suriye'de ABD ve Rusya ile yüz yüze. Kafkasya'da sadece ikisi ile değil, Çin'le de yüz yüze. Kısa süre içinde Irak'taki müstakbel NATO varlığı ile de yüz yüze gelecek.

Bu işin güney ve doğu yönü. İlişkilerin merkez üssü Batı'da ise.. Polonya ile bambaşka bir ilişki boyutuna geçildi. Stratejik giriştir bu ve Varşova'ya SİHA satılması, Polonya Devlet Başkanı'nın Türkiye ziyareti, burada söyledikleri, ABD-NATO-Rusya için Polonya'nın anlamı düşünüldüğünde ister-istemez mesaj haline dönüşüyor.

Cumhurbaşkanı'nın, ‘Türkiye'den siz nasıl (SİHA) alıyorsunuz' diyebilirler” göndermesi bu manadadır. ABD şu ana kadar bir şey demedi! Ukrayna-Kırım aynıdır. Ankara-Kiev ilişkilerinin geldiği boyut, yine ABD-NATO için mesaj taşımaktadır. Nitekim, bugüne değin Rusya'dan duyulmayan çıkışlar bu aşamadan sonra gelmeye başlamış; “Kırım'a alakanız sizin benzer hassasiyetlerinize ilgimizi artırır” diye tercüme edilebilecek sopa göstermelere varmıştır…

Romanya, Bulgaristan, Avrupa ile sınır oluşturan diğer Doğu Avrupa ülkeleri ve Balkan başkentleri için de durum benzerdir. Türkiye ‘tek başına' son yüzyılın en ağdalı Doğu-Batı sınırına bir kama gibi kafasını sokuyor, kimse de kımıldayamıyor!..

Bu konjonktür sadece ABD, NATO, Rusya için değil, Avrupa Birliği için de mesajdır! Bir yandan kendi ataletiyle yüzleşmeleri sağlanırken öte yandan kiminle çalışmaları gerektiği konusunda somut veri sunuluyor…

Cumhurbaşkanı'nın sözleri de aynı içeriğe gerçek anlamını katıyor; “Türkiye NATO'nun güçlü bir ortağıdır” sözü kuruluşun tarihi içindeki alacaklarımızı hatırlatırken, “Türkiye'nin içinde olduğu bir NATO güçlüdür. Türkiye'nin içinde olmadığı bir NATO güçlü değildir” ifadesi ise ‘yeni Türkiye'nin yeni etki ve gücünü ‘dostlarına' ikaz ediyor…

Bir yandan, Fransa'nın, ‘NATO'nun beyin ölümü gerçekleşti” sözünü hatırlatıp, “bunu NATO'nun hesaba çekmesi gerekir” derken, diğer taraftan, Liderler Zirvesi ve Biden'la görüşme arifesinde, Paris'le masaya oturulması da aynı paletin renklerindendir.

Hepsi diplomatik taktik hareketler sınıfındandır ve Türkiye'nin stratejik pozisyonunu pekiştirmek adınadır. “ABD-NATO-Türkiye ilişkileri niçin böyle bir gerilim safhasında” sorusunun zirvede sorulacak olmasının anlamı, “siz bu hareketleri kime yaptığınızın farkında mısınız” demektir.

Tabii şu şerhi de kuvvetlice düşmemiz gerekiyor; Türkiye'nin ABD'yle yeniden yakınlaşması için iktidar yakınında bulunan kimi mahfillerin bu hamleleri istismar eden, “Ankara hâlâ kullanışlı bir ortak olarak Batı'ya sunulmalı” fikrini zımnen pazarlayan, ambalajlayan kesimlere de dikkat herhalde lazımdır!

Unutmayacağız, hâlâ resmi görüşmelerde, “S-400'lerin kontrolü de bizde olacak” diyen bir Amerika var!

YeniŞafak